Header Ads

Uyanın Artık Ey Vicdanlar!

- yazı: TAYFUN YAŞAR USTAOĞLU -
Büyükşehirlerdeki sokak köpeklerini hiç izlediniz mi? Tıpkı insanlar gibi kırmızı ışıkta durup yeşil ışığın yanmasını bekleyenlere ve yeşil ışık yandıktan sonra yolun karşısına geçenlere rastlamış olabilirsiniz. Sokak köpekleri şehirde hayatta kalmanın zorluklarıyla başetmeye çalışırlar ama sokak kedileri kadar şanslı olduklarını de pek söyleyemeyiz. Eğer ki kendilerini besleyen, gözeten esnaf ve mahalle sakinleri olmasa, hayatları zorluklarla doludur. Onlarla göz göze geldiğinizde bakışlarında hayatın zorluklarıyla mücadele etmekten dolayı oluşmuş o bilgece hüznü görmemeniz imkânsızdır. O bakışların derinliğinde, ezilmenin ve kendi doğasına tamamen yabancı bir yerde yaşamak zorunda bırakılmanın acısı gizlidir. Mahmut Alınak, ‘Köpekler Manifestosu’nda o acının izini sürerek, bir sokak köpeğinin hayatta kalma macerasını, tüm ezilenlerin macerasına ve o maceranın felsefi ve siyasi arka planını gözler önüne serecek şekilde anlatmaya çalışıyor.

Cezaevindeyken tamamladığı ‘Köpekler Manifestosu’nda Mahmut Alınak, Can adında, önce dövüş köpeği olarak insanlar tarafından sömürülen, ardından sokak köpeği olarak şehir hayatının zorluklarıyla mücadele eden köpeğin hikâyesini bir tür manifesto gibi kaleme alarak, insanların vicdanını harekete geçirmeyi hedeflemiş. Alınak, siyasetin teknokratların elinde hayatı planlamak için kullanılan bir araç olarak değil de, öncelikle insanların vicdanından kaynaklanan ve hayal dünyasında şekillenen şiirsel bir adalet olduğunu, ‘Köpeklerin Manifestosu’nda da görmek mümkün. Romanın daha ilk cümlelerinde bu “şiirsel adalet” arayışı karşımıza çıkar: 

“O kent, sözün tam anlamıyla dev bir tımarhaneyi andırıyordu. Orada zengin-fakir herkes para hastalığına yakalanmıştı. Girdiği her yere düşmanlık tohumları eken para maddeleşmiş bir Tanrı mertebesine yükselmişti. (…) Hayatı, akıl ve aklın düzene koyduğu ışık duruluğundaki duygular değil, kan ve ter kokan para ve kaba kuvvet yönlendiriyordu.”

Soyuna düşman bir köpek
Para ve kaba kuvvetin yönlendirdiği bu hayatı, belki de en iyi bir sokak köpeğinin gözünden görebiliriz. Alınak’ın, karnının doyması karşılığında başka köpeklerle ölümüne kavga eden “soyuna düşman” bir köpek olan Can’ın roman boyunca yaşadığı değişimi anlatışındaki gerçekçiliği, Jack London’ın ‘Vahşetin Çağrısı’ romanındaki gerçekçiliğe benzetmek mümkün. 

Jack London, “Buck” adlı köpeğin hikâyesini anlattığı kitabında insanın içindeki adalet duygusunun, faydacılığının ve acımasızlığının eleştirisini yapıyordu. Buck adlı köpek de, tıpkı Can gibi lider özelliklerine sahip mücadeleci bir köpekti. Ama Buck, sahibini öldürenlerden intikamını alıp kurtlarla birlikte vahşi doğaya dönerken, Alınak’ın romanındaki Can, sadece insanlar tarafından öldürülen sevgilisi Zer’in ve çocuğunun intikamını almakla yetinmez, insanlar tarafından eziyet gören tüm hayvanları kurtaracak bir ütopyanın peşine düşer. 

Can için, Buck’ın politikleşmiş, devrimcileşmiş bir kardeşi diyebiliriz bu yüzden.

Onurlu bir hayat
Alınak, kendi yaşadığı ve tanık olduğu “ezilenlerin özgürlük mücadelesi”ne dair pek çok sorunu da romanın yarattığı bu zemin üzerinden tartışıyor. Ezilenlerin kendi içlerinde yaşadığı iktidar mücadelelerini, birbirlerine ihanet edişlerindeki itkileri ve açmazları okurken, Türkiye ’deki sınıf mücadelesini ve bu mücadele içinde yaşanan zaafları da görebiliyoruz. Çünkü her ne kadar romanda, köpeklerin manifestosuyla başlayan bir ütopyanın gerçekleşmesinin hikâyesini okuyor olsak da, romanın sonunda insanı yeniden başa döndüren karamsar bir manzara karşılıyor bizi. 

Can’ın “biz katledilmek ve aşağılanmak için değil, onurlu ve mutlu bir hayat geçirmek için bu dünyaya geldik” sözünün vicdanlarda bulacağı karşılık değil mi, edebiyatın hayattan aldığı güç. Mahmut Alınak, demir parmaklıkların ardında olsa dahi, yazma azmini işte o güce borçlu.

KÖPEKLER MANİFESTOSU
Mahmut Alınak
Jan Yayınevi
2012, 122 sayfa, 10 TL.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.