Header Ads

Devrimci mi Karargâh mı?

- AYÇA SÖYLEMEZ -
Türkiye’de hiç infial yaratmayan ama benim kafamı ziyadesiyle karıştıran bir olay yaşandı geçen hafta. Olayın adı, Devrimci Karargâh Örgütü. Bu ‘olay’ hakkında araştırma yapmaya başladığımda, kafam daha da karıştı. Bu karışıklığın müsebbibi, ortada bulunan bir örgüt ve bu örgütle bağlantısı olduğu ‘ileri sürülen’ kişiler arasındaki bağlantılardan çok, bağlantısızlıklar. İkiye ayrışmış konumdaki medyanın bu konuda ağız birliği etmesi de işin diğer tuhaf yanı.

Aynı medya, PKK kamplarında eğitim aldığını yazdığı örgüt üyelerinin adını Ergenekon’la aynı cümle içerisinde kullanınca ve örgüt üyesi olarak yasal bir partinin üyeleri tutuklanınca, bu kafa karışıklığını anlamak adına olup biteni yazıya dökmek ve bu yolla tartışmaya açmak zorunlu hale geldi.

‘Devrimci Karargâh’ ismi, Ağustos 2008’de Selimiye Kışlası’na yapılan saldırıyla medyada ilk kez yer buldu kendine. Bu havan topu saldırısının ardından yapılan haberlerde, eylemin Devrimci Karargâh adlı bir örgüt tarafından yapıldığı yazıldı.

İsmin, devrimci gelenek içerisinde herhangi bir fraksiyonla bağdaştırılamayacak kadar jargona yabancı oluşu ise işin bir diğer ilginç yanı.

Devrimci Karargâh’ın tanınması, Bostancı’daki bir çatışmayla gerçekleşti. Yine basına yansıyanlara göre örgütün lideri olan Orhan Yılmazkaya, Nisan 2009’da girdiği silahlı çatışma sonucu öldürüldü. Yılmazkaya’nın çatışma sırasında polis telsizine girerek bir konuşma yaptığını ve Devrimci Karargâh üyesi olduklarını söylediği bir kayıtın varlığını da yine gazetelerden öğrendik.

Ertesi gün konuyla ilgili yapılan haberlerde, şaşırtıcı bir ayrıntı yer aldı. Devrimci Karargâh, şu anda hapishanede olan Sarp Kuray’ın, 1988’de Partizan Yolu’nu tasfiye etmesinden sonra kurulan ve 1991’de dağılan 16 Haziran örgütünün devamı olarak sunuldu.

Milliyet gazetesinin internet sitesindeki bir habere göre, olayın aslı şu:

“1’inci Ordu Komutanlığı karargâhının bulunduğu Selimiye Kışlası’na başarısız havan saldırısı düzenleyen Devrimci Karargâh adlı yasadışı örgütün, Sarp Kuray’ın lideri olduğu ve 1990’lı yıllarda fesh ettiği, ‘16 Haziran’ örgütünün devamı olduğu ortaya çıktı. Güvenlik ve istihbarat birimlerinin raporuna göre, Sarp Kuray’ı ihanetçi ilan eden ve çoğunluğu Avrupa’da olan örgüt üyelerinin, Kuzey Irak’ta PKK kamplarında sabotaj, bombalama ve silah eğitimi aldıktan sonra Türkiye’ye sızarak eylemler yapmayı planladığı belirtildi.
Hazırlanan istihbarat raporuna göre, daha çok Fransa merkezli örgütlenen örgütün, askeri ve silahlı eğitim almak için PKK ile işbirliğine girdiği, PKK’nın Avrupa’daki sorumluları ile görüşen ‘Devrimci Karargâh’ örgütü yöneticilerinin, yaklaşık 20 mensubunu Kuzey Irak’taki PKK kamplarına göndererek silahlı eğitim, bomba yapımı ve sabotaj konularında bir yıl boyunca eğittiği kaydedildi.” (1)

Türkçe’ye ‘ihanetçi’ diye bir kelime kazandıran Milliyet gazetesine takılmadan devam edersek, 16 Haziran örgütünün kurucusu olan Sarp Kuray o dönemki bazı ‘yol arkadaşlarını’, kitabı İsyan ve Tevekkül’de şöyle anlatıyor:

“1988 yılından sonra oluşturulan “16 Haziran Hareketi” süreci ile başlayan tartışma 1991 yılında bir ayrışma ile noktalanmıştır. Bu tartışma sürecini en açık biçimde takip edebileceğiniz belge, yargılandığım mahkeme dosyalarındaki polise teslim edilen bantların çözümlenmeleriyle ortaya çıkan 480 sayfalık konuşma dökümanlarıdır. 1988’den 1991’e kadar aşağı yukarı günbegün, ülkedeki sorumlu kişiler tarafından bilgim dışında banda alınmış konuşmalarım kasetler halinde polisin eline geçmiştir…” (2) Kuray, bu kişilerin bir yıl sonra tahliye olduğunu da yazıyor.

O dönemde Fransa’da mülteci bulunan Kuray, Türkiye’ye döndükten yaklaşık 10 yıl sonra bu iddialarla ilgili cezaevine gönderildi. Yargıtay’ın Kuray’ın davasını hatırlaması, devrimcilerin SHP’de toplanması ve onun partinin başına geçmesinin kararırın alınmasıyla aynı zamana denk geldi. Aynı yıllara denk gelen diğer olay da, yukarıda yazdığım Selimiye Kışlası saldırısı.

Farkındayım, sadece birkaç bilgi kırıntısı bile edinerek bile olay yeterince içinden çıkılmaz hale geliyor. İlerisi uçurum, biz yine de yürüyelim.

Bunları şimdi yazıyor olmamın sebebi, Sosyalist Demokrasi Partisi’yle Toplumsal Özgürlük Platformu’na düzenlenen baskınlar ve ardından gelen gözaltılar. Demokratik Dönüşüm dergisinin yazıişleri müdürü, bir Red dergisi yazarı ve Bilim ve Gelecek dergisi editörü de bu operasyonlarla gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasından 13 kişi “terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla tutuklandı.

Olaya anında el koyan Zaman gazetesinin, gözaltına alınanlardan Necdet Kılıç’ı öne çıkararak yaptığı haberi, operasyonun niyetini de açık eder şekildeydi:

Alınan bilgilere göre, polis müdürü Hanefi Avcı'nın kullandığı telefon hattının sahibi Necdet Kılıç savcılıkta susma hakkını kullandı. Kılıç'ın avukatlığını ise Ergenekon soruşturması kapsamında dinlemeye takılan yargı mensupları arasında yer alan eski Şişli Başsavcı Vekili Mecit Ceylan yaptı…

… Hanefi Avcı, kitabında terör örgütü üyesi olmaktan tutuklanan Necdet Kılıç için 'arkadaşım' ifadesini kullanıyordu. Emniyet'teki sorgusunda Hanefi Avcı'yla arkadaşlığını kabul eden Necdet Kılıç'ın savcılıkta susma hakkını kullandığı belirtildi.” (3)

Gazetenin Kılıç ile Avcı arasında kurduğu ‘arkadaşça’ bağlantı ne kadar sevimli görünüyor. Neyse, bunu okuyan herkes, en azından Zaman okurları, Ergenekon’un ne kudretli bir örgüt olduğuna bir kez daha iman etti. (Burada Ergenekon’u savunduğumuz düşünülmesin, ama konu o değil) Bu haberlerle, Ergenekon sürecinde, bu yapılanmanın PKK ile bağlantılı olduğu (ya da tam tersi) iddialarına bir çivi daha çakılmış oluyor. Ancak haberi okuyan ‘karşı taraf’ (ulusalcılar da diyebiliriz) beklenen tepkiyi vermiyor. Ya da tam olarak beklenen tepkiyi veriyor: SDP’nin Devrimci Karargâh şeklinde adı geçen yapılanmayla bir alakası olup olmadığını düşünmek yerine sadece Avcı’nın ‘masumiyetine’ bir kez daha inanıyor. Medyanın ‘işte o teröristler’ söylemini ise duymazlıktan geliyor.

Buraya kadar şaşırtıcı bir şey yok aslında. Ama bizi olup bitene alıştırarak seyirci kılmaya iten durum, tüm bunları sorgusuz sualsiz kabulleneceğimiz anlamına da gelmiyor. Karmaşık ilişkilerden çıkan sonuç şu:

Operasyonlar bir taşla epeyi kuş vuruyor. SDP, TÖP ve diğer gözaltılar, muhalifleri sindirme amacına çok iyi hizmet ediyor.  Yılmazkaya’yla büyük bir efor sarf edilerek ilişkilendirilen ve kendisini mahkemede “Sayın başkan, sayın hakimler ben hayatı boyunca silahtan terörden nefret etmiş bir insanım. Güvenlikli nezih bir sitede, tapusu kendime ait bir dairede oturuyorum. Affınıza sığınarak soruyorum sayın hakimler: Ben teröriste benziyor muyum? Bunca yıllık meslek hayatınızda karşınıza benim gibi bir terörist profili çıktı mı?” (4) diye savunan Vatan gazetesinin internet sitesi yöneticisi Aylin Duruoğlu’nun bile 10 ay tutuklu kalması “Size de çıkabilir” ihtimalini güçlendirerek, muhalif olmaya yeltenenleri hatta sadece ‘aklından geçirenleri’ bile susturmaya yetebilir. Kimseyi suçladığım sanılmasın, propaganda tüfekten daha etkili bir silahtır. Ayrıca, iddianamelerdeki gizli tanıklarla kurulan Ergenekon&PKK bağlantısı, bu operasyonların ardından hazırlanan iddianamedeki gizli tanık ‘Son Tezgah’ın (!) ifadeleri üzerinden bir kez daha pekiştirilmeye çalışılıyor.

SDP’nin açıklaması da bu söylediklerimle örtüşüyor:

“…Gerek Sosyalist Demokrasi Partisi ile Toplumsal Özgürlük Platformu'nun, gerekse gözaltına alınan yönetici ve üyelerimizin, üyesi olmakla itham edildikleri Devrimci Karargâh isimli örgütle hiçbir bağlantıları bulunmadığı gibi; siyasi köken, mücadele tarz ve anlayışı itibarı ile de en ufak bir ilgileri bulunmamaktadır.

Bütün bu hususlar hükümet, emniyet güçleri ve yargı organlarınca da gayet iyi bilinmekte olmasına karşın, referandumda boykot çizgisini benimseyen, AKP'ye muhalif sosyalistlere karşı; Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'in ruhuna rahmet okutacak bir dezenformasyon, kara çalma ve iftira kampanyası sürdürülmektedir.

Son olarak, geçtiğimiz günlerde yayınlanan kitabında Fetullah Gülen cemaatinin emniyet teşkilatı içindeki örgütlenmesine ilişkin iddialarıyla gündeme gelen emniyet müdürü Hanefi Avcı’nın ismi de bu dezenformasyon kampanyasına dahil edilerek, kafalarda soru işareti yaratılmak ve işin ucu Ergenekon örgütüne bağlanmak istenmektedir…

…AKP tüm muhalefeti sindirme ve tasfiye etme planını üç ayrı çuval üzerinden yürütmektedir. İlki halka karşı korkunç suçlar işleyen kontrgerilla faaliyetlerinin örgütleyicisi ve uygulayıcısı eli kanlı faşist katillerin yanı sıra, bunlarla ilgisiz unsurların da dâhil edilerek tasfiye edildiği bilinen Ergenekon çuvalıdır. İkincisi Kürt muhaliflerin bilâ tefrik doldurulduğu PKK-KCK çuvalıdır. Devrimci ve sosyalist muhalifler ise Devrimci Karargâh çuvalına doldurulmak istenmektedir.” (5)

Tüm bunlardan çıkardığım iki sonuç var, ya başımıza yepyeni bir çorap örülüyor ya da seçime 9 ay kala, Türkiye’de sol canlanma emareleri gösteriyor. Ortada saldırı varsa korku da vardır, çünkü.

Kaynaklar:

(1)   “‘Devrimci Karargah’ örgütü üyelerini PKK eğitiyor” http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&KategoriID=15&ArticleID=978111&PAGE=1
(2)   Sarp Kuray, “İsyan ve Tevekkül”, 2008, Birharf Yayınları, s. 481
(4)   “10 ayık hasret bitti Aylin aramızda” http://www9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Categoryid=1&Newsid=289250
(5)   “AKP’den Sosyalistlere Karşı Yeni Bir Reichstag Yangını Davası” http://www.sosyalistdemokrasigazete.net/haber/2010/09/23sdpmyk.htm

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.