İnsanlığın Çıldırdığı Zamanlar..
![]() |
- yazı: AYCA YILMAZ - |
İnsan, “medeniyet” dediğimiz toplumsal evreye geçtikten sonra, ilkel topluluklarda ancak zorunlu koşullarda görünen şiddet, kurumsal ifadelerine kavuştu. Yani “medeniyet”, kurumsal şiddetin varlığıyla belirlendi. “Medeniyet” ne kadar ilerlediyse, şiddetin boyutu ve yıkım kapasitesi de o kadar büyüdü. Aslında mertlik tüfeğin icadından çok evvel bozulmuştu ama tüfeğin icadı, daha çabuk ve seri öldürebilecek aletlerin icadını da tetikledi. Bilim insanları atomu parçalamaya çalışırken, birden bire kendilerini silah şirketlerinin kadrolu memurları olarak buldular... Bilim, kurumsal şiddete hizmet eder hale geldi. “Medeniyet”, rasyonel düşünceyi irrasyonel şiddetin hizmetine soktu...
Birinci Dünya Savaşı, insanlığın toplu cinnet hallerinden ilki olsa gerektir. Belki de buna, “medeniyet” maceramızdaki teknolojik boyutun ve iletişim imkanların bir ova sınırını çoktan aşmış savaş kapasitesi üretebildiği an olarak bakmakta fayda vardır. İş Bankası Kültür Yayınları’nın iki dünya savaşını anlatan büyük boy ve kuşe kağıda baskılı ‘I. Dünya Savaşı’ ve ‘II. Dünya Savaşı’ ciltlerini karıştırırken, ister istemez insanın aklına yine Albert Einstein’ın o meşhur sözü geliyor: “Üçüncü Dünya Savaşı’nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama Dördüncü Dünya Savaşı’nın taş ve sopalarla yapılacağını biliyorum.”
Her iki dünya savaşını da ayrıntısıyla anlatan pek çok eser kaleme alındı. Savaşlara sebep olan şahısların ya da “savaş kahramanları”nın ayrıntılı biyografileri, anıları basıldı. Savaşta ölen milyonlar ise, Joseph Stalin’e atfedilen “Bir kişinin ölümü trajedidir, bir milyon kişinin ölümü ise istatistik,” sözündeki gibi, birer istatistik olarak geçti yazılan her eserde. ‘Resimli Harp Tarihi’ ana başlığı altında yayımlanan ciltlerde, savaştan manzaraları izlerken, o “istatistik” olarak bahsedilen isimsiz ölülerin yüzlerini görmek insanı tuhaf bir ruh haline sürükleyebiliyor...
Her iki ansiklopedik kitabın benzerleri 1976’da Yener Yayınevi tarafından üç cilt (I. Dünya Savaşı) ve dört cilt (II. Dünya Savaşı) olarak yayımlanmıştı. İş Bankası Kültür Yayınları’nın hazırladığı bu iki kitapta kilit önemdeki çarpışmaları, savaşta kullanılan silahları, önemli komutanların biyografilerini bulmak mümkün. Haritalarla ve pek çok fotoğrafla desteklenen her iki kitabı da, iyi birer özet olarak ya da daha derin okumalara geçmek açısından birer başlangıç kitabı olarak tarif edebiliriz. Kitapların titizlikle hazırlandığını, resimlerin ve haritaların son derece isabetli yerleştirildiğini, okura iyi bir grafik çalışmayla sunulduğunu da eklemeliyiz. Bu tür kitaplarda grafiğin her zaman bir risk taşıdığını dikkate alırsak, her iki cildin de okumayı kolaylaştıran grafiğiyle bir tebriki hak ettiğini vurgulamak gerekir.
Görsel malzeme, savaşların nasıl cereyan ettiğine dair bir fikir vermesi açısından büyük önem taşıyor ve ileriki okumalarda, askerlerin miğferlerine kadar her bir ayrıntının gözünüzde canlanmasına yol açıyor. Mesela görsel malzemesi olmayan metinleri okurken, karşılıklı siperlere, İngilizlerin çorba tasına benzer miğferleriyle Almanların kulaklıklı miğferlerini yerleştirebiliyor ve çatışmaları zihninizde canlandırabiliyorsunuz...
Sadece yetişkinler için değil, özellikle ortaokul ve lise çağındaki gençler açısından, hem tarihe merak salmanın, hem de savaşın vahametini anlamanın iyi birer aracı haline gelebilir bu tür kitaplar. Pek de parlak olmayan yayıncılık hayatımızda daha fazla örneğini görmek, belki de okumaya olan ilgiyi artırabilir. Elbette devletin de vergilerden fedakarlık ederek ve başka desteklerle yayıncılık dünyasını desteklemesi kaydıyla. Bu tür kitapların maliyeti oldukça fazla zira...
Savaşı deliler mi çıkarır?
Birinci Dünya Savaşı’nın sebebini anlamak için, o günkü Afrika haritasına bakmak bile yeterli olabilir. Gelişen kapitalizmin pazar arayışları, emperyal ülkelerin kaçınılmaz olarak birbirine düşmesine yol açmıştı. Afrika, bir sömürü alanı ve hammadde kaynağı olarak emperyalistler arasında pay edilmiş, sömürgecilikte geç kalan Almanya payını artırmayı kafasına koymuştu. Bir tarafta Britanya İmparatorluğu, ABD, Fransa, Rusya, Sırbistan, İtalya, Romanya, Japonya “İtilaf Devletleri” olarak sıralanırken, diğer tarafta “İttifak Devletleri” diye anılan Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan yer alıyordu. Dört yıl içinde, bugünkü teknolojik imkanlardan ve öldürme kapasitesinden yoksun olarak gerçekleştirilen çatışmalarda, 8 milyon asker, 6 milyondan fazla da sivil öldü.
Bize, “Almanya yenildi, biz de yenilmiş sayıldık,” efsanesiyle aktarılan savaşa Osmanlı hangi akla hizmet olarak girdi, başka yol yok muydu gibi tartışmaları bir kenara bırakırsak, Birinci Dünya Savaşı denen mezbahanın sonunu getiren en hakiki olgunun Rusya’da patlak veren Bolşevik Devrimi olduğunu söyleyebiliriz. Devrimin Almanya’ya, oradan tüm Avrupa’ya yayılma ihtimali, Batı dünyasında ciddi bir panik havası yarattı; böylelikle mezbahayı İkinci Dünya Savaşı’nda yeniden kurmak üzere geçici bir dönem kapattılar, tüm Avrupa’ya yayılan “kızıl tehdit”le baş etmeye çalıştılar.
“Batı medeniyeti” komünist tehdidi alt etmekte hayli başarılı olduğunu söylemek gerekir. Bugün lanetledikleri faşizm ve Nazizm çılgınlıklarını “kızıl tehdit”e karşı bizzat Avrupa burjuvazisinin yarattığını ve beslediğini ancak tarih kitaplarına düşkün kimseler öğrenebiliyor. Çünkü dev Avrupa şirketleri, kendi resmi tarihlerinden çoktan sildi faşizmle olan münasebetlerini...
Lakin İkinci Dünya Savaşı, bizzat sermayenin yarattığı o canavarların katalizörlüğüyle, yine “pazar”, “hammadde” ve “sömürü” açgözlülüğünün bir sonucu olarak patlak verdi. Ne yazık ki, haritalarla, çarpışmaların parlak tasvirleriyle, savaşı salt “savaş” olarak ele alan anlatımlarla dolu kitaplarda, sermayenin bu yok edici rolüne yeterince önem atfedilmiyor. Neredeyse yarısı Sovyet vatandaşı olan 50 milyon civarındaki ölü yine bir “istatistik” haline geliyor, savaşın gerçek suçlusu olan kapitalizm suçu Mussolini ile Hitler adındaki iki delinin üzerine atıp kendini sıyırıyor...
Bir elimde Luger, bir elimde ayna, umurumda mı dünya?!
İtiraf etmek gerekir ki, her iki dünya savaşının en estetik silahı Alman Luger tabancasıdır. Aslında bu silahlara herkes savaş filmlerinden aşinadır ama silah düşkünleri dışında pek kimse adını öğrenme zahmetine girmemiştir. Dünya Savaşı ciltlerinde her iki savaştaki uçak, zırhlı araç, silah ve teçhizatın bilgisine -görsel olarak da- ulaşmak, meraklısı için hayli ilgi çekici olacaktır.
Öte taraftan, Sovyetler Birliği’nin bürokratik bir kast tarafından ele geçirildiği iki savaş arası dönemde bir “Stalinci bürokrasi” faciasının yaşandığını belirtmek gerekir. Bolşevik Devrimi’nin ideallerinden kopan, yüzbinlerce muhalifi katleden, paranoyak bir temizlik harekatına girişen Stalin, Kızıl Ordu’nun en deneyimli kadrolarını da bu temizlik döneminde yok etti. Savaşın başında Nazilerle dostluk anlaşması imzalayan ve Hitler şerefine kadeh kaldıran Stalin, Naziler Polonya’nın yarısını aldığında, diğer yarısını ilhak etmekten geri durmadı. 1941’de Almanya Sovyetler Birliği’ne saldırana kadar bir Nazi saldırısına ihtimal vermeyen Stalin, ülkesini Kızıl Ordu’yu o kadar güçsüz düşürmüştü ki, II. Dünya Savaşı’nın en çok kayıp veren halkı ne yazık ki Sovyet vatandaşları oldu...
‘Blitzkreig’in sırrı
* Gelibolu harekatı (1915-16) İngiltere’deki bazı önemli siyasetçilerin Batı Cephesi’nde savaşın çıkmaza girdiği ve Almanya’nın dolaylı bir stratejiyle, müttefiklerinden birinin ezilmesi yoluyla ölümcül bir darbe alacağı yönündeki inançtan hareketle doğup geliştirildi.
* İngiliz kuvvetlerinin komutanı General Archibald Murray 1917 yılına Sina Yarımadası’nda kalan Türk kuvvetlerini mevzilerinden çıkarıp atmak niyetiyle başladı. Murray 8 Ocak’ta Refah Muharebesi’ni başlattı ve Osmanlı kuvvetlerini 48 saat içinde bozguna uğrattı.
* Önceki yıl -1917- Rusya’da iktidarı Bolşeviklerin devralmasından sonra güçlenen Spartaküs Birliği ve diğer radikal gruplar barış taleplerini daha yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Alman İmparatorluğu Deniz Kuvvetleri’nde de devrim hevesi içinde olan gruplar vardı (...) Orduya bağlı birlikler ile “Freikorps” denilen sağ eğilimli eski askerlerden oluşturulan özel gruplar eşine az rastlanır bir vahşetle devrimcilere saldırıp onları katlettiler. Ocak 1919’da ayaklanan Spartaküs Birliği’nin mensupları ezildi. Bu grubun liderleri olan Karl Liebknecht ile Rosa Luxemburg öldürüldü. Son direniş nüveleri de Nisan 1919’da kazındı.
* (1939) Ağustos ayının ortasında geçmişin amansız düşmanları komünistler ve Naziler, Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktı’nı imzalayıp dost olunca dünya şaşkına döndü. Dünyanın geri kalanının bilmediği yeni şey, antlaşmanın gizli bölümlerinin Polonya’yı, Rusya ve Almanya arasında paylaştırması, Baltık devletleri ve Finlandiya’nın bağımsızlıklarını Rusya’ya teslim edecek olmasıydı.
* Sovyet Birlikleri, Nazi-Sovyet Paktı’nda Hitler’le mutabık kalındığı gibi ayın (Eylül) 17’sinde Polonya’ya girdiler; ay sonuna doğru Sovyetler ülkenin yarısını işgal etmişti. Resmi Sovyet martavalı, etnik Belarus ve Ukraynalıları korumak için müdahalede bulundukları yönündeydi, fakat aslında bölgeyi ilhak ediyorlardı. Ayın 29’unda Almanlar ve Sovyetler, Polonya’nın bölünmesini teyit eden dostluk anlaşmasını ilan ettiler.
* Almanya’nın 1939-1940 yıllarındaki birçok başarısı, yeni bir savaş türüne, bizzat Hitler’in türettiği bir terim olan “Blitzkrieg”e (Yıldırım Savaşı) bağlanmıştır. Bu terim, Fransa’yı birkaç hafta içinde istila eden süratli tank kuvvetleri ve güçlü yakın hava desteği birleşimini tanımlıyordu. Her ne kadar daha çok zırhlı birimlere dayanıyor görünse de, “Blitzkreig”in sırrı daha çok görevli bütün silahlı kuvvetlerin arasındaki etkili işbölümündedir.
* Yahudilere karşı kullanılan kitlesel ölüm tekniklerinin pek çoğu, Nazi ötenazi programlarında kullanılmak için geliştirilmişti. 1930’lu yıllarda kalıtsal akıl hastalığı taşıyıcısı ya da engelli 300 bin kişi hadım edildi.
* Savaş ilerledikçe ekonomisini ayakta tutmak için Almanya, yabancı işgücüne daha fazla ihtiyaç duydu. Yabancı işgücü yaklaşık 1,5 milyon savaş tutsağını ve 1943-1944 yılları itibariyle Almanya’da çalışmaya zorlanan aşağı yukarı 5 milyon sivili kapsıyordu ve bunların çoğu köle olarak muamele görüyordu. Savaşın son yıllarında Almanya’daki işgücünün yaklaşık dörtte biri yabancılardan oluşuyordu.
* Alman taarruzu Barbarossa Harekatı, 22 Haziran 1941 sabahı erken saatlerde başladı. Öncü tanklar, birkaç saat içinde hazırlıksız Sovyet savunmasını delerek onlarca kilometre ilerlemişler ve binin üzerinde Sovyet uçağını havaalanlarında imha etmişlerdi. Bir hafta içinde Merkez Ordular Grubu’nun ilerleyişine öncülük eden iki Panzer Grubu, Minsk’in batısını büyük bir çember içine almıştı; 300 bin Kızıl Ordu askeri temmuz ayının ilk günlerinde orada teslim oldu...
Resimli Harp Tarihi:
I. Dünya Savaşı
Ian Westwell
Çeviren: Oktay Etiman
İş Bankası Kültür Yayınları
2012, 256 sayfa, 50 TL.
Resimli Harp Tarihi:
II. Dünya Savaşı
Donald Sommerville
Çeviren: Ali Önsan
İş Bankası Kültür Yayınları
2012, 256 sayfa, 50 TL.
*Radikal Kitap
YORUM YAZIN