İnsan Hayatı Dediğiniz Nedir Ki?
![]() |
- yazı: AYCA YILMAZ - |
İnsanlık muazzam bir teknolojiye ulaştı ama ne üretimi doğayla barışık bir biçimde planlayabiliyor, ne çocukların geleceğini yaşanabilir bir dünyada sürdürebilmesinin koşullarını hazırlayabiliyor, ne de kontrollü bir nüfus politikası geliştirebiliyor. Sadece kısa vadeli talan planları yön veriyor hayatımıza. Arada da ‘doğal felaketler’, kıtlık ve açlık haberleri izliyoruz medyada…
Oysa doğal felaketlerin ya da iklim olaylarının kıtlık ve açlığı, dolayısıyla kitlesel ölümleri tetiklediği bir dönemin başlangıcı, ürünlerin ticarileşmesiyle ve ticaretin küreselleşmesiyle başlamış. Britanya’ya ithaf edilen “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” tabirinden esinlenerek yazılmış ‘Üzerinde Güneş Batmayan Katliam’, doğa olaylarıyla insan toplumunun “felaket”leri arasındaki bağlantıları çarpıcı bir anlatımla ortaya koyuyor. Kitabın ‘Giriş’ bölümünün ustaca bir kurguyla kaleme alınmış olduğunu özellikle belirtmek gerekir. Bu kurgu içinden bir anlatımı aktaralım:
“Mısır’ın tarihi anıtlarına olduğu kadar, sıradan insanlarına da hayran kalan John Russel Young, ülkenin yeni hükümranı İngilizlerin her ikisine karşı da aşağılayıcı bir tavır takındığını görerek dehşete düşmüştü: ‘İngilizler, bu insanları kendileri için odunu kesen ve kuyudan suyu çeken, çalışması ve sırtında kamçı şaklatılmamışsa efendisine teşekkür etmesi gereken kişiler olarak görüyorlar. Bu anıtlar, onların gözünde sadece kendi müzelerine malzeme toplayacakları birer depo. Bunun için Mısır’ı talan ediyorlar; tıpkı Lord Elgin’in Yunanistan’ı talan ettiği gibi.’ Young ayrıca, artık İngilizlerin denetiminde bulunan dış borç ödemelerinin bindirdiği muazzam yükün de en yoksul ve şimdi açlıktan kırılmakta olan kesimlerin sırtına bindiğini yazıyordu.”
Buradan hemen kitabın ileri bölümlerinden birine ve Mısır’dan Çin’in Kuzey Şanşi bölgesine sıçrayalım:
“Burada, 1877 ve 1900’deki kuraklık felaketleri, 1928 ile 1931 arasında 3 ila 6 milyon kişinin ölümüne neden olan ‘Büyük Kuzeybatı Kıtlığı’nda bir kez daha tekrarlanmış, her bir kıtlıkta yoksulluk, topraksızlık ve ücretli çalışmaya bağımlılık bir kat daha artmıştı.”
Kitabın başka bir bölümündeki tabloya sıçrayıp, 1877 kıtlığında Şanşi’nin 1 milyon nüfuslu Tai Yuen kentinde 950 bin kişinin öldüğünü, yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için bir kez daha belirtmek gerekirse, ölüm oranının yüzde 95 olduğunu vurgulayalım. Nüfusun önemli yüzdelerinin açlıktan yok olması bile, topraksızlığı ve ücretli çalışmaya bağımlılığı artırdıysa, bu hiç kuşkusuz tarımın daha fazla ticarileşmesiyle bağlantılı olmak durumundadır.
Nitekim hemen Hindistan’a geçelim ve Britanya sömürge yönetimi altında kıtlıkların kitlesel ölümlere yol açtığı bu ülkenin tarihine göz gezdirelim:
“Ashok Desai’nin son araştırmaları, ‘Ekber Şah’ın imparatorluğundaki ortalama gıda tüketimi, 1960’ların başındaki Hindistan’a göre hatırı sayılır ölçüde yüksekti’ sonucuna ulaşıyor. Babür devleti, bunun yanında, ‘köylülerin korunmasını asli yükümlülüklerden biri olarak görüyordu’ ve çok sistemli olmasa da, insancıl yardım faaliyetlerinin yürütüldüğünü gösteren sayısız örnek var karşımızda. Çin’deki çağdaşları gibi, Babür hükümdarları Ekber Şah, Şah-ı Cihan ve Şah Evrengzib de siyasette dört temel ayak üzerinde durmaktaydılar: Gıda ihracının yasaklanması,spekülasyonlara karşı fiyat düzenlemeleri, vergi yükünün hafifletilmesi ve karşılığında çalışma şartı aranmaksızın ücretsiz gıda dağıtımı. Tam da Britanyalı faydacıların aforoz edeceği şeylerdi bunlar. Ayrıca, tahıl ticaretini de kamu yararına yönelik büyük bir gayretle denetim altında tuttular. Hatta, dehşete kapılan bir Britanyalı yazarın fark ettiği üzere, bu ‘oryantal despotlar’, kıtlık zamanlarında köylülere eksik tartım yapan tüccarları, eksik kalan miktarla aynı ağırlıkta bir organ parçasını vücutlarından kopartarak cezalandırıyorlardı.”
Dahası da var:
“Britanyalılar, Hindistan’ı ‘sonu gelmez açlık’tan kurtardıklarını iddia ededursunlar, Hintli milliyetçilerin saygın dergi ‘Journal of the Statistical Society’de 1878 yılında yayınlanan bir çalışmadan yaptığı alıntıda, 120 yıllık Britanya egemenliğinde kayıtlara geçen otuz bir ciddi kıtlığa karşın, önceki iki bin senenin tümünün kayıtlarında yalnızca on yedi kıtlığın yaşandığı belirtiliyordu.”
Evet, Mike Davis, Üzerinde Güneş Batmayan Katliam’da, Muson ve El Nino / Güney Salınımı gibi doğa olaylarının yarattığı felaketleri, kuraklığı takip ediyor ve bunların milyonlarca insanın yaşamına mal olmasıyla, bizzat insan faaliyetleri arasındaki bağları gözler önüne seriyor. Kitabın tanıtımında da vurgulandığı üzere, “Doğa ana bu kadar büyük bir katliamı pek nadiren tek başına düzenleyebilir. El Nino’nun da suç ortakları vardı: Altın standardı ve Yeni Emperyalizm. Geleceğin “üçüncü dünya”sının, yani insanlığın sahip olanlar ve olmayanlar şeklinde, telafisi olanaksız bir biçimde bölünüşünün ana hatları, on dokuzuncu yüzyılın alacakaranlığında, iklim ile dünya ekonomisi arasındaki ölümcül etkileşimler eliyle çizilmiştir.”
‘Viktorya dönemi’nin emperyalist günahlarını sergileyen ve bugünün dünyasının şekillenmesinde emperyalizmin tarihsel bakımdan nasıl “yer tuttuğunu” gösteren ‘Üzerinde Güneş Batmayan Katliam’, aslında gözümüzün önünde duran ve kolayca sorabileceğimiz soruları da akla getiriyor. İnsani trajedileri “doğal felaketler”in üzerine atan ve “ilahi takdir” diyerek geçiştiren bir devletlû gelenekten geldiğimizi hatırladığımızda, sadece depremleri izleyerek “doğal felaket” denen şeyin asla sadece “doğal” olmadığını bir kez daha vurgulayabiliriz. Her “doğal felaket”e bir insan eli değiyor mutlaka.
Ve daha fazla kâr için her malzemeden çalan kapitalizm, insan eliyle yaratılmış en büyük felaket olabilir mi mesela?
Üzerinde Güneş
Batmayan Katliam
Mike Davis
Çeviren: Umut Haskan
Yordam Kitap
2012, 456 sayfa, 28 TL.
YORUM YAZIN