Hepimiz “Terörist Gazeteci” Olmalıyız
| - MUSA KURT - |
İlk TUTUKLU GAZETE tecrübesi ile ilgili sizleri tebrik ediyorum. İkinci sayısına da katkıda bulunmak istedim.
Gazeteciler tutuklu… Ve sayıları her geçen gün artıyor… Ülkemizi dikensiz gül bahçesi gibi görmek isteyenler yeni hapishaneler inşa ederken bizim hiç de masum olmadığımızı fetva ediyorlar… Bombalarla, silahlarla, illegal örgütlerle ilişkiliymişiz…
Çok sık duyuyoruz bu sözleri değil mi? Van’da ölüm kalım savaşı veren, açlıkla boğuşan halk, ölümlere-acılarına tepki gösterdi diye terörist ilan edildi. Gaz bombalarıyla, coplarla “gereken yapıldı”, “bizi eleştirirsiniz ha…” dendi!
11 ay sonra neyle suçlandığımızı ancak öğrenebildik. Yeni belli olan iddianamede diyor ki...
TEKEL işçilerinin eylemine katıldı. Suç!
Parasız eğitim isteyen öğrencilerin eylemine katıldı. Suç!
Sendikalaştığı için işinden atılan Türkan Albayrak’ın dayanışma eylemine katıldı. Suç!
Demokratik hak talebinde bulunmak suç… Kaldı ki, ben bu eylemlere gazeteci olarak katıldım. Haberleştirdim. İşte, o zaman daha büyük suç! Doğruyu yazmak, sorgulamak “terör eylemi yapmak” olarak gösteriliyor.
Gazeteciler terörist, işçi terörist, köylü terörist, öğrenci terörist… Uzayıp gidiyor. Karşı mı çıktın, ezilenin-mazlumun yanında mı yer aldın? Mesleğin ne olursa olsun hedefe konulursun!.. Ya bizdensin ya da…
İşten kovmalar, tehditler, tutuklamalarla; sorgulayan, gerçeği arayan ve bulduğu gerçeği halka ulaştırmaya bir onur sorunu olarak bakan gazeteciler “yeniden eğitilmek” isteniyor.
Öyle ya, Tayyip Erdoğan’ın şovlarını alkışlamalı gazeteci, Ortadoğu’da sefere çıkan “dünya lideri”ne övgüler yağdırmalı. Ya da memlekete demokrasi geliyor, bütün çeteler tasfiye ediliyor diye alkış tutmalı. Her gün Kürt halkını hedef göstermeli. “Teröristler”in tutuklanmasını haklı göstermeli.
Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da bombalardan önce yalan haberler yağdırıldı halkların üzerine. Gazeteci psikolojik savaşın bir neferi olmalı!
Efendide olur da, uşaklarında olmaz mı? Ne de olsa AB’den, ABD’den ithal ettikleri “ileri demokrasi”leri var.
“İleri demokrasi”nin kurmayından brifing almaya gider medya patronları... Sonra başlıkları; “Obama’nın Tayyip Erdoğan’ı yılda bilmem kaç kez telefonla aradığına” dair dev puntolar süsler!
Oysa ki; bu ülkenin tarihinde Hasan Tahsinler’den Sabahattin Aliler’e, Rıfat Ilgazlar’dan, Engin Çeberler’e uzanan bir basın geleneği de var. Ve dayatılan bu iki gelenekten birini seçmektir.
Kuşkusuz gazete patronlarıyla basın emekçilerini bir tutmuyoruz. Ancak “patronunun sesi” gazetecilik mi, halkın sesi gazetecilik mi çatışması bir gerçektir.
Van’da on binlerce insan bilinçli olarak sürgün edilirken, Dersim operasyonlarla, barajlarla boşaltılmaya çalışılırken iktidarın “Dersim Özrü”nü sorgusuz sualsiz tarihsel akış olarak değerlendiren yazarlarımız var ki, iktidarın başka bir saldırısında hedef olmaları da mümkün…
Tarihsel olarak şekillenen vicdan kriterlerinin, gerçeklere sadık kalmak ve halka doğruları ulaştırmanın sorumluluğunun yerini; “akreditasyon” kriterleri ve patrona olan sorumluluklar almışsa oturup kara kara düşünülmeli.
Bakın artık gazete manşetlerini dahi polis arttırıyor. ANF’nin “polis haberi yaptı, gazeteciler KCK operasyonlarını böyle yazacak” başlıklı haberinden bir gün sonra gazetelerin sayfalarını bu haberler süslüyor…
Doğru haber almak bir haksa -ki haktır- gazeteciler de haberi tüm gerçekliğiyle verme sorumluluğu taşımalılar. Sorgulayıcı, halkın sesi gazeteciliğin, meslek onurunun gereğidir bu.
Çok duymuşsunuzdur; “ben doğru yazıyorum ama merkez haberi yayımlamıyor, değiştiriyor…” der muhabirler. Bunu söylemek ne kadar haklı çıkarır, gerekçe olabilir mi bu tarz cümleler?
Haberine sahip çıkmak, halka ulaşması için tartışmak, bunun mücadelesini vermek mesleğine, onuruna saygının gereğidir. Tersi durumda bunun sonu yoktur…
Evet, yaşananlara basın emekçilerinin “yeniden eğitilmesi” denebilir. Sunulan tercihler keskin ve köşeli… Ya patronun sesi, ya halkın sesi… Ya sorgulayan, ya onaylayan…
Ya geçmişi tartışır görünüp bugünü aklama ya da bugünü sorgulama…
Ya polisin sesi, ya gerçeğin sesi…
Ya emperyalist saldırılara “iliştirilmiş” gazetecilik, ya gerçeklerin yılmaz savaşçısı…
Çuvaldızı başkasına batırmadan önce iğneyi kendine batırma cüreti göstermeli gazeteciler. Basına ve basın emekçilerine saldırıların bu kadar artmasında “konumumu kaybetmeyeyim” hesaplarının hiç payı yok mu?
Devrimci sosyalist basına saldırılar sürerken susmanın hiç payı yok mu? Hatta bazen bu saldırıları polis ağzıyla meşrulaştırmanın?
Yaşam öğretiyor. AKP’nin “yeniden eğitimi” unutulan gazeteci özelliklerini yeniden hatırlatıyor. Sorgulayan, gerçeğin yılmaz savunucu, halkın sesi, örgütlü gazeteciliği…
Hiçbir zalimin kadri mutlak değildir. Hiçbir zulüm, sonsuza kadar sürmez. Bugünün zulmünü teşhir etme onuru da bugünün gazetecilerinin olacak. Sorun “terörist gazeteci” olmakta. Gerisi gelir…
20 Ocak 2012’de Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde olacağız. Fotoğraf makineleriniz, kalemleriniz, kâğıtlarınızla sizleri bekliyor olacağız. El sıkışamayabiliriz ama gerçeğe gönül verenlerin buluşmasına hangi zalim engel olabilmiş ki?
Musa KURT
Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi
B2-3-57 Koğuşu
ANKARA
YORUM YAZIN