Header Ads

'Azad’ım Ben, Türkçe’de Özgür Denen'

Bu haykırıştan buyana tam bir yıl geçti. 2010 yılı Ekim ortalarıydı. Aradan geçen bir yıla rağmen ne duyan oldu, ne de tepki veren çıktı çığlığıma. Oysa İstanbul’un tam orta yerinde gündüz vakti haykırmıştım ben. Ama duyan olmadı her nedense. Ve bugün yine aynı talep ve istemle karşınızdayım, yıl 2011, aylardan Eylül.

Beni tanımazsınız. Gerçi hikayemi yazan, sesime ses katan bir kaç kişi çıktı, sağolsunlar. Onları da duyan olmadı anlaşılan. Ve ben bugün yeniden kapınızı çalıyorsam bir hayat kurtulsun, yıllardır süren bir hak ve hukuksuzluk son bulsun, çocukluğu zından içi ve kapısında geçen bir evlat ölüm yatağındaki annesine kısa bir süreliğine de olsa kavuşsun diyedir.

Annem hasta. Hasta etti, zından annemi. Kalbi dayanamadı ve teklemeye başladı zındanda annemin. Ve günlerini sayıyor benim genç ve güzel annem. Tüm anneler güzeldir, bilirim. Tüm annelerin kokusu birbirine benzer, bunu da bilirim. Ama her annenin kuzusuna olan tutkusu bir başkadır. Hiçbir anne kuzusuz edemez, dışardaysa bile yaşamı zından olur.Annem, anne ve babasını küçük yaşta yitirdiği için yetim büyür, akrabalarının yanında. Yani yetimlik nedir bilenlerden. Bir tek gün bile okula gitmemiş annem. Tek bir Türkçe kelime bilmez. Yetim olduğu için nüfus kaydı da yok hiçbir yerde. Yurtsuz biridir, haymatlostur annem hukuk dilinde. TC’nin vatandaştan, insandan saymadığı biridir annem, üstüne üstlük lanetli.Yaşamın tüm acımasızlığına rağmen gelişip serpilir annem. Dünya güzeli genç bir kadın olur. Ve birgün aynı köyden bir gençle gelirler gözgöze. Kalp firen tutmaz, ferman dinlemez yaşlardadır her ikisi de. Kaçarlar birbirlerine düğünsüz, derneksiz. Fakir fukara evliliğidir onlarınki.

Yıl 1994. Ölüm kol gezer, Azrail pençelerini uzatır dört bir yandan. Ve babam çıkar dağa ben daha ana rahmindeyken. Artık ön adı “teröristir” babamın. Annem “PKK’liydi” diyor “baban”, çok sonraları zındandayken.Ve hep gün gözler annem, babamın döneceği günü. O gün gelmez bir türlü. Sonra bir kurye çıkıp gelir, babamın yerine. Annem sevinir bir haber vardır diye sevdiceğinden. Sorar durur birbiri ardına kafasındakileri: “Nasıldır, durumu iyi midir, nerdedir” diye. Kurye eveler, geveler, sağından solundan girer lafın ve sonunda “kocan öldürüldü, şehitler kervanında yerini aldı” der ve dünya yıkılır başına annemin daha baharındayken hayatın.Bilir yetim büyümenin ne olduğunu. Ve kucağında küçük bir bebekle bunun ne anlama geldiğini. Sonra alır beni kuçağına tutar yolunu İstanbul’un.

Elindeki adrese atar kendini 1996 yılının sonlarında. Adres mimlidir; “lanetlilerdendir” adrestekiler. Ve bir baskında götürürler annemi, kucağındayken ben, daha ikibuçuk yaşında.İşkence ettiler anneme, gözlerimin önünde, ben ağlar, çırpınıp dururken. Babam bile çırılçıplak görmemiştir annemi. Zebanilerse soydular çırılçıplak annemi gözlerimin önünde. Kablolar bağlayıp ceryan verdiler anneme, vücudu bir kalkıp bir indi sedyede, masa üstünde. Cinsel tacizde bulundular, bedenine el sürdüler annemin. Annem yalvarıp yakardı bildiği tek dilden, Kürtçe. “Ayıptır, düşman bile yapmaz” dedi “bu yaptığınızı”. Hepsi nafile. Kaba dayağın, tokat ve şamarın, cop ve kalasların haddi hesabı olmayan bir işkence faslıydı onbeş gün süren. Sonra istedikleri lafı alamayınca yöneldiler bana. Sigara söndürdüler körpecik bedenimde, vurdular, dağladılar beni gözleri önünde annemin.

Ben ağladıkça, annemin feryad ve figanı aldı başını gitti. Ne duyan oldu, ne seda veren.Türkçe bilmediği için hiç ifadesi alınmadan üçbuçuk yıl yattı annem. İfadesi alındı sonra bir tercüman bulunarak. Ama nafile, para etmedi annemin söyledikleri. Onlar çoktan vermişlerdi kararlarını. Suçluydu annem onlara göre. Nasıl suçlu sayılmazdı, PKK’li birinin karısı?

Kopardılar beni annemden, verdiler Çocuk Esirgeme Kurumu’nun bir yurduna. Onlar beni anlamıyor, bense onları. Birbirine hiç benzemeyen iki farklı dilden iletişimdi bizimkisi. Bir de ben küsmüştüm hayata tüm olan bitenden sonra. Tek laf etmedim orada kaldığım birbuçuk ay zarfında. Ne onlar beni anlamak istedi, ne de ben onları.Dayanabilir mi bir bebek anasızlığa, anne kokusundan ayrılığa? Dayanamadım, küstüm daha körpecik bir bebekken dünyaya. Annem, annem nasıl dayanmıştır bensizliğe? Kim anlatabilir annenin evladına düşkünlüğünü, bebeğin anaya olan tutkusunu?Ve yaşadık tüm bunları, ana ve oğul olarak.

Zından zından dolaştım annemle. Yedi yılım geçti dört duvar arasında. Etrafım, yanıbaşım, dörtbir yanım kadın. Farklı cinsiyetten olan bir tek bendim koca koğuşta. Bir de bize işkenceler eden, canımı yakanlar vardı erkek diye bildiğim. Erkek yüzü görmedim hemen hemen sekiz yaşına kadar. Zındanda yeni bir dil öğrendim, adına Türkçe denen. Annem de tutuklu kadınlardan öğrenmek zorunda kaldı bize küfür edilen, işkencede kullanılan yabancı bu dili. Annem ömür boyu hapse mahkum edildi, işlemediği bir suçtan. Bense annesizliğe! Bu nasıl zulümdür, bu nasıl bir düşmanlık, bu nasıl bir kindarlıktır, hangi kitapta yazar, bilmem?

Babamın canını aldıkları yetmiyormuş gibi, bir de bize reva görülenler...Dokuz yıl yattıktan sonra tahliye ettiler annemi 2006 yılında. Tüm olup bitene, tüm yaşadıklarımıza rağmen yeni bir başlangıç yaptı annem hayata. Yeniden sarıldı yaşamın ipine. Didinip durdu, beni yaşatmak ve okutup adam etmek için. Sildi tüm yaşadıklarını, yeni bir sayfa açtı. İş bulup çalışmaya başladı, bense okumaya. Dava devam etti diğer yandan. Nasıl sürer bir dava on, onbeş yıl diye sormayın. Sürer ve yaşamınızı zehir eder, her gün ve saniyesini. Ve ayırdılar bizi yeniden, tam birbirimize alışmışken 2010 yılında.

Türkiye Cumhuriyeti Yargıtayı kalemini kırmış, annemi ölünceye kadar zındanda tutmaya karar kılmıştır bir kere.Annem zındanda şimdi, kalp hastası, bir ayağı çukurda yani. Müebbetlik ceza fiilen idama dönüştü böylelikle. Ölecek anam. Ve bense kimsesizim, yalnızım yeniden, tam alışmışken ona. Oysa onun dizleri üzerinde uzanmaya, onu koklamaya, onu ensesinden öpmeye ne kadar ihtiyacım var, kimse bilmez. Ya onun bana hasretini anlatmaya, kelimeler, lügatlar yeter mi, bilmem?

Bizimkisi, evet bizimkisi bir “fukara” yaşamıdır, bunu da bilirim. Bizim yazgımız başkalarının ellerindedir. Bu nasıl yazgıdır, bu nasıl kaderdir, bu nasıl bir yaşamdır, aşk olsun anlatma becerisi gösterebileceklere!Evet, ben dışarda, annem içerde günler sayıyoruz. Saydığımız günler birleşme günleri, kavuşup koklaşma günleri hiç değil. Kuzusuna hasret bir ananın teklemeye başlayan yüreğinin son çırpıntısıdır, kapımızı gözleyen! Okuldayım, akranlarımla beraber. Başarılı da sayılırım derslerimde. Bir başka bakar arkadaşlarım, akranlarım yine de. Onlara göre “bir terörist dölüyüm” ben, devlete kurşun sıkan. Anası ölüm boyu cezaya çarptırılmış bir kadının “piçiyim” ben, “bünyenin kabul etmediği, etrafa attığı” iflah olmaz biriyim ben!

Babamı tanıma olanağı bulamadım ben. Elini elime alamadım hiç, boynuna sarılıp öpemedim, ne top oynayabildim onunla, ne de güreş tutabildim. Elinin sıcaklığı, teninin kokusu nasıldır, bunu da bilmem. Tek bildiğim ansızın dağa gittiğidir. Belki de bize yapılanların beterinin kendisine yapılacağını bildiği için. Tek bir fotograf var babamdan kalma, sararmış, net olmayan, aslında bir gazete parçası, fotograf da değil. Öldürüldükten sonra çıkmış resmi bir gazetede. Ve biri getirip vermiş anneme çok sonraları. O da saklar ve gizli gizli bakıp ağlar o resme. Kaç defa zındanda yakaladım annemi yaşlı gözlerle paşılında sakladığı o resimle.

Annem ölüme gün sayıyor 2011 yılında, daha yaşamın baharında 35 yaşlarındayken. Ve bense bir seda arıyorum, nafile ve beyhude, sesime ses katacak. Ve ey insanlık, varsan ve hala kalmışsan şayet ayakta, cevap ver sesime, ben ne yapam, hangi kapıyı çalam?Adım mı, Azad, özgürlüğe susamış bir bireyiyim halkımın. Annemse Fatma. Babamın soyadıyla çağrılırız kayda geçmese de her mahkeme gününde Tokmak diye. Evet, ben Azad Tokmak, annesinin bir gün daha fazla yaşaması için çırpınıp duran, daha sütbebekken işkenceyi tadan, dört duvar arasında boy atan ve dışarda horlanıp nüfusta kaydı bile olmayan Azad’ım ben, Türkçe’de Özgür denen.

Fatma Tokmak'ı unutmayalım" kampanyasına katkı...

Fatma Tokmak, 1996 yılından bu yana özgürlüğünden yoksun bulunmakta..1996 yılında hiçbir bir şekilde ilişkisinin olmadığı bir olayla ilgili olarak başkalarının verdiği işkenceye dayalı birkaç ifade ve bir itirafçının ifadeleriyle son derece hukuksuz bir biçimde yargılanmaya başlanmıştır. Fatma Tokmak kamuoyunda bildiği gibi, gözaltında bulunduğu sürece 2,5yaşındaki oğlu Azat’la birlikte işkence görmüş ve bebeğe yapılan acımasızişkence İstanbul Tabip Odası ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın raporlarıyla belgelenmiştir. Aslında yaşamı bir “dram” niteliği taşıyan Fatma Tokmak, Türkçe bilmediğiiçin yıllarca kendisini ifade hakkından yoksun kalmış, bir süre sonra cezaevinde öğrendiği sınırlı Türkçesiyle mahkemede kendisini savunmaya çalışmıştır. Hukuksuz yargılama yıllarca sürmüş, bu süre içinde Fatma Tokmak ağır birkalp hastalığınayakalanmıştır. Yargılamasının 9. yılında mahkeme tarafından hastalığı da dikkate alınarak tahliye edilmiştir. 2006 yılından 2010 yılına kadar resmi bir devlet dairesinde çalışarakçocuğunu büyütmüştür.Bu arada dava İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde sonuçlanmış, müebbet hapis kararı Yargıtay tarafından bozulmuştur.

Fatma Tokmak, suçsuzluğundan o kadar emindir ki bir gün bile Türkiye’den ayrılmayıdüşünmemiştir.Ancak 2010 yılının Mayıs ayında hakkında verilen ceza ikinci kez Yargıtay’da görüşülüp onandığı gerekçesiyle tutuklanmış ve Bakırköy Kadın ve Çocuk Cezaevine konulmuştur. Fatma Tokmak, dışarıda bulunduğu 4 yıl boyunca sık sık hastane tedavisi görmüş ve ilaçlarla yaşamaya çalışmıştır. Kamuoyuna daha önce de duyurduğumuz gibi Fatma Tokmak, cezaevine konulduktansonra koşullar nedeniyle hastalığı daha da ağırlaşmış ve sık sık ölüm riski taşıyan fenalıklar geçirmeye başlamıştır. İçinde bulunduğu sağlık sorunları, cezaevinde bulunan personel dahil herkesin bildiği bir gerçektir. Fatma Tokmak’ın ağır kalp hastalığı nedeniyle infazının ertelenmesine ilişkin yaptığımız başvuru Bakırköy Savcılığı tarafından ele alınmış ve Fatma Tokmak İstanbul Adli Tıp kurumuna sevkedilmiştir. Bir yıldan uzun bir süredir hastalığı giderek ilerliyor olmasına rağmen Adli Tıp Kurumunun raporu hala açıklanmamıştır. İşkencenin ya da ruhsal ve fiziksel rahatsızlıkların raporlanmasında resmi bilirkişilik kurumu niteliğinde olan Adli Tıp’ın neden olduğu sorunlar çok önemli bir konudur.Ölümcül nitelikte olan ve bazen “bir dakikanın” bile önemli olduğu birhastalığın tespitinde bir yıldan uzun bir süredir Adli Tıp Raporunun verilmemişolması ayrı bir ihlal konusudur.

Cezaevindeki Tutuklu ve Hükümlüler ciddi sorunlar yaşamaktadırlar. Kamusal duyarlılık ve bilincin oluşmasını sağlamakta, seslerinin yetkililere ulaşmasında ciddi zorluklar ve engellemelerle karşılaşıyorlar.

Bu nedenle medyanın eksikliğini hissettiğimiz bugünlerde, Fatma Tokmak’ı oğlu Azat’a kavuşturmak için katkı sağlamak isterseniz yazınızda ya da köşenizde yazarak aracılık etmenizi diliyoruz.

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu: Av. Eren Keskin-Leman Yurtsever
Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu Kuloğlu Mah. Turnacıbaşı Sok. Fikret Tunerİşhanı No: 39 Kat.2 Beyoğlu-İstanbulTel-faks (0212) 245 45 93-94
E mail: hukukiyardimburosu@gmail.com

* Bu yazı ve duyuru Leman Yurtsever'in twitlonger hesabından alınmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.