Header Ads

"Dostlar Alışverişte Görsün" Oyunu Mu Bunun Adı?

- TUĞÇE ÖZSOY -
Birleşmiş Milletler'in Palmer raporundan bu yana hafakanlar basıyor. Çünkü toplu bir şekilde taraflar tüm dünyayla alay ediyormuş gibi algılıyorum; üzgünüm. Ve bu 2 cümleden kesinlikle çıkarılmaması gereken şeyin Mavi Marmara olayını olumladığım olmadığını da not düşmem gerekiyordur belki; malum, herkes alınganlık havasında. Aynı şeyleri savunan insanlar bir dalaşa girmiş durumda. “İyi” şeyleri savunanlar iyi görüşlerinden, “kötü”leri savunanlar kötülerinden; öylesine anlamsız bir ortam.

“Ortadoğu'nun iki 'DEMOKRASİ'' figürü” birbirine tehditler savuruyor ve ne menem bir şeydir ki; en net görebildiğim şey bu. Olmayan demokrasi, özgürlük, hak ve güvenin ışığında, garip bir şekilde taraflar demokratlığını yarıştırıp, bir diğerini “faşist ve ırkçı” olmakla suçluyor. Her iki taraf da mükemmel derecede emin kendisinin “ak”lığından ve bunu olmadık şekilde dayatmaktan hiç ama hiç çekinmiyorlar. Elinde silah bile bulundurmayan ama zaten silahsızlığı bir aktivitizm sancağı olarak kullanan ve dikkat çekmeye çalışan, hatta ileri gidecek olursam az biraz da “oltaya getirme” ve berbat bir gerçeği dünyaya duyurmak için çaba göstermiş bir grubun bulunduğu gemiye silahlı çıkarma yapılmasından mı daha fazla bulantı duysak; yoksa İsrail'e “ülken saydığın yerin üçte, dörtte birini kapsayan bir yeri ve halkını ablukaya almak kabul edilemez; bu ırkçılık, faşizm”dir cümlelerini savunurken, hiç aynaya bakıp bakmadığını sordurtana mı?

İçte olmayan demokrasi ve özgürlüğümüzü yarıştırdığımız gibi, dışta da yarıştırıyoruz. Durum bu olunca, şu hâlde İsrail-Türkiye olayını ele aldığımızda, iki demokrasi fakiri ülkenin, koskocaman kahkahalarını gizlemeye çalışarak, “hadi bakalım, buyurun, kafa yorun; hangi yarım porsiyon demokrasiyi daha doğru, daha kârlı buluyorsunuz?” diye sorduklarını düşünmekten kendimi alamıyorum günlerdir. Hangi yağ daha hafif sorusu gibi bir şey de değil bu maalesef. İnsanlar öldürülüyor, -Pardon, yoksa iki ülkenin dilini benimseyerek “ölüyor” mu demeliyiz? Kendi kendilerine ölü ölüveriyor ya bu insanlar güvenlik buhranına kapılıp, ondan.- işkence görüyor, korkuyor, direnmeye çalışıyor. Bunların yanısıra, gözleri en azından mümkün mertebe açık olanlar da bunlara karşı çıkmaya çalışıyor, bağırıyor, sokaklara dökülüyor. Sonuç olarak demokrasi yarıştırıcısı ve dünya nanikçileri Ortadoğu kaplanlarımız ara ara telefonda gizli muhabbetler yapıp, “hadi yine getirdik galeyana insanları, günü 'aslanlar gibi kurtardık' çak be dostum!” diyormuş gibi bir hisse de kapılmıyorum desem, yalan olacak. Ha günahlarını almayayım desek de, günahları bol keseden olduğundan, almakla bitmiyor.

Tüm bunların arasında bir de “ama bu ülkelerin tüm insanları böyle değil” diye yazılar yazanlar artıyor bu dönemlerde. Haksız bulduğumdan değil; ancak zaten bozuk algı ürünü olan bir şeye “bozuk algı” nitelemesi yapıp durmak ne derece “insani bir anlayış,” onu kavramak da güçleşiyor. Genelleme girdabına düşmeyin çağrısı da, zaten sorun genelleme girdaplarıyken, özellikle yabancı bir yerde tanıştığı bir şekilde bir gruba mensup birisine, “benim o gruptan arkadaşım var, biliyor musun?” demek gibi bir şey sanki. Aferin mi diyelim? Kınanması gerekeni işaretlemek yerine, “ama hepsi de öyle değil ki” diyerek biraz zavallıca bir savunma yapanların neresine sempati duyalım? Biliyorsanız, siz bana söyleyin allah aşkına.

İsrail ve Türkiye yap-a-mayacakları ve yap-tırıl-mayacakları şeylerle tehditkâr tavırlar takınırken, her iki kaplanın asıl amacının yandaş -ya da hadi daha kibar olalım; destekçilerine-, gösteriş olduğunu hissetmekten kurtulamamayı ne yapacağız bu şartlar altında?

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.