Header Ads

Tayfun Gönül: Hayata da Ölüme de Gülümseyerek Bakan Anarşist…

- GÜN ZİLELİ -
Tayfun Gönül’ü 1970’lerin sonlarından beri tanırdım. O zamanki Maocu partinin gençlik örgütlenmesinin içindeydi, Hacettepeli Aydınlıkçı gençlerden biriydi. Daha o zamandan hayata muzipçe gülümsediğini hatırlıyorum. Doktor olmak falan umurunda değildi sanki. Hayat öyle büyük, öyle derin, öyle güzeldi ki. Doktor olmuşsun ya da bir başka şey, ne önemi vardı. Bu büyük hayatın içine olduğun gibi atılmak, onun sırlarına kafa yormak ve hep birlikte yaşayıp gitmek en güzeli değil miydi?

Sonra, 1980’li yıllarda onun doktor olduğu halde hiç de bir doktor gibi yaşamadığını, anarşist olduğunu, ilk vicdani retçi olduğunu, kendisi gibi arkadaşlarıyla komünal bir hayat sürdüğünü duydum uzaktan uzağa. Daha sonra doktorluğu da bırakmış, sahil kasabalarında bileklik falan satarak yaşıyormuş. Ruhuna yabancı hiçbir hayatı kabul etmeyecek kadar özgür bir ruhtu.

1990’larda ortak dergilerde yer aldık. Ateş Hırsızı’nda ve Apolitika’da. Bazen yazılarımızla karşı karşıya geldiğimiz oldu. Bakunin gibi, hoş, insanı gülümseten bir “komploculuğu” vardı. Beni eleştiri tahtasına koyabilmek için, Apolitika’nın “anarşizmin sorunları” üzerine açtığı bir soruşturmada en sonlardaki bir soruya verdiğim cevabı öne almıştı. Birkaç yıl önce buluştuğumuzda, bizim evde içerken, bunu, “biliyor musunuz, ben Gün’e nasıl komplo yapmıştım?” diye gülerek anlatmıştı sofradaki gençlere. Yaptığı “komployu” yıllar sonra gülerek anlatma dürüstlüğünü gösteren bir anarşist işte. Hayatın her yönüne gülerek bakma becerisini ancak Tayfun Gönül gibi yüce gönüller gösterebilir.

Daha buluştuğumuz an sağlığının hiç iyi olmadığını anladım. Çok kiloluydu, rahat nefes alamıyordu, zor yürüyebiliyordu. Ama gülümsemesi hiç eksik olmuyordu dudaklarından. Tabii sigarası da. Bu beden onu nereye kadar götürürse oraya kadar gidecekti. Hayata olduğu gibi ölüme de gülümseyerek bakıyordu. Çünkü ölüm de o büyük, o derin, o güzel hayatın bir parçasıydı. O zaman o da alay edilmeyi hak ediyordu.
Özgür üniversite’de anarşizm üzerine bir seminer vermişti. Çok doğal, çok özentisiz ama o ölçüde de kapsamlı bir anlatımı vardı. Konuşması sırasında önüne konan ses cihazıyla oynadığı için bu konuşması ne yazık ki kayboldu. Büyük hayat çocukça kahkahalarla şenlenen bir oyundu aynı zamanda. Oyun pahasına konuşmalar kaybolup gitmiş, ne gam.

Kafasında her zamanki gibi bir dergi projesi vardı. Anarşist adlı dergiyle bu proje hayata geçtiği günlerde yüreği dayanamadı.

Şubat ayında ağır bir kalp krizi geçirip yatağa düştüğünde o yıpranmış bedeninin ayağa kalkamayacağını tahmin etmiştim aslında. Onu o halde görmek istemedim. Gönüllerimizde bir tayfun gibi esen o insanı yatakta, konuşamaz bir halde görmeye dayanamadım. Ama şimdi pişmanım. Keşke son bir kez görseydim.

Dün Gazi’ye, Avrupa’da yapılacak bir anarşist konferansa yollanacak kitaplar için telefon ettiğimde, “Tayfun Gönül’ün Anarşizm broşürü de var mı?” diye sordum. Varmış. “Ondan da ne kadar varsa koy” dedim ama Tayfun’un sağlığını sormadım, sanki ölümü içime doğmuş gibi. Daha doğrusu sormak içimden gelmedi. Sanki sorsam olumsuz bir cevap alacakmışım gibi bir his vardı içimde. Ve bu sabah Ahmet Kurt, maille verdi haberi.

Tayfun Gönül artık yok ama yaşamaya çağıran, ölümle dalga geçen gülümsemesi hep yanı başımızda.

Gün Zileli
31 Temmuz 2012

*gunzileli.com

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.