Header Ads

Kadın: Doğar, Acır, Ölür

- GÜLSÜNAY UYSAL -
Dikkat! Bu yazı bir hayli arkaik düşünceler içerir. Çünkü kadın emeğinin sömürüsü eskiye dayanır ve ancak tarihsel bir okumayla anlaşılır.

“Tüm bu halkını aldatan hükümdarların erkek olduğunu keşfettim. Ortak yanları, hırsları ve çarpık bir kişilik, paraya, cinselliğe ve sınırsız güce karşı doymak bilmez bir iştahtı. Dünyaya kötülük tohumları eken, halklarını talan eden erkeklerdi bunlar; kalın sesli, inandırma yeteneğine sahip, tatlı sözler seçip söyleyen, zehirli oklar atan erkeklerdi. Gerçek yüzleri, ancak ölümlerinden sonra ortaya çıkıyordu. Böylece, tarihin aptalca bir inatçılıkla kendini tekrarladığını keşfettim.”[1]

Kadınlar Nasıl Evlere Tıkıldı?

“Kadın, kontratla elde edilen bir maldır; taşınır bir maldır, çünkü malik olmak senettir; nihayet kadın, açık konuşursak erkeğin eklentisinden başka bir şey değildir.”[2]

‘Makbul vatandaş’ına[3] evliliği dayattı toplum. Evliliği yani tekeşliliği. Kapitalizm zengin(ler) istedi. Zenginlere ise bir kıyafet biçti: Tekeşlilik.[4] Çünkü büyük zenginlikler erkeğin ellerinde toplanmalı ve miras yoluyla aktarılmalıydı bu erkeğin çocuklarına. İşte bu devretme arzusu erkeğin değil kadının tekeşliliğini getirdi. Hiçbir şey erkeğin çok eşliliğini engelleyemedi. Fuhuş kaybolmadı. Aksini öngören Engels belki de yanıldı. Erkeğin cinsel arzularının kontrol edilemediğini, kadının daima bir iffet içinde varoluşunu öngören zihinler eşzamanlı perçinlendi. Erkek aldattı. Farklı yerlerde farklı yaşamlara farklı tohumlar attı. Zenginliğini çoğalttı. Belki de kadın da. Ama ne kadının ne erkeğin aldanışları su yüzüne çıkamadı çünkü toplumun bunlarla yüzleşmeye tahammülü yoktu. Medeniyet peşinde yaratılan modernizm safsatasının da nelere mal olduğuyla yüzleşmeye cesareti…

Tekeşlilik kurumsal bir örtü olarak kaldı yalanlara. Adı: Evlilik. Belki de Fourier’nin şu sözüydü aldatmalara damgasını vuran: “Gramerde iki olumsuzluğun bir olumluluk değerinde olduğu gibi, evlilik pazarlığında da iki fuhuşun bir fazilete eşdeğerli olduğu söylenebilir.” Bugün ne çok var hiç bilmiyoruz? Faziletli çiftlerin, sermayedar (hatta yeşil renklilerin) babalarının; “Milliyetçi”zihniyetlere kurgulanmış, eğitimlerini ecnebi memleketlerde almış şanslı çocuklarından(!). Erkek zafiyetlerle yaratılmış bir mahlukat. Nasılsa büyük bir sığınak: Madem dilerse yolu var 4’e kadar.[5][6] Diye anlamak isteyince anlayan yeşil renkli zenginlerin adaleti en iyi şekilde kullanacaklarına inançları tam gibi göründü şimdi buradan. Tek eşli ailenin zaferi, tartışma götürmeyen bir babaya boyun eğmiş kadın ve çocuklar meydana getirmek ve erkeğin egemenliğidir. Bu çocuklar önemli. Çünkü onlar ki bir gün babanın servetine sahip çıkacak olan yeşertilerdir.

“Hisler ve fikirler gibi erkekler kadınlar arasındaki ilişkileri anlayış şekilleri de altüst oldu. Kişinin haklarıyla kamunun haklarının ve neticede kişinin görevlerinin sınırlarının yeniden belirtiliyor. Bu, yavaş ve çoğu ağrılı bir ölüm ve doğurma sürecidir. Bu cinsi ilişkiler, evlilik ve aile alanlarında da doğrudur. Erkek için özgürlük ve kadın için kölelik, ayrılma zorluklarıyla burjuva evliliğin çirkefliği, çürümesi, cinsel ilişkiler ve cinsel ahlakın iğrenç yalanı en iyi kişileri derin bir iğrenme duygusuna kaptırıyor.”[7]

İşte velhasıl zengin erkek (yeni orta sınıf erkeği, sistemin kazananı, burjuva ya da aile “REİS”i) kadınının evde kalmasını planladı. Bununla yetinmeyip vaktini nasıl geçireceğini de tasarladı. Aileyi idare eder, çocuk doğurur, besler, kocasına bakar! Ne yazık ki bakıma muhtaç erkekler üreten annelere öfke duymalıyız. [8] Kadın tüm enerjisini ailesi için bir takım görevler yerine getirdiği algısıyla kapatıldığı evin için de tüketir. Ev içindeki –ücretsiz- işgücü hakkında kadın üç maymun!

Kadınların ev içindeki ödenmeyen emeklerinin karşılığı için sunulmuş öneriler Sibel Özbudun ve Cahide Sarı’nın, Erkekler Kadınları Sömürüyorlar mı? adlı makalesinde derlenmiştir. Kadının bu emeğinin karşılığını hizmetleri hesaplanarak eşinden alması gerektiği ve/veya eşinin patronunun bunu karşılaması gerektiği şeklinde farklı görüşler var.[9]

Kadın: Ucuz İşgücü 

Kadınlar ev içindeki köleliğe karşı ayaklanmadı değil. Tam da o aynı süreçte sanayi, makineler vesaire… Bu sefer kadının evde yaptığı, ürettiği her şey düştü üretim bandına. Ve bu sefer kadınlar fabrikalara. Ama kapitalizm kadını özgürleştirmekten ziyade adeta kadını erkekten daha fazla sömürmek için yuvasından çekip çıkardı. Toplumsal üretime itildi kadın. Kapital tarafından sömürülen kadın, özgür emekçinin sefaletlerine tahammül eder ve üstelik geçmişin zincirlerini taşır.[10]

Bugün kadın kendilerine ihtiyaç duyulunca hizmete çağrılan, çalışmalarına gerek kalmayınca da evlerine gönderilen yedek işçi ordusu olmaktan çıktıysa da ihtiyaçları doğrultusunda değerlendirilip erkeğe oranla az ücret alıyor. Bu sömürü düzeninde evli kadın bekâra göre daha çok talep edilir ve dolayısıyla da daha büyük bir mağduriyet içindedir:

“Fabrikatör M. E. Makinayla ilgili işlerde yalnızca kadınları kullandığını belirtti; bu bey, evli kadınları, özellikle kalabalık ailelerde evli kadınları tercih eder; çünkü evli kadınlar bekarlardan daha dikkatli olurlar ve daha disiplinli çalışırlar, üstelik geçim araçlarını sağlamak için tükenene dek çalışmaya zorunludurlar. Böylece kadını en iyi tanımlayan erdemler onun zararına çalışırlar. Kadının tabiatında ahlak ve yumuşaklık gibi ne varsa sefalet ve köleliğinin aracı olurlar.”[11]

Hakkını alamayan modern kadının çilesi bu kadarla kalmaz. Erkek ile eşit olmayan şartlarda da olsa çalışır. Fakat kadın için mesai bitmez. Çünkü evdeki görevleri başlar. Mutfağa girer. Toparlar. Karnı doyan erkek dinlenmeye çekildiğinde kadın çocuklarla ilgilenir. Güne gözünü açıp kapayana kadar görevlerle donatılmış bir hayat yaşar kadın. Kadın iki kere sömürülür. Hayır! Böylesine yorgun bedenini uykuya bırakmadan evvel yerine getirmesi gereken bir görevi daha vardır erkeğine karşı –kadın istemediği halde erkeği istiyorsa-. Kadın üç kere sömürülür. Evin dışında eşit olmayan koşullar altında hak etmediği ücretlerle, evin içindeki “angarya”larda harcadığı ücretsiz işgücüyle ve yatak odasındaki isteksiz bedeniyle.

Bir yandan da bilgi toplumunda yaşadığımız bugün artık erkeğin bilek gücünün ya da kadına fark koyabileceği yetilerinin öne çıktığı sistem çoktan rafa kaldırıldı. Kadınlarla erkekler arasında fark yaratabilecek bir çalışma ortamı yok. Yani fizyolojik olarak aynı şartlardalar. İşler akıl gücüyle ve bilgisayarlar aracılığıyla yürüyor ve kadınlar da burada kendilerini en az erkekler kadar gösteriyorlar. Bu geçişi yavaş yavaş hissediyoruz… Belki de post endüstriyel süreçlerde postmodern feminizm ile ister istemez yüz yüze kalıyoruz.


‘Postkadın’a Doğru

“Postmodern bir feminizm akılcılığın erkeksi tekyanlılığını yadsıyacak, ama onun yerine feminist bir tekyanlılık koymaya çalışmayacaktır. Tersine, sadece tek (eril) bir gerçeklik olmadığı, birçok gerçeğin bulunduğu ve onların hiçbirinin bir cinse ayrıcalık tanımayacağı görüşünü benimseyecektir.”[12]

Radikal feminizm “kadınlığın özü”ne hitap etti; liberal feminizm, kadının dışlandığı bütünsel, akli bir politik bilincin varlığına inandı, sosyalist feminizm ise kapitalizm tarafından yabancılaşmaya uğratılan bir “gerçek insan doğası”nı kendine temel aldı. Bu evrensel insan öznelere karşılık postmodern bireyin benliğini akışkan, şartlara bağlı ve daima çatışkılı kimliklerin ve öznellilerin alanı olarak düşünüyor. Modernizmin birleştirici ve homojenleştirici bakışına karşılık, postmodernizm ayrışma ve heterojenliğe vurgu yapıyor.

Feminizm, cinsel eşitlik talebi, toplumsal cinsiyet rolleri ve eşitsizlikleri konusundaki “geleneksel” anlayışlarından kesin bir kopuş olduğu için modernist denebilir. Kapitalizmin gelişmesi ve modernite, daha önceden donmuş ve değişmez kabul edilen bir dizi toplumsal ilişkiyi parçaladı. Modernite, eski düzenin keyfi otoritesinin artık geçerli olmayacağını vaat etti.

Postmodernizm, dünya hakkındaki Aydınlanmacı düşünce tarzına özgü olan ve öteden beri süregelen pek çok temel ikiye bölünmeye (dichotomy) karşı mücadele ediyor. Bilginin öznesi ile nesnesinin birbirinden ayrılması erkek bilgisine yönelik feminist eleştiriyi güçlendiriyor ve bütün bilgilerin yorumsal ve konuma bağlı olduğunu kabul ediyor. Postmodern bir feminizm, dünya hakkındaki bütün ikici düşünce biçimlerinin ve dünya kavrayışlarının temeli olan akılcı epistemolojinin yapıbozumu için elverişli bir konumdadır.

Postmodernizm eğer bir anlatı-ötesinin eleştirisiyse ya da bunlara kuşkuyla bakmaksa, bir siyasi proje olarak sosyalist feminizm nereye yerleştirilecek? Di Stefano: “Postmodern proje, feministler tarafından ciddi şekilde benimsenirse, büyük olasılıkla, herhangi bir feminist politika imkansız olacaktır.” Diyor. Yine de postmodernizmde sosyalist/radikal bir feminist pratik için potansiyel olarak güçlendirici yönler bulmak mümkün.[13]

Kadın: Doğar, Acır, Ölür

Aslında hepimiz biliyoruz kadın için yaşamın her yerde acı olduğunu. Ataerkil hakimiyet ve töre toplumda varlığını ısrarla korumaya devam ettikçe yaşam bizler için hep bir mücadele alanı olacak. Ve biz vazgeçmeyeceğiz: Kadın canımızı alan erkek törelerin canını almaktan!

Kadın; bir döl aracı…

Kadın; babasının ataerkilliğinden kocasının ataerkilliğine sersemleşen…

Kadın; hayvan, silah karşılığında takası mümkün olan ve sadakatsizliği ölüme bedellenen.

Şüphe: Kadın!



[1] Neval El Seddavi
[2] Balzac, Evliliğin Fizyolojisi
[3] Füsun Üstel, “Makbul Vatandaş”ın Peşinde
[4] Engels: “Şimdi, tekeşliliğin tamamlayıcısı olan fahişeliğin temellerinin kaybolacağı ne kadar kesinse, o kadar kesin olarak, tekeşliliğin bugünkü ekonomik temellerinin, ortadan kalkacağı bir sosyal devrime doğru ilerliyoruz.” (Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni)
[5] “Eğer hanımlarınız arasında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, sadece bir tane ile yetinin.” Nisa Suresi, 3
“Ne kadar isteseniz kadınlar arasında adaletli davramaya güç yetiremezsiniz.” Nisa Suresi, 129
[6] “Napolyon kanunu metresini eve götürmediği sürece bilhassa bu hakkı ona (erkeğe) vermiştir.” (Kadın ve Marksizm, Marks, Engels, Lenin, Stalin, sf: 90)
[7] Clara Zetkin, “Defterimden Notlar” Lenin’e Olduğu Gibi, Yayınlar Bürosu, 1934.
[8] “Üzgün olmaktansa öfke duymayı yeğelerim.” Ulrike Meinhof
[9] Sibel Özbudun, Cahide Sarı, Temel Demirer, Küreselleşme, Kadın ve “Yeni” Ataerki, sf. 112.
[10] Paul Lafargue, Kadın Sorunu, Edition de l’oeuvre, Paris, 1904.
[11] Marx, Kapital l, XIII, s. 346 – 347. “Ten Hours Factory Bill” The Speech of Lord Ashley London, 1844, s. 20
[12] Susan Hekman
[13] Ronaldo Munck, marx@2000, sf. 122, 123, 124

1 yorum:

  1. helal olsun. ağzınıza, yüreğinize sağlık.. yazılanları birebir yaşayan, gören, işiten biri olarak tercüman oldunuz hislerime. Bu, kapanmaz bir yaradır. Ne mutlu anaerkil Hitit toplumuna..

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.