Yüreği Yanan Anneler...
![]() |
- yazı: EMRE DİRENÇ - |
Son otuz yılın, belki de bizi en çok etkileyen gündemi, Kürt sorunu ve bu çerçevede cereyan eden olaylardır. Adına ister savaş ya da çatışma deyin ister terör; ayaklanma, özgürlük savaşı, her ne derseniz deyin, Kürt sorunu temelinde yaşanan çatışma son otuz yılımıza damgasını vurageldi. Ekonomik, siyasal, kültürel, psikolojik, her yönüyle toplumu sarıp derinden etkileyen bu çatışma ne yazık ki doğru dürüst tartışıl(a)madı. Tartışıldığı durumlarda da çoğunlukla iki şekilde oldu bu: Ya stratejik perspektiflerin üst dili ve üstenci tutumuyla ya da günlük basının alabildiğine sığ ve pragmatik üslubuyla. Her ikisinin de sorunun anlaşılmasına ve çözümüne bir katkısı olduğu söylenemeyeceği gibi, tam tersine meseleyi bulanıklaştırıcı, egemen güç ilişkileri çerçevesini aşmayan, bu yönüyle kendisi de sorunun bir parçası olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Son yıllarda sorunu anlamaya ve çözümüne ışık tutmaya çalışan araştırmalar, gerçek tartışmalar çoğalmaya başladı. Uzun çatışma sürecinin travmasını yaşayanlarla yapılan söyleşiler ve çatışmanın sonuçlarına ışık tutan çeşitli alan araştırmaları; başkalarının acısına bakmayı, yanı başımızdaki “öteki”yi anlamayı, “alttaki seslerin duyulması”nı hedefleyen çalışmalar yayınlandı. ‘İki Tarafta Evlat Acısı’ da bu kategorideki kitaplardan biridir. Genç yazar Burcu Şentürk, sorunun birincil özneleriyle yapılan söyleşilerden hareketle sorunun kimi çözüm imkânlarına işaret ederek çözümü olmayan bir sarmal döngüye mahkûm olmuşluk hissinin perdesini aralıyor. Çatışmanın bedenine, yakınlarına, evine değdiği kişilerin, yani gerçek öznelerin sözleri olmadan çatışmanın gerçekliğini, can yakıcılığını ve çözümün aciliyetini görmek zorlaşır, “hayatlarımızdan çok uzak savaş alanlarına sıkışır kalır.”
‘Şehit’ ile ‘dağa çıkmış’
Sorunun yakıcılığını onu en derinden yaşayanlardan, çatışmalarda can verenlerin yakınlarından daha iyi kim anlatabilir ki... Bazen insanın içine oturan bir söz, çarpıcı bir anı ve hayatın merkezine oturan ölüm. Başlı başına bir kimliğe dönüşen kutsallık buharıyla çevrilmiş ölüm biçiminin iki tarafta da oluşturduğu yargılar... Hayatlarına “aniden” giriveren ölümün pergelin ucu gibi değerlerin merkezine oturması ve her şeyi “şehitlik” pergelinden okuyan şehit asker aileleriyle diğer tarafta devlet baskısı ve direnişle içi doldurulmuş Kürt kimliğinin en çilekeşleri olan çocukları “dağa çıkmış” ailelerin olduğu, iki kutuptan, iki ayrı dünyadan aileler...
Gerçeklikten kopuk adeta para-sosyal ilişkiler içindeki iki uçtan insanların birbirlerine olan mesafeleri kadar yakınlığını da görebilmek mümkün. Ve herhangi birine sempati duymadan da duygularını anlayabilmek.
Savaş travmasının toplumun ruh kiplerinden kimisini silip süpürdüğü bir yerde bizi şiddet ayinlerinin şehvetli havasından çekip alarak vicdanlarımızla muhasebeye iten, bununla birlikte mesele üzerine söz ve karar yetkisine sahip siyaset öznelerinin teorik-kavramsal çerçevesinin sığlığına, dayanaksızlığına da ışık tutuyor ‘İki Tarafta Evlat Acısı’. Terör tanımı ve terörle mücadele söylemi ile barış bahsinde söylem ve realite arasındaki uyumsuzluk ve “sürdürülebilir barış” için sorunun yapısal nedenlerinin tartışıldığı; yeni bir kavramsal çerçeveye ihtiyaç duyulduğu bir dönemde soruna farklı bir bakış açısıyla yaklaşarak öncelikle siyaset öznelerinin önüne konulan samimiyet testidir ‘İki Tarafta Evlat Acısı’.
Savaş travmasının toplumun ruh kiplerinden kimisini silip süpürdüğü bir yerde bizi şiddet ayinlerinin şehvetli havasından çekip alarak vicdanlarımızla muhasebeye iten, bununla birlikte mesele üzerine söz ve karar yetkisine sahip siyaset öznelerinin teorik-kavramsal çerçevesinin sığlığına, dayanaksızlığına da ışık tutuyor ‘İki Tarafta Evlat Acısı’. Terör tanımı ve terörle mücadele söylemi ile barış bahsinde söylem ve realite arasındaki uyumsuzluk ve “sürdürülebilir barış” için sorunun yapısal nedenlerinin tartışıldığı; yeni bir kavramsal çerçeveye ihtiyaç duyulduğu bir dönemde soruna farklı bir bakış açısıyla yaklaşarak öncelikle siyaset öznelerinin önüne konulan samimiyet testidir ‘İki Tarafta Evlat Acısı’.
Bu noktada kitabın temel tartışma tezlerinden ikisine dikkat çekmekte fayda var. İlki terör kavramına bakış, bu bağlamda “aşağıdan terör” ve “yukardan terör” tanımına dikkat çekiliyor. Şiddet kavramına da üç kategoride ele alınan daha geniş bir çerçeveden bakış sunuluyor: “doğrudan şiddet”, “yapısal şiddet” ve “kültürel şiddet”.
‘Doğrudan şiddet’ ve ‘yapısal şiddet’
Şiddet denilince genellikle silahlı eylemler ve insanın fiziksel bütünlüğüne yönelik bilinçli ve planlı saldırılar akla gelir; bu, doğrudan şiddet grubuna girer. Failleri ve sonuçları açıkça görülebilen “doğrudan şiddet”ten farklı olarak “yapısal şiddet” uygulamasının aktörleri belirgin değildir. “Yapısal şiddette bilinen -belirgin bir aktörün doğrudan kasıtlı bir şekilde hedef seçerek ölümlere sebep olduğu türden- hak ihlalleri gerçekleşmese de, bizzat bu sistemin işleyişi sayesinde birilerinin diğerlerine göre yaşam şansı da verili kaynaklara ulaşma imkânı da daha azdır. Beslenme, güvenli yaşam ortamında bulunma, sağlık hizmetlerine ulaşma gibi temel insani ihtiyaçların kısıtlanmasının yanı sıra, Galtung belirli bir kültürel ya da etnik grubun reddedilmesini, örneğin bu gruplara ait kültürel değerlerin yaşatılmasının engellenmesini yapısal şiddet kapsamına girdiğinden bahsetmektedir. En basitinden dillerini konuşamayan, kendilerine özgü kıyafetleri giyemeyen ya da yazılı bir birikim oluşturmaları engellenen bu gruplar, kültürel yollarla kendi potansiyellerini gerçekleştirmekten yapısal olarak alıkonulmuş olmaktadır.”
Ulusal dikotomi, geniş kesimlerin bakış açısını radikal bir biçimde değiştirir. Her şeye o perspektiften bakıldığı ve referans noktaları kültürel şiddet söylemi tarafından belirlendiği için soruna ortak çıkar ve insani çözüm yerine “kötü” tarafın imhası açısından bakılır. Bunun için her yol mubahtır! Başlangıçta sadece şiddetin bastırılması için insani erdemler, toplumsal etik, temel insan hakları hukuku bir tarafa bırakılmıştır, fakat bu, (bastırılanın geri dönüşü, hem de her seferinde büyüyerek geri dönüşü yüzünden) giderek siyasal-sosyal yaşamın tüm alanlarına sinsice nüfuz eden bir hastalığa dönüşür. Genel bir çöküş toplumu tehdit etmeye başlar. Zaten onun korkunç soluğunu ensemizde daha fazla hissetmeye başlıyoruz.
Bir bedenin iki yarısı gibi birbirine yakın iki halkın birbirini boğazlaşmaya varan bir nefret ve düşmanlığa sürüklenmesi telafisi mümkün olmayan bir noktaya doğru ilerliyor. “Hayatlarının baharındaki” pek çok ana kuzusu, köşe başlarını tutmuş leylakların kokusunu bu baharda almaya fırsat bulamadan can verdi; onlardan çok daha fazlası da sırasını bekliyor. Anaların acılarına yeni acılar katacak, başka yuvalara ateşler düşürecek bir akıl tutulması, vicdan körelmesinin ürünü projelerin çekmecelerden çıktığı bugünlerde soruna ulusal dikotominin dışından bakış ve insani temelde bir çözüm daha fazla aciliyet kazanıyor. ‘İki Tarafta Evlat Acısı’ buna hizmet eden bir çalışma ve hepimizin önüne konulmuş bir samimiyet testi; bilhassa siyaset öznelerinin.
İkİ Tarafta Evlat Acısı
Burcu Şentürk
İletişim Yayınevi
2012, 168 sayfa, 14 TL.
YORUM YAZIN