Header Ads

John Locke Kesk Eylemindeydi Ya NeoLiberaller?

- GÖKSEL ARSLAN -
Voltaire'in kendisinden "Belki Monsieur Locke'den daha hakim bir esprit  (akıl, zeka, muhakeme) gelmemiştir” diye bahsettiği John Locke, onyedinci yüzyıl İngiltere’ sinde 1632 de dünyaya gelmişti. 1640 senesindeki Cromwell devriminde ortaya çıkan özgürlükçü iklimde şekillenmiş fikirleri Oxford’ da ki eğitimi sırasında belirginleşti.  Liberalizmin kurucu babası olarak tarihteki yerini alan  Locke, bugün de tartışılan  politik hukukun ana sorularından olan şu soruyu sormuştu.

İktidar kendi çıkarlarından başka  hiçbir kimsenin hakkını tanımaz biçimde kullanıldığında halkın böyle bir otoriteye karşı direnme hakkı var mı dır?  Soruya Locke olumlu cevap verir. Evet,vardır. Locke’a göre “sözleşmenin” ihlali, kişilere yalnızca bireysel direnme değil kolektif direnme hakkı da verir.

J.Locke, onyedinci yüzyılın ilk yarısında "İnsan haklarına saygıyı kaldıran devletin meşruiyeti kalkar, devlet zulmüne karşı direnme hakkı hakların en kutsalıdır" der ve ideo-politik felsefesinin özünü taçlandırır. Liberalizmin çıkış noktası da denebilecek hakların ve özgürlüklerin hukuksallaştırılması başka deyişle “siyasal iktidarı sınırlama” fikri ilk kez dillendirilmiştir  Aynı zamanda bu, toplumsal ilişkiler bütünü olarak düşünüldüğünde liberalizmin ideolojik kurucu öğesinin yetkin bir berraklıkta dile getirilişidir.

 Zorba (Tiran), iktidarı kendi çıkarları doğrultusunda hiçbir sınır tanımadan kullanan otoritedir.  Locke’a göre, iktidarın dışındakilerin hak ve özgürlüklerinin yok edildiği yerde zorbalık (tiranlık) başlar.  Zorbalık ve zulüm başladığında, halkın böyle bir yönetime karşı mücadele etme, direnerek özgürlüklerini kullanma  hakkı doğar. Zira en başta siyasal iktidar, hak ve özgürlüklere, kamu yararına uygun davranmak zorundadır. İktidarın otoritesi  hak ve özgürlüklerle sınırlıdır. Dolayısıyla bu sınırlar ihlal edildiğinde, halk haklarını koruyabilmek için siyasal iktidarın otoritesine karşı direnişe geçebilir.

Locke'un siyasal  iktidarın sınırlandırılması temeli üzerine  inşa edilen  fikirleri, liberal mecranın daima  hak ve özgürlüklerin kullanılması yönünde otoriter müdahalelerin karşısında yer alma ve siyasal otoriteye mesafeli durma anlayışını da beraberinde getirmiştir.  Ne var ki bu, yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren iktidar seviciliği, otoriteyi destekleme hali,  hak ve özgürlüklerin siyasal alandan buharlaştırılıp piyasa ilişkileri eriyiğinde çözülmesiyle ete kemiğe bürünen neoliberal mecra hegemonyasıyla ezilmiştir. Klasik liberalizm tarihin antika müzesine kaldırılmıştır.

Neoliberal mecra  hak ve özgürlüklere otoriter müdahalelere imkan tanımasıyla klasik liberal mecradan temelden ayrılır. Zira özgürlük anlayışı piyasa aktörleri de denen sermaye gruplarının özgürlüğüne, siyasal iktidar anlayışı güvenlik uygulamaları da denen hak ve özgürlüklerin sıfıra doğru daraltılmasına indirgenmiştir. Bireyin özgürlüğü değil sermayenin özgürlüğü esastır. Ortaya çıkan sınıfsal kutuplaşmanın ve sefaletin sonuçlarından sermayeyi güvenlik şemsiyesi altında tutmak elzemdir. Dolayısıyla zorba siyasal iktidarlar pekala desteklenir. Direnme hakkı asla kabul edilmez daha da ötesi “terörizm” gibi etiketlemelerle şeytanlaştırılır ve korku hissiyatı harekete geçirilir. Sonuç olarak hak ve özgürlükler kullanılamaz hale gelir.

Bu topraklarda ki neoliberal akım da her ne kadar kendisini klasik liberal özgürlükçü olarak sunsa da gerek siyasal iktidar (devlet) otoritesi ile aynı kulvarda hareket etmesi, gerek hak ve özgürlüklere müdahalelerde otoritenin yanında yer alması ile neoliberalizmin ana karakterini yansıtır.

KESK ve destek veren örgütlerin 28-29 Mart’ ta ki Ankara Kızılay eylemine neoliberal mecranın yaklaşımı bu ana karakterin ortaya çıkmasına, görünür olmasına yol açmış ve bir kez daha neoliberal özgürlükçülüğün ne olduğu anlaşılmıştır.

 4+4+4 olarak bilinen İlköğretim ve Eğitim Kanunu ve Kamu Görevlileri Sendikalarında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’na ilişkin itirazlarını kamuoyuna  duyurmak için 28-29 Mart tarihlerinde KESK’in yaptığı eylem siyasi iktidar ve otoritenin aşırı bir güç kullanımıyla karşılandı. Çeşitli illerden yola çıkan otobüsler akıl almaz gerekçelerle engellendi. Yüzlerce kişi toplu gözaltı uygulamasına maruz kaldı. Ankara ablukaya alındı. Kızılay’a ulaşabilenlere gaz bombası, tazyikli su, cop ve tekmelerle saldırıldı ve birçok kişi yaralandı. Saldırılarda helikopter ve panzerler kullanıldı.  

Saldırılara rağmen KESK açıklamalarında ısrarla şu cümlelerin altını çizdi.“Hazırlanış süreçlerinde görüş, öneri ve itirazlarımıza hiçbir şekilde yer verilmeyen bu düzenlemelere karşı yasal ve meşru hakkımızı kullanarak basın açıklaması yapmak en doğal hakkımızdır.”

Oysa siyasal iktidar ve otorite, açıklama yapma, itiraz etme, direnme hakkını terörize ederek adli  vaka haline getirmişti. Ankara Valiliği pes dedirten utanç verici açıklamasıyla polislere yönelik teşekkür mesajı yayımlayarak bu vahşeti “çağdaş güvenlik mühendisliğinin emsalsiz örneği” olarak sundu.

Neoliberal mecra, hakların ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına yol açan “çağdaş güvenlik mühendisliği” uygulamalarına karşı utangaçça eleştiren birkaç cılız ses dışında hayırhah bir tavır takındı. Önde gelen kimi temsilcileri KESK’in direnmesine karşı siyasal otoritenin yanında yer aldı.  Bugüne kadar ki özgürlük söylemleri, abartılı şiddete rağmen emekçilerin tavizsizce savunduğu hak ve özgürlük eylemlerinin altında kaldı. Zorba siyasi iktidar ve otorite ile mükemmel uyum içinde ilerlendiği, ortak mecranın gündelik çatışmaların dışında baki kalacağı ve bir devlet ideolojisi haline geldiği anlaşıldı

KESK eylem sonrası yaptığı açıklamayla AKP’ye seslenirken aslında neoliberal anlayışa da sesleniyordu.

“Meclisteki 326 adet sandalyesine güvenerek, demokrasiyi çoğunluğun diktası sanan AKP iktidarına sesleniyoruz. Demokrasi, dört yılda bir seçimlerle işbaşına gelen hükümetlerin seçildikten sonra dilediği gibi hareket etmesi değildir. Demokrasi, oy çokluğuna dayanarak keyfiyet uygulamak da değildir. Demokrasi, aynı zamanda halkın önemli kararların alınma süreçlerine örgütlü güçlerinin katılmasıyla, seçilmiş hükümetlerin bu süreçlerde eleştiriye tahammül göstermesiyle, düşünce ve ifade özgürlüğünün, örgütlenme hakkının sınırlarıyla da ölçülür. Bu ölçütlerden bihaber olduğunuzu biliyoruz. Sizde bilin ki; bizler her dediğinize, her yaptığınıza asla biat etmeyeceğiz.” 

Locke’çu anlayışın değil, Şili’de Pinochet, Arjantin’de Videla, Türkiye’de ki Evren dönemindeki politik-ekonomi anlayışının takipçisi neoliberal mecra, hakları ve özgürlükleri ortadan kaldıran siyasi iktidar ve otoritenin “güvenlik” çi müdahalelerine biat ederken aynı zamanda “özgürlük” söylemlerine kuşkusuz devam edecek. Emekçilerin hak ve özgürlüklerine müdahale olduğun da direnme hakkını kullananları şeytanlaştırıp özgürlük alanını terörize eden siyasi iktidarın yanında yer alacak. Devletin küçülmesi mistifikasyonuyla hak ve özgürlük alanları daraltılırken gerçekte devletin egemenlik alanı genişleyecek. Herhangi bir şehir de herhangi bir heykelin kaldırılması otoritenin iki dudağının arasından çıkan keyfi bir sözcüğe bağlı olacak. Emekçilerin hak ve özgürlükleri kamusal alandan piyasa ilişkilerinin bataklığına sürülürken görmezden gelecek fakat vicdan alanına dahil “din” kamulaştırılırken ve resmi din oluşturulurken alkışlayacak.

İktidar kendi çıkarlarından başka  hiçbir kimsenin hakkını tanımaz biçimde kullanıldığında halkın böyle bir otoriteye karşı direnme hakkı var mı dır? sorusuna, asla cevabını verecek. Siyasi otoriteye mutlak bağımlılık, hak ve özgürlüklerin daraltılmasına rıza muhafazakarlıkla eklemlenmiş neoliberal mecra içinden üretilecek. Emekçilerin itiraz imkanları, direnme şartları bir bir yok edilirken o “özgürlük” masalları anlatacak.

1 yorum:

Blogger tarafından desteklenmektedir.