Katliamdan Başka Çare Yok Mu?
![]() |
| - yazı: AYCA YILMAZ - |
Hakan Gezik tarafından kaleme alınan ‘Kızılbaşlar’, bir alt başlık olarak Evlâd-ı Kerbela ve bir diğer alt başlık olarak Dersim 1938, son dönemde bir daha canlanan Dersim isyanı konusunu, kapağında “pek kapsayıcı” bir biçimde ele alan bir “tarihi roman”… Başka deyişle, bir isim iki alt başlık taşıyan bu roman kapağının, ilgili okuru “hiç sektirmemek” üzere tasarlandığı aşikar.
İçine daldığınızda ise, romanın esasen dört kitaptan ya da bölümden oluştuğunu görüyorsunuz: “Otuz Sekiz Tertelesi”, “Munzur’un Çocukları”, “Evlâd-ı Kerbela” ve “Serencam”… Açıkçası, fevkalade dağınık bir üslupla yazılmış olmasına rağmen, “kötü” diyemeyeceğimiz bir kitapla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
Biraz daha uğraşılsa, belki de iyi anlatımlı bir “sözel tarih” eserine ulaşılacakmış. Bu haliyle ise, elimizde edebi anlatımlı bir “tarih yığını” var. Okur, söz konusu “tarih yığını”nın arasındaki bağlantıları kurmak, fikirleri yığıntıdan çekip çıkarmak zorunda kalıyor. Bir tarihi roman yazılacaksa eğer, en başta kurgusunun çok güçlü olması gerektiğini bir kere daha anlıyoruz ‘Kızılbaşlar’ı okurken…
Hakan Gezik ise, memleketimizdeki bütün naif hümanistlerin vurgusunu paylaşıyor: Keşke böyle olmasaydı. Müthiş yanlış anlamalar yaşanmış. Aslında katiller de insan…
Tabii tarihte hiçbir gelişme hümanizmin “iyi niyet” çerçevesine sığdırılamaz. Misal, kitapta, “Kardeşin kardeşi boğazladığı Çaldıran Savaşı Türk tarihinin en uğursuz savaşlarından biridir. Hz. Hüseyin Efendimizin ailesiyle birlikte katledildiği Kerbela olayına benzetmişimdir. Galibi olmayan bir savaş, gelecek nesilleri kan davalı yapan bir kıyım,” diye tanımlanıyor Çaldıran Savaşı… Kusura bakmazsanız, şahsi bir not düşmek istiyorum. Ben de hep merak etmişimdir, niye bazı savaşlar “kardeşin kardeşi kırması” olarak addedilir de, kimisi daha meşru görülür. Neticede tarihteki tüm savaşlar egemenlerin çıkarları için verilmedi mi? “Kardeşlik” denen şeyi ne belirliyor? Irk bağı mı? Adına Türk denen topluluğun, henüz Orta Asya’da iken oba oba, kabile kabile durmadan birbirine girdiğini bilmeyen mi var? Anadolu ’da beylikler durmadan birbiriyle savaşmadı mı?
Elbette beylikler ya da obalar birbirleriyle savaşırken, onlar da kendilerine bazı “kutsal”lar yaratmışlardır. Tüm savaşlar, gerçek niyeti gizleyen “kutsal”lara sahiptir zira. Ama aynı zamanda tüm savaşlar siyasetin başka araçlarla devamından gayrı bir şey değildir. Konumuz Çaldıran’sa eğer, merkezi devlet yapısına kavuştuktan sonra fethettiği Bizans’a benzeyen Osmanlı’nın, bir türlü ehlileşmeyen Türkmenleri zapturapt altına alıp egemenliğini pekiştirme ve emperyal heveslerini gerçekleştirme niyetlerini görmezden gelmek mümkün değildir. Evet, ne yazık ki Osmanlı, tarihi boyunca muhtemelen en çok Türkmenleri öldürmüştür…
‘Padişahım çok yaşa!’
Bu kader tarih boyunca değişmedi. Merkezi otoriteye biat etmeyen herkes katledildi. Bu topraklarda “Padişahım çok yaşa!” ritüelinin kafalara vura vura yerleştiğini ve milletin genlerine işlediğini, hâlâ masaya yumruğunu vuranın ardında bu yüzden hizaya geçildiğini söylemek fazla mı iddialı olur? Bu yüzden değil midir bizim memleketimizde “güçlü lider” arayışları?
Daha da uzatmadan, gelelim Dersim meselesine… Yazar Hakan Gezik, “tarihi roman”ında “Demanlı Mahmut” adlı karakterin ağzından Gazi Mustafa Kemal Atatürk ’e müthiş dokunaklı bir mektup yazdırıyor. Mektupta deniyor ki, “Dersim coğrafyasında üç grup halk yaşar.”
Birinci grup, kanun kaçaklarıymış, aralarında her milletten adam varmış; memleketin neresinde suç işleseler, izlerini kaybettirmek için Dersim’e kaçarlarmış. O gün için sayıları 100 civarında olan bu kanun kaçakları zor kullanıp yanlarına çektikleri “Kızılbaş”ları da silahlandırır, türlü kötülükler yaparlarmış… 1937 harekatında bunların çoğu bertaraf edilmiş ama işler orada bitmemiş…
İkinci grup halk da, aralarında husumet bulunan aşiretlermiş. Akılları hep fesada çalışırmış… Kan davaları sürüp gidermiş… Üçüncü grup ise, hakiki halkmış… Hizmetkarlığa alışmış, pirlere-dedelere inanan, koyun gibi bir kütleymiş anlayacağınız.
Dersim harekatı “birinci grup” için başlamış, merkezi otoriteye güvenmeyen “ikinci grup” da eline silahı alınca, olan hakiki halka olmuş…
Yazarın Dersimli oluşu, yaşananları canlı tanıklıklar aracılığıyla bize aktarması, sürgünlerin, katliamların “içeriden” anlatımı oldukça etkileyici. Lakin bakış açısı mutlaka tartışılmalı.
Dersim’de, tarih boyunca merkezi otorite tarafından katledilmiş bir halkın yaşadığını vurgulamak gerekiyor öncelikle. Osmanlı gelmiş halkın çocuklarını asker olarak almış, uşak olarak almış, vergi almış, hiçbir şey bulamasa can almış… Merkezi otoriteyle bu daimi zorbalık üzerinden ilişki kuran halkın, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne de mesafeli durması tuhaf mı?
Sonra, Osmanlı döneminde asker kaçakları, kanun kaçakları, merkezi otoriteye baş kaldıranlar, esas olarak yiğit adamlardı. Kendilerini lojistik olarak destekleyen halka zulüm etmemek gibi yazılı olmayan bir yasaları vardı. Dedeler-pirler ise, bugüne kadar gelen sözlü aktarımlarla, Anadolu halklarının en olumlu özelliklerini bir köyden bir mezraya taşıyıp duran kanaat liderleriydi. Aşiretler, o yoksul topraklarda derebeylikler gibi feodal yapılar olmanın ötesinde, daha ziyade birer dayanışma örgütlenmesine benziyordu… Yeni Cumhuriyet’in bu yapıya kendini anlatmaya çalışması, onları kazanmaya çabalaması yerine, halkı çoluk çocuk bombalaması, sürgüne yollaması sorgulanmalıdır herhalde…
Kitabın sonunda bir Kürt asker konuşturuluyor. “Askerin çoğu Kırmançtı Muallim Bey, kumandanlarımız Türk’tü,” diyor. “Bizi Ermeniyi kıracağız diye götürdüler, biz kendi insanımızı kırdık. Köyümüze her gelen imama sordum. Ben yaptım, demedim. Yapılanların günah olup olmadığını sordum. Karşımızdaki Ermeni olsaydı neyse, biz suçsuz, günahsız yüzlerce Müslüman’ı kırdık…”
“Ermeni olsaydı neyse…” Belki Dersim katliamını bir de o gözle tartışmak lazım ki, bazı katliamların “neyse” diye geçiştirilemeyeceğini zihnimize iyice yerleştirelim…
Ne yazık ki bizde tüm katliamlar hep bir “mazur gösterme” duvarına çarpıp duruyor. En iyi ihtimalle “kuruların yanında yaşların da yanacağını” telkin eden atasözlerine sığınıyor “yüce gönüllü” tartışmacılar. Halbuki tarihte katliamlardan başka seçenekler de olabileceğini hesap etmek gerekmez mi? Bu kadar acı çekilen bu toprakların rahat bir nefes alabilmesi için önce “katliamsız” bir toplum tasavvurunu bilince yükseltemez miyiz? Evet, biliyorum, çok zor…
KIZILBAŞLAR
Evlâd-ı Kerbela
Dersim 1938
Hakan Gezik
Paraf Yayınları
2012, 287 sayfa, 17 TL.

YORUM YAZIN