Header Ads

Misketler, Hint Yakutları, Bulutlar, Süt Dişleri...

- yazı: MELİSA KESMEZ -
Yazarın bizzat kendi hikâyesini anlatmak için kaleme aldığı her metne sonsuz bir hürmetim var. Kolay değil çünkü kendinle kâğıt üzerinde hesaplaşmak, içini tersyüz etmek, yazdıkça soyunmak, o kadar ki tamamen çıplak ve savunmasız kalmayı göze almak. Elimde Patti Smith’in ‘Hayalperestler’i, daha tek bir sayfa dahi okumadan bunlar geçiyor aklımdan. Kurgu ya da gerçek herhangi bir olayı hikâyeleştirmenin zaten başlı başına zahmetli bir şey olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki, kişinin kendi hikâyesini anlatabilmesi, doğduğu günden beri tanımakla mesul olduğu bu yabancı hakkında birkaç söz söyleyebilmesi ve bunu yaparken samimi kalabilmesi çok daha meşakkatli, can acıtan bir şey olmalı. Smith’in “ayrı yollara gittik ancak birbirimize yürüyüş mesafesindeydik” dediği Robert Mapplethorpe ile yaşadığı tarifsiz ilişkiyi anlattığı otobiyografik kitabı ‘Çoluk Çocuk’u da bu duygularla okumuştum geçen yıl.

Neşe ve hüzün arasında…
Ve Smith’in, yazma sürecinde okurdan çok bir yazar olarak sadece kendine odaklandığını ve bu zor görevi sakin, acelesiz bir ruh haliyle, kimseyi kendine hayran bıraktırma telaşına düşmeden başarıyla yerine getirdiğini düşünmüştüm. ‘Çoluk Çocuk’ beni her cümlesiyle sanki onu yakından tanıyormuşum, sanki birlikte güzel anılarımız varmış gibi garip bir nostalji bulutuyla sarıp sarmalamış, kendi geçmişime hüzünlenir gibi hüzünlendirmişti. Oldukça sade, süssüz, edebi oyunlardan uzak –elbette ozanlığından nasiplenen- dili sayesinde metnin kollarına kendimi rahatlıkla bırakabilmiş, kadim bir dostumun günlüğünü okuyormuşçasına “yakın” olduğumuzu hissetmiştim. Metnin ötesinde, kitabın içindeki fotoğraflardan da epey etkilendiğimi hatırlıyorum. Her birine uzun uzun baktığımı, çekildiği anı zihnimde canlandırmaya ve bu sayede o anın realitesine dahil olmaya çalıştığımı… ‘Çoluk Çocuk’tan kalan bu tatlı duygular eşliğinde ‘Hayalperestler’i bir çırpıda okuyup bitirdiğimde, ikinci kez aynı şeyi hissettim.

‘Hayalperestler’, bir kitaptan çok sanatla nefes alan, hayatı neşe ve hüzün arasında salınıp duran bir kadının kendi kendine –bir gün kitap olur mu olmaz mı diye düşünmeden- yazdığı fazlasıyla şahsi yazılardan oluşuyor sanki. Smith’in kendisine yazdığı uzun bir mektup olarak düşünebilecek bu yazılar, belki de soğuk su akıntıları gibi sakin ve derinden akan cümlelerini en çok buna borçlu. Kitabın başında okura yazdığı not da, Smith’in iddiasız ve mütevazı ruhundan nasibini almış, şöyle bitiyor: “Bu minik kitapta yer alan her şey gerçek; aynen olduğu gibi yazıldı. Onu yazmak ölü toprağını üzerimden çekip aldı; umarım bir ölçüde okurun da içini nedensiz bir neşeyle doldurmayı başarır.” 

Patti Smith, ‘Hayalperestler’i 1991 yılında, Detroit’in hemen dışında kocası ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı kocaman bahçeli taş bir evde yazmaya başlamış ve aynı yıl 45. doğum gününde tamamlamış. (Kitap 20 yıl sonra orijinal basımda yer almayan metin, fotoğraf ve illüstrasyonlarla yeniden yayımlandı.) Smith şöyle anlatıyor kitabı yazma hikâyesini: “… evimizi ve ailemi gerçekten çok seviyordum, ancak o ilkbahar kelimelere dökmekte zorlandığım, feci bir hüzne kapıldım. Çocukları okula gönderip günlük işlerimi hallettikten sonra saatlerce söğütlerin altında oturur, düşüncelere kapılır giderdim. ‘Hayalperestler’i yazmaya başladığımda, yaşamıma işte böylesi bir ruh hali hakimdi.” 

Kareli kâğıt üzerine elle yazılan bu yazılar, sıradan karşısında hayrete düşen, “yaratılışın tüm öyküsü sanki gökyüzüne çizilmiş gibiydi” ya da “çalıların kutsal olduğunu düşünürdüm; ruhların kalesiydi orası” diyecek kadar doğaya tutkun bir çocuğunun dünyasına götürüyor bizi. Çocukluğun o uçuş uçuş aleminde gezindiriyor. Patti Smith’in çocukluk izlenimlerine –ki bir şairin ruhuna bulanmış izlenimler bunlar- dayanan bu kitap, sanatla hercümerç bir ömür sürmüş, gündeliğin görkemini ıskalamayan bir kadının ilk kutsal deneyimlerini ziyaret ediyor. Smith’in ömür boyu izini sürdüğü sanatsal tahriklerin köklerine iniyor. Rüyalar, kozmik vizyonlar, hayaller… Sıradan olanla mistik olan, bu kitapta Smith’in zengin hayal gücüyle bir araya geliyor. Ve bütün bunlar olurken, hiçbir duygu diğerinin önüne geçmiyor; ne neşe hüzne kıyasla yüceltiliyor, ne hüzün okuru bunalıma sokacak derecede abartılıyor. 

Velhasıl, ‘Hayalperestler’, dışarıdan bakınca bir kitap gibi görünse de, bir kitap değil bence. En çok bu yüzden, edebi değeri üzerine konuşmak, kurgusu ya da dili hakkında bilmişlik taslamak, bunu yaparak büyüsünü bozmak en son istediğim şey. Belki daha çok eski bir kitabın arasında kurutulmuş vahşi bir çiçek, ‘Hayalperestler’… Kırılgan, iddiasız. Beri yandan ziyadesiyle etkileyici, minicik gövdesiyle değme kitaplara kafa tutacak kadar kudretli… Ya da bir zaman kapsülü diyebilirim onun için. Bir ömür çekmecede saklı tutulmuş, çırpı bacaklı hüzünlü bir kız çocuğuna ait bir ganimet; paslı bir teneke kutu. İçinde kuş tüyleri, eski bir kaşık, renk renk misketler, Hint yakutları, sararmış fotoğraflar, gökyüzü, bulutlar, süt dişleri…

Hayalperestler
Patti Smith
Çeviren: Emre Ülgen Dal
Domingo Yayınevi
2012, 92 sayfa, 16 TL.



* radikal kitap

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.