Şaşı Bak Şaşır: Şemspare
![]() |
| - yazı: ELİF BEREKETLİ - |
Düşünüyorum da, son romanı İskender hakkındaki münakaşalar dün yaşanmış gibi. İskender’in hem öyküsünün, hem de kapak tasarımının intihal olduğu yönündeki iddialar yani... Bunların etkisi yeni yeni dinmeye başlamışken, Şafak şimdi yeni bir kitapla karşımızda: Şemspare; yazarın gazete yazılarından oluşan bir derleme. Oysa, kitabın ne sunumunda, ne de arka kapağında böyle bir bilgilendirme var. Kolaylıkla roman sanabilirsiniz. Bir pazarlama taktiği olsa gerek. (Oysa en garantili pazarlama taktiği, okuru memnun etmek, öyle değil mi?)
Öte yandan, Elif Şafak’ın gazete yazıları arşivine internetten ulaşmak mümkünken, böyle bir girişime gerek var mıydı, tartışılır. Bu girişimin ne kadarı para kazanmak için, ne kadarı ise “muhabbetle” girişilen “dervişan” işler, konuşulur. Dediğim gibi: Elif Şafak’la ilgili, her daim tartışılacak mevzu var; en az gerçekliğin kendisi kadar.
Ama şimdi bahsedeceğim konunun, bilmiyorum var mı tartışılmaya ihtiyacı.
Şafak’ın bu kitabının kapağını, geçen sefer olduğu gibi reklam ajansı Alametifarika’dan Uğurcan Ataoğlu hazırlamış. Gel gelelim, Rafael Legidos Ibañez ve Mario Berna Box’a ait 2008 tarihli bir enstelasyonla Şafak’ın kitabının kapak tasarımı arasında, en kibar söylemiyle, kuvvetli mi kuvvetli bir benzerlik var. “Gölgelerde Şarkı Söylemek” (Cantando bajo la sombra) isimli bu enstalasyon, İspanya’nın Alicante kentinde gerçekleştirilmiş. Bir sokağını üstünü şemsiyelerle kapatan sanatçılar, herkesi şemsiyelerin oluşturduğu gölgelerin altında şarkı söylemeye davet etmişler.
Aslında havada duran şemsiyeler konsepti, yepyeni bir fikir değil. Ben kısa bir internet araştırmasıyla, iki örneğini buldum, misal. Alberto Hernandez’in Portekiz’in Evora kentinde yaptığı ve aşağıda resmini görebileceğiniz çalışmayla Şemspare’nin kapağı, yalnızca bir konsept benzerliğinden ibaret. Twitter’da bir kullanıcının yayınladığı ve Venedik’te bir galeride çektiğini söylediği aşağıdaki fotoğraf da öyle. Oysa, “Gölgelerde Şarkı Söylemek” için, “Yalnızca aynı konsept” deyip geçmek mümkün değil. Aynı perspektif, aynı yerleştirme. Bir klasik konsepte, birebir aynı yorum. Bir ona bakıyorsunuz, bir buna. Şaşı baksam şaşıracağım; ama sorsalar aradaki 10 farkı bulamayacağım.
Yanlış hayat, doğru yaşanmaz
Alametifarika, prestijli bir ajans. Uğurcan Ataoğlu, deneyimli bir tasarımcı. Ancak bu benzerliğin kuvveti, Alametifarika’nın da, Uğurcan Ataoğlu’nun da adını unuttuyor insana! Masumca hayal etmeye çalışıyorum, bu nasıl olmuş olabilir? Bu enstalasyondan birebir esinlendiler ve belirtmeyi mi unuttular? Bunun genel geçer bir konsept olduğunu düşündüler ve belirtme gereği mi hissetmediler? Esinlenmediler ve kozmik bir olasılık gerçekleşti, apaynı bir eser mi yaratıldı? Ya da açıkça esinlendiler ve bu “Nasılsa anlaşılmaz” diyerek gizlendi mi?
Bu yazıyı yazdığım sırada Elif Şafak’tan gelen açıklama aşağıdaki gibi olunca, sorularıma bir yanıt alamayacağımı açıkça görüyorum.
“
...
Şemspare’nin kapağı ile ilgili hemen bir tartışma başlattılar, gene malum çevreler, gene ayni zihniyetler. Ancak bu sefer doğrudan ben değil, beraber çalıştığım insanlar yıpratılmak istenmekte. Gönülden iş yapan, dostluk ve muhabbet erbabı, yaratıcı, yetenekli ve dürüst insanların isimleri hırpalanmaya çalışılıyor. Bu basın açıklamasını sırf bu yüzden yapıyorum.
...
23 Mart 2012’de kendi twitter adresimden bir fotoğraf paylaştım. Takipçilerim gayet iyi bilir. Ve altına yazdım: “Bugün yolda yürürken bu sahneyle karşılaştım. Gökyüzünden yağan şemsiyeler. Yaratıcı fikir yaşadığımız şehirleri güzelleştiren...” Fotoğraf çok beğenildi. Ardından aynı fotoğrafı Facebook adresimde paylaştım. Harika yorumlar, geri dönüşler oldu. Dünya üzerinde başka şehirlerde de bu tür enstalasyonlar olduğunu paylaştık. Böyle güzel bir çalışmayı İstanbul’a getirsek güzel olmaz mı diye yazıştık. Kısacası twitter’da 600 binden fazla, facebook’ta 300 binden fazla takipçim ile bize ilham veren bu sokak fotoğrafını zaten paylaştık! Bütün bunlara rağmen bugün çıkıp da yeni bir şey keşfetmiş gibi, ya cehaletten ya art niyetten uluorta suçlamalarda bulunanlar var. Lakin sorun, gördükleri kapakta değil, gözlerindedir. Gözlerindeki ve gönüllerindeki perdede...”
Anladığım şudur: Bir yazar; bir fotoğrafı sosyal medya hesaplarında paylaşınca, okurları da paylaşılan fotoğrafı pek sevince; yazarımızın, o fotoğrafın konseptini kendi kitabının kapağına alma hakkı oluyor.
Farz edelim, ben şimdi Twitter takipçilerime birkaç Elif Şafak alıntısı yazıyorum. Onlar da bu durumu çok beğeniyor. Zaman sonra, bir kitap çıkarıyorum, Elif Şafak’ın sözlerini kullanıyorum kitabın her yerinde. Her sayfasında bir Elif Şafak alıntısı! Soranlara da, “Ama ben onları Twitter’da paylaşmıştım!” diyorum... Sizce başıma neler gelir?
Elif Şafak’ın gözlerimizle ilgili söylediğinde haklı olma ihtimaline karşı, gözlüğümü sildim, gözlerimi ovuşturdum. Baktım, her şey aynı... Dünya aynı dünya! Ama yalanım yok, açıklamada aklım kaldı. Hele, “malum çevreler, gene ayni zihniyetler” demesi yok mu, ne de güzel öteliyor kendini eleştirenleri. Zihniyetim benim, ah benim Elif Şafak’tan geri kalan malum zihniyetim!
Kafam karışıyor. Elif Şafak, “Benim adım Elif” dese 100 kişinin üzerine yürüyeceği bir memlekette yaşadığını biliyor. Üstelik, intihal tartışmaları az başını ağrıtmamış olsa gerek. Peki böyle bir hataya, -hadi hata dememi ağır bulacaksanız- bu ikircikli duruma nasıl mahal verebiliyor? İnternet çağında, herkesin her bilgiye kolaylıkla ulaşabileceğini; ulaşırsa affetmeyeceğini bilirken... Elini sallasa, Elif Şafak kitap kapağı için elli özgün kapak tasarımı bulabilecekken... Yoksa, tüm dünyada belli bir şan şöhrete ermiş olan bu romancı, bunların hepsini en az ben kadar öngörebilecek bilinç ve zekaya sahip de, reklamın iyisi kötüsü.... Yok canım.
Yanıt bulamayacağım belli.. Ama daha önemli bir konu var. Ne yazık ki, artık kitapların içeriğini değil, şeklini şemalini, yazarının hayat seçimlerini -kaçınılmaz olarak- konuşur hale geldik.Düzeltiyorum: Getirildik. Oysa ben kitaptaki denemelere de değinmek isterdim. Ne kadar naif bulduğumdan bahsetmek, dilinin akıcılığını övmek, konu bütünlüğü bulamadığımı anlatmak... Ama bunları yazsam; kitabın kapağı bunca konuşulurken, gündemi kaçırmış olacaktım. Değil mi? Gündemi kaçıran gazeteci olur mu?
Maneviyata yönelmeye çalışırken, kendini ve etrafındakileri sığ sularda boğmaz umarım Elif Şafak. Yanlış hayat doğru yaşanmaz. Adorno demiş.
* Bu yazı ilk olarak Taraf gazetesinde yayımlanmıştır.

bir reklam ajansın "prestij"ini, bir reklamcının "tasarımcı"lığını sorgulamadan "kapitalist tüketim kültürü"nü eleştirmek mümkün mü?
YanıtlaSilelif bereketli'nin oben budak'tan bir adım öteye gidemedediğini görmek hoş değil.