Header Ads

Korkunun Ecele Faydası Vardır

- yazı: ALTAY ÖKTEM -
Yalçın Aydınlık'ın Mühür Kitaplığı'ndan çıkan 'Anne Elimden Tut Yoksa Büyüyeceğim' adlı şiir kitabı, daha adıyla bile bir korkuyu, büyüme korkusunu vurguluyor. Bizimki gibi toplumsal yönetimin başat unsurunun baskı ve şiddet olduğu ülkelerde, büyüme, yani gerçeklerle yüzleşecek bilinç düzeyine erişme korkusu her zaman vardır aslında. Bu korkuyu da en yalın biçimde şairler yansıtır. Neredeyse her şair büyümekten korkar. Büyüyünce başına ne geleceğini bilir çünkü!

'Ne güzel çocuklardık biz yusuf / içimizde ormanları ovalara koşturduk / yalınayak bir yoldu dünya / lunaparklarında kaybolduk / ölmüştü deniz kızları korku tünellerinde / ağlıyordu bir palyaço. kırmızı / en güzel kızı hep kurbağalar öpüyordu Yusuf / biz çarpışan otolardan kaçıyorduk / esir düşüyordu sonra bir at / bir karınca sürüsüne' diyen Yalçın Aydınlık, aslında hepimizin korkusuna tercüman oluyor ve 'karınca sürüsüne esir olan at' sözüyle hem tarihte, hem de günümüzde yaşadığımız trajediyi özetliyor aslında.

Şairler korkar. Bir anlamda, korktukları şeylerle yüzleşmek için yazarlar. Şiirin toplumda gittikçe geri planda kalmasının, git gide okunmaz hale gelmesinin nedenlerinden biri budur belki de. Çünkü korkuyu kabullenmek de, korkuyla yüzleşmek de cesaret ister ya da şöyle söyleyebilir miyiz; kimse şiir okumuyor artık. Çünkü o kadar cesur değiller!

KUMAŞ PELERİNDEN LATEKSE

Her şeyin hızla değiştiği bir dönemde, korku unsurları da, nesneleri de değişiyor elbette. Temel özellikleri aynı kalsa da... Mesela vampir hep aynı vampir. Ama Ortaçağdaki vampirle, kan hastalıklarının artık iyice bilindiği günümüzdeki vampirler aynı kefeye koyulabilir mi? Vampir edebiyatı biçim değiştirmiyor mu? Elbette değiştiriyor. Hatta kıyafetler bile uyum sağlıyor bu değişime. Kumaş pelerinler bile yerini latekse bırakıyor!

Ulaş Işıklar'ın kaleme aldığı 'Gecenin Çocukları' adlı inceleme kitabını okurken, ister istemez düşündüm bu değişimi. Ulaş Işıklar, Avrupa Yakası Yayınları'ndan çıkan kitabında, korku sinemasındaki vampir karakterinin dönüşümünü incelemiş. Popüler sinemanın, popüler edebiyatın dışına çıkıp alt türlerdeki yapıtları incelemek, bu türlerin gelişimini ve toplumsal hayata yansımasını (ya da toplumsal hayatın bu yapıtlara yansımasını) anlamak açısından çok büyük olanaklar sunuyor. Vampir mitindeki değişimin incelendiği bu çalışma, tam da bu yüzden önem taşıyor.

Vampir gibi korku sinemasının, korku edebiyatının önemli mitlerinden birinin böyle kapsamlı biçimde ele alındığı ve tarihsel açıdan incelendiği böylesi bir çalışmayı görünce, bizim neden korku edebiyatımız, sinemamız yok diye sormaktan kendini alamıyor insan. Bu soruya iki tür cevap verebiliriz. Ya ideolojik ya da psikolojik.

İdeolojik cevap şu: Korkmadığımız için! Korku, bir zayıflık belirtisidir. Oysa biz korku nedir bilmeyen güçlü bir milletiz!

Psikolojik cevapsa daha akla yatkın: Çok korktuğumuz ve korkularımızla yüzleşmekten de, korkularımızı açığa vurmaktan da kaçındığımız için, korkuyu yansıtıp, yokmuş gibi davranmaya çalışıyoruz. Cinler, periler, öcüler gereğinden fazla hayatımızın içinde olduğu için onlara bir adım öteden bakıp da sanatsal bir yapıt haline getiremiyoruz.

Çünkü hepimiz biliyoruz ki sanat, hem içinde olmayı, hem dışarıdan bakabilmeyi gerektirir. Aynı anda iki mesafeyi birden oluşturamazsak herhangi bir olguyu sanata dönüştüremeyiz. O zaman cin öyküsü yazmak yerine hocaya, büyücüye, üfürükçüye gideriz. İşin tuhafı, gittiğimiz üfürükçünün de öyküsünü yazamayız. Çünkü o da dışarıdan bakamayacağımız kadar içimize işlemiş, hayatımızın bir parçası olmuştur.

Batı sanatının, vampir, kurt adam, zombi gibi birkaç unsurdan bu kadar zengin bir korku edebiyatı, sineması, müziği, tiyatrosu vb. çıkarmasının karşısında; yatırlarla iç içe yaşayan, mezarlıktan geçerken ıslık çalan, aynı evin içinde bir sürü cinle beraber yaşadığını düşünen, ama sahiden bunu düşünen bir halkın, bırakın zengin bir korku edebiyatı geleneğine sahip olmasını, ele gelecek bir tane eser bile yaratamamış olmasını nasıl açıklayabiliriz? Yoksa korkmaktan fırsat bulup da yazamadık mı? Onların dünyasına değinirsek, onları rahatsız edersek başımıza musallat olmalarından mı korktuk yoksa?

Açıkçası, korkmaktan fırsat bulup da korkunun edebiyatını yapamadık mı?

KORKUYA YENİLMEK
Toplumsal hayatın yanı sıra, çok uzun zamandır içinde bulunduğumuz 'teyakkuz' durumuna da bir göz attığımızda, korkunun önemi daha açık biçimde ortaya çıkıyor. 'Bazen korkarsın, bazen herkes korkar, ama silahlı çatışmanın içinde var olamayacak olan tek şey korkudur; çadırının içinde korkarsın, yalnızlığından korkarsın, nehrin çağlamasıdır korku, suyun sesinden korkarsın, çakallar gecenin dibinde viyaklar ve bu korkudur, karanlığın dibine doğru batarsın...' diyerek bir çatışmanın ortasındaki kişinin korkusunu yansıtmış; daha doğrusu böyle bir durumda korkunun her şeyin temeli olduğunu vurgulamış Şenol Erdoğan. 'Ölü Şehrin Radyosu' adıyla yayınladığı bir nevi 'Kuzey Irak Pornosu'nda... Burada sözü edilen, yüzleştiğimiz, yüzleşmek zorunda olduğumuz, o yüzden de kaçınmamız gereken gerçek korku!

Çünkü korkuya yenik düşersek, korku dayanılmaz olur, sonunda kendimizi vurmaktan başka çare kalmaz. O zaman korktuğumuz şey, yaşarken değilse bile ölüyken başımıza gelir. Ölümüzün başına gelir! 'Vurukken çok dayak yedi' diyor Şenol Erdoğan Altıkırkbeş'ten çıkan 'Ölü Şehrin Radyosu'nda. Çünkü; 'Kendini vuranları vuruk halde dövmek adettendi.'

Korkmazsak, içimizdeki korkuyu yenersek ne olur peki? Kahraman mı oluruz? Kirli savaşlar kahraman mı yetiştirir hep? Belki. Belki kahraman oluruz, belki bir deli.

'Annesi gurur duyuyor Iraklarda çarpışan dünya güzeli, sapsarı, mavi gözlü oğluyla. Karısı gurur duyuyor. Poz kesiyor mahalledeki diğer kadınlara... Galata'ya sevk ettiler E'yi. Tepe'ye yürürken yolda kaldı diye yediği dayaklardan, gördüğü işkencelerden delirdi.'

Korkunun bu türüne de aşinayız biz. Ama bu tarz bir korkunun da sanata dönüşmesi çok zor; çünkü dönüştürmeye çalışana acı verir, tarifsiz bir acı verir hem de.

Korkudan kendini vuranın değil de, korkudan kendini vuranı tekmeleyenin edebiyatını yapmak çok daha kolaydır. Belki de bu yüzden bizde korku değil de, hamaset edebiyatı bir gelenek oluşturabiliyor.

Gecenin Çocukları
Ulaş Işıklar
Avrupa Yakası Yayınları
200 sayfa


Anne Elimden Tut Yoksa Büyüyeceğim
Yalçın Aydınlık,
Mühür Kitaplığı
72 sayfa


Ölü Şehrin Radyosu / (Bir Kuzey Irak Pornosu)
Şenol Erdoğan
Altıkırkbeş Yayınları
128 sayfa

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.