Header Ads

Vahşi Batı: Bir Travyon Martin Analizi

- EYLEM DELİKANLI -
ABD’de ırka dayalı ayrımcılığın ekonomik ve sosyal sistemin çarklarından beslendiği su götürmez bir gerçek. Nüfusun heterojen olduğu metropollerde bakan gözün hemen fark edebileceği, ırklar arası bir eşitsizlik olduğu aşikâr...

Olayı bilmeyen kalmadı. 17 yaşındaki Trayvon Martin babasını ziyaret ettiği 26 Şubat günü kaldığı evin yakınındaki 7-Eleven'a gidiyor. Bir küçük şişe buzlu çay ve bir kutu şeker alıp kapşonlu sweatshirtünün ceplerinde taşıyarak yürüye yürüye eve varmaya çalışıyor. Bu esnada, gönüllü mahalle bekçiliği yapan George Zimmerman'ın gözüne takılıyor. Zimmerman görevi gereği önce karakolu arıyor ve şüpheli bir şahıs gördüğünü, siyah olduğunu ve cebinde bir şey taşıdığını söylüyor. Telefondaki görevli bir şey yapmamasını ve polisi beklemesini söylüyor. Zimmerman telefonu kapatır kapatmaz Martin'e yaklaşıyor, kendi anlatımına göre Martin'in saldırısına karşılık nefsi müdafaa için silahını ateşleyerek ölümüne sebep oluyor. Martin'in olaydan birkaç dakika önce kız arkadaşını arayarak bir adamın kendisini takip ettiğini söylediğini telefon kayıtlarından öğreniyoruz.

Haftalardır Amerikan medyasının sıcak takibinde olan bu olay nedeniyle birçok şehir kapüşonlu sweatshirtlerin giyildiği ırkçılık karşıtı gösterilere sahne oldu. Zimmerman'ın cezalandırılması için hazırlanan kampanyaya 2.2 milyon kişi imza attı. Illinois Kongre Üyesi Bobby Rush ırka dayalı ayrımcılığı protesto etmek için kapüşonlu sweatshirtüyle konuşma yapmaya çalışırken korumalar tarafından salondan çıkarıldı. Obama, oğlum olsaydı Trayvon Martin'e benzerdi diyerek olayın bir an önce sonuçlandırılması gerektiğine işaret etti.

Zimmerman, Florida Mahkemesi tarafından 2. derece cinayetten yargılanıyor. Ceza alması durumunda ömür boyu hapis yatacak. Martin'in avukatı Zimmerman'ın nefret suçundan da yargılanması ve ceza alması yönünde çalışıyor.

Bundan iki hafta önce de Tulsa, Oklahoma'da benzer bir olay yaşandı. Biri 19, diğeri 33 yaşındaki iki kişi siyahların ağırlıklı yaşadığı bölgedeki dört ayrı noktada 5 siyah Amerikalı'yı kurşun yağmuruna tutmuşlardı.

Her iki olay da ırkçılık tartışmalarını tekrar gündeme getirdi. Fakat bu, buzdağının görünen kısmı. Daha vahim olan ise zenginin daha zengin ve fakirin daha fakir olduğu bir ekonomik sistemde çemberin azınlıklar için daha da daralıyor olması. Irka dayalı ayrımcılığın ekonomik ve sosyal sistemin çarklarından beslendiği su götürmez bir gerçek. Nüfusun heterojen olduğu metropollerde bakan gözün hemen fark edebileceği, ırklar arası bir eşitsizlik olduğu aşikâr. Bunu anlamanın en kolay yolu kamuya ait liselere ve üniversitelere bakmak. Çoğunluğunu siyahların ve Latin Amerikalıların oluşturduğu öğrenci profili hemen fark edilecektir. Her şeyin parayla ölçüldüğü kapitalist sistem içerisinde en prestijli okulların en pahalı okullar olduğu, bu okullardan mezun olanların en iyi işlerde çalıştığı, en pahalı muhitlerde oturduğu ve bu döngünün de böyle devam ettiği açık. New York'un bir saatlik mesafedeki zengin yerleşim yerlerine gidenler nüfusun ne kadar homojen olduğunu, çarpıcı bir çoğunlukla beyazlardan oluştuğunu göreceklerdir. Aynı şekilde şehrin merkezindeki yoksullar için yapılmış kooperatiflerin sakinleri de çoğunluklu olarak siyahlardan oluşuyor. En nihayetinde ırka ve cinsiyete yönelik ayrımcılığın (segregasyonun) yasal olarak kaldırılması 1964 yılına denk geliyor. Son 48 yılda beyazların siyahlar üzerindeki üstünlük savlarının ortadan kalkmış olduğuna inanmak, şimdi bu satırları yazarken bile, son derece gülünesi geliyor. İstatistiki verilere göre siyahlar daha az kazanıyor, çok daha zor iş buluyor, daha az okuyor ve daha kötü besleniyorlar. Bu durumda, fırsat eşitliği de, çalışan herkesin Amerikan rüyasını köşesinden bucağından yakalayacağı da bir martaval olmaktan öteye gidemiyor.

Diğer önemli nokta ise halihazırdaki birçok kanunun ırkçılığı durdurmak yerine tetiklemek gibi bir işlevlerinin olması. Son zamanlarda birçok eyalette göçmenlere karşı çıkarılan SB1070 Kanunu, New York'un "Durdur ve Üstünü Ara Kanunu" (Stop and Frisk Law) ve Florida'nın "Davandan Vazgeçme Kanunu" (Stand Your Ground Law) gibi. Trayvon Martin olayıyla ilintili olmaları nedeniyle bu kanunlardan son ikisine biraz daha yakından bakmakta yarar var.

Durdur ve üstünü ara kanunu

Durdur ve Üstünü Ara Kanunu, New York polisinin herhangi bir sebep olmaksızın şüpheli gördüğü kişileri durdurup sorgulamasına olanak sağlıyor. 2011 yılı içerisinde New York polisi bu kanundan hareketle 675.724 kişiyi sokakta gezerken durdurmuş ve üstünü aramış. Bunların yüzde 87'sini siyahiler ve Latin Amerikalılar oluşturuyor, yüzde 88'i ise hiçbir suçtan tutuklanmamış veya cezaya çarptırılmamış.

Davandan vazgeçme kanunu

Florida'daki Davandan Vazgeçme Kanunu ise kolluk kuvvetleri yerine vatandaşın kendi muhakemesini yaparak nefsi müdafaaya geçmesine olanak veriyor. Buna göre herhangi bir vatandaş, evinde veya kamusal alanda kendisini görünür bir tehlike altında hissediyorsa silahını kullanma hakkına sahip.

Bu kanunları kimler destekliyor?

Seçim dönemlerinde en çok tartışılan konulardan biri de vatandaşların silah sahibi olma "özgürlüğü". Anayasa'nın 1791 tarihine dayanan 2. kanun değişikliğine göre her Amerikan vatandaşının silah sahibi olma ve taşıma hakkı var. National Rifle Association ise (NRA-Ulusal Silah Birliği) 1897'de, bu maddenin yılmaz savunucusu olmak adına kurulmuş bir birlik. Seçim yarışlarında "silah taşıma özgürlüğünü" desteklediğini bildikleri tüm muhafazakâr adaylara yüklü miktarlarda bağışlarda bulunuyorlar, seçilmiş siyasilere silah sahibi olma hakkını yaygınlaştırma ve yukarıdaki kanunları hayata geçirme yönünde lobi faaliyetlerinde bulunuyorlar. NRA'in, Florida dışında da 13 eyalette Davandan Vazgeçme Kanunu'nun geçmesi için yüz binlerce dolarlık lobi çalışmaları yürüttüğü kamuya açık bir bilgi. Zimmerman'ın kullandığı silahın lisanslı olması ve bu kanun sayesinde cezadan kurtulabilme ihtimali doğal olarak tartışmaları da alevlendirdi.

Kısacası Trayvon Martin'in başına gelen her ne kadar 'kendini bilmez George Zimmerman' özeline indirgenmiş olsa da ırka dayalı ayrımcılığın devlet aygıtında karşılığını bulduğu ve sistematik olarak uygulandığı açık. Sistemin yarattığı sınıfsal farklılıklar ortadan kalkmadıkça bu problemin de kısa vadede çözülmesi imkân dahilinde görünmüyor.

Mahkemeler elbette ki bu suçları cezalandırarak ırkçılığı birkaç çığırından çıkmış vatandaşın suçuymuş gibi gösterecek ve olayları bu şekilde kapatacak.

Her ne kadar demokrasi havariliği yaparak dünyanın geri kalanına medeniyet götürme iddiasında olsa da, Amerika'nın, iki yüzyıl önceden kalma kanunlarıyla ve çarpık sistemiyle "Vahşi Batı" imgesini kırması biraz zor. Lobilerin ve Super-Pac'lerin parasal güçleriyle siyaset içindeki varlıkları ise özellikle bu seçim döneminde benzeri görülmemiş bir seviyeye gelmiş olacak. Bu yaşananlar demokrasinin, özü itibarıyla, neden sermayeyle kol kola gezemeyeceğini anlamak için birebir. Hâlâ kafasında soru işaretleri olanların Amerikan demokrasisine bakmaları ve ders çıkarmaları yeterli.

*delikanlieylem@gmail.com

**BirGün

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.