Müesses Nizam'ın Rengi: Zenofobia
![]() |
- GÖKSEL ARSLAN - |
Bülent
Somay “Tarihin Bilinçdışı” adlı
kitabında şu soruyu sorar. "Her savaşı çeşitli iktisadi nedenleriyle,
dünyadaki egemenlik paylaşımı ilişkileriyle açıklayabiliriz. Ama bu, bize şunu
açıklamaya yetmez. Niye bir takım insanlar gider de savaşta öldürdüğü adamın
kulağını kesip boynuna asar? Yani hiçbir iktisadi gereklilik bunu yapmayı
kimseye emretmiyor.”
Sorunun çözümlemesini ise toplumu devletle birlikte bütün
olarak kavramımızı sağlayacak kavramsal bir ideo-politikaya oturtur.
“Sorun şu; savaşa gidip -son yaşadığımız iç savaş mesela-
orada öldürdüğü militanların kulaklarından kendine kolye yapabilecek adam da
olmazsa o savaş yürütülemezdi… dolayısıyla iki şey gereklidir… iktisadi,
sosyal, tarihsel nedenleri var bir tarafta. Ama bir de bunu yapacak insanlar
lazım. O insanlar ancak zenofobiyle, öteki nefretiyle doldurulmuş insanlar
olursa bunu yapabilirler.”
Zenofobi! Belki de bugünler de en fazla üzerinde tepinmemiz,
görünür kılmamız gereken kavram.
Bir takım kişilerin tanımadıkları, hayatlarında hiç
görmedikleri insanları vahşice öldürmeleri çete, Ergenekon vb ilişkilerle
açıklanırken zenofobik ideo-politikanın payı ne tarafa düşer? “Hiçbir iktisadi gereklilik bunu yapmayı
kimseye” emretmemesine rağmen Hristiyan dinine mensup insanların boğazı bıçakla
hangi saikle kesilir? Anadolulu Ermeni solcu
bir aydın veya bir rahip katledilirken hangi nefret duyusu hakimdir.
Devletin ideolojik aygıtları zenofobianın labirentlerinde dolaşarak AKP nin,
CHP’nin, Türk İslamcılığın, milliyetçiliğin, muhafazakarlığın,
mukaddesatçılığın, cemaatlerin, sosyal şövenizmin şu veya bu mecrasında kendi insan tipini
yaratır. Bu mecralarda bireyin kişiliğini, zihni algısını inşa eder hatta
kontrol eder. Dünya asla bir arada olamayacak “biz ve onlar” tarifiyle ikiye
bölünmüştür. Kişisel veya toplumsal yaşadığımız bütün “melanet”lere “onlar”
sebep olur. Her yaşadığımız “onlar”ın komplosudur. “Onlar” olmasa büyük,
müreffeh, korkulan devlet olmak kaçınılmazdır. Paranoya kesin inanç haline
gelir. “İç düşmanlar ve dış düşmanlar” toplumsal olduğu kadar kişisel olarak da
hayatımızı mahveder. “Biz”in birbirinden farklı varyantları olmasına rağmen
“Türk ve Müslüman” zemini o varyantların neşv ü nema bulduğu odaktır.
Dolayısıyla o zemini herkese kabul ettirmek lazımdır.
Kavramsal olarak kendinden olmayandan, farklıdan “düşmanca korku
ve onu yok etme” anlamında olmasına rağmen zenofobia her coğrafyada farklı
biçimlerde inşa edilir. Bu topraklardaki ana karakteri, milliyetçilik,
ulusalcılık, muhafazakarlık, mukaddesatçılık, sosyal şövenizm arasındaki çizgilerin
belirsizliği ve fikri geçişgenlik olarak ortaya çıkar. “Müesses Nizam” tüm bu
politik akımları absorbe ederek kendi rengini verir. O renk zenofobianın
rengidir. Zirve Yayınevi katliamı öncesi utanç duyulacak fikri birlik
hatırlardadır.
18 Nisan 2007'de, Malatya'daki Zirve Kitapevi'ne yapılan
baskında biri Almanyalı ikisi Türkiyeli üç Hristiyan’ın boğazları kesilerek
öldürülmüştü.
Zenofobik dünyanın popüler isimlerinden Hakan Albayrak’ın Hristiyanlığa
karşı milliyetçi mukaddesatçı nefreti
16.07.2005 tarihli Milli Gazete’de şöyle yer aldı. “Misyonerlik
sömürüye, emperyalizm, katliama hizmet ediyor. Dolayısıyla misyonerlik bir
insanlık suçudur.Türkiyenin her yerinde mantar gibi biten apartman kiliseleri ‘Anadolunun
müslümanlardan geri alınması’ hedefine kilitlenmiştir… Bu kiliselere insan
hakları, ifade hürriyeti, din özgürlüğü, demokrasi vs. namına tahammül etmemiz
gerektiğini söyleyenler ya cahildir, ya aptaldır, ya da haindir.”
Ocak 2005’de Rahşan Ecevit” Ülkemizde kiliseler yer yer apartman katlarına
kadar yayıldı. Kimi vatandaşlarımız kah ikna yoluyla kah çıkar sağlanarak
Hırıstiyan yapılıyor.” derken AKP hükümetinin diyanetten sorumlu Devlet Bakanı
Mehmet Aydın aynı tarihlerde benzer fikirleri paylaşmıştı.
Sabah Gazetesi’nin
28.03.2005 tarihli nüshasındaki habere göre Aydın, “Misyonerliğin masum bir din
tebliği veya din hürriyetini kullanma olayı olmadığını aksine siyasi amaçları
olan son derece planlı bir hareket” olduğunu söylemişti.
O yıllarda
milliyetçi-mukaddesatçı damarı baskın olan illerde siyasiler, bürokratlar ve
akademisyenler kimi zaman din elden gidiyor kimi zaman ülkemiz bölünüyor temalı
konferanslar düzenlemekte, açıkça
nefret suçu işlemekteydi. Şu anda AKP milletvekili olan eski İstanbul Valisi
Muammer Güler’in, Samsun Valisi iken 19 Mayıs Üniversitesi ile birlikte
düzenlediği “Misyonerlik Faaliyetleri ve Pontusçuluk Propagandalarına Karşı
Halkın Bilinçlendirilmesi “ konferansında dile getirdiği sözler zenofobinin açık
örneğiydi. “Karadeniz bölgemize yönelen bazı faaliyetler var. Özellikle Doğu
Karadeniz Bölgesinde ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde misyonerlik bu bölgede de Pontusçuluk faaliyetlerini
görmekteyiz.“ (1)
Zirve
Yayınevi katliamı toplumu dehşete düşüren haliyle hafızalara kazındı. Bu
dehşeti adım adım hazırlayan açıklamalar ve faaliyetlerle birlikte.
***
Birçok olgu göstermektedir ki gerek devletin ideolojik aygıtları gerekse
“sivil toplum kurumları” laiklik, dindarlık, ulusalcılık, şeriatçılık gibi
tartışmaların arasında birbiriyle sıkı ilişki içinde ve zenofobi temelinde
biçimlenerek devletin resmi ideolojisinin parçasını oluşturmakta. “Müesses
Nizam”’ın ezelden ebede sürmesindeki ortak fikir zemini aslında zenofobik manada bütün politik akımların
beslendiği esas kaynak. Dolayısıyla devletin yürütme aygıtının muhafazakar, “sosyal
demokrat”, liberal, milliyetçi ekibin elinde olması “diğeri” için ne yazık ki fark
yaratmamakta. Sonuç olarak “Türk ve Müslüman” olmayanı ortadan kaldırma, yerinden etme, ezme, hareketsiz bırakma veya
kendine benzetme gibi nihai amaçların hegemonyası devam etmekte.
Devam etmekte fakat belki de
Dink davasının dosyaları arasında buharlaşarak yok olan ”laik-muhafazakar-milliyetçi-mukaddesatçı“
örgüt ilk kez bu haliyle göründü. Yap boz parçaları ilk kez eksiksiz
tamamlandı. Belki de cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, dava hakimi, savcısı
açıklamalarını bunun şaşkınlığıyla yaptı. Yakalanmanın şaşkınlığıyla. Belki de
ilk kez müesses nizamın belirleyici renginin zenofobi olduğu ortaya çıktı. Liberal
akım günlerce yazıp çizdiği “kanatlar teorisini” belki de o bütünlüğü görmemizi
engellemek için ortaya attı. Kim bilir belki de cemaati, askeri, polisi,
bürokratı, müesses nizam ilk kez karşımızda, çıplak. Zenofobik ortak devlet
aklı. Adeta “toplumsal ruhani
aura”. Yok edilmesi gereken tetikçisinden
cumhurbaşkanına bilinen “kasabanın sırrı.”
YORUM YAZIN