Header Ads

Batı Algısında Arap Devrimi

-HAMZA AKTAN -
El Cezire’nin önceki gün Bingazi’deki bir protesto gösterisinden yaptığı canlı yayında, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin Ortadoğu’da son dönemdeki algılanışını gösteren tarihi önemde bir görüntü vardı. Afrika Birliği’nin Libya’nın 42 yıllık diktatörü Muammer Kaddafi’yle yaptığı görüşmeleri protesto eden Bingazi halkı, ayaklanmanın sembolü olan Kaddafi öncesi Libyasının bayrağının yanında ABD ve Fransa bayraklarını sallıyordu. Haberi sunan muhabirin bu ironisi çok güçlü görüntüyü vurguya değer görmemesi en az görüntü kadar dikkat çekici bir husustu.

Kendi diktatörünü yıkmak
Onyıllardır Ortadoğu topraklarında yalnızca yakılırken görülebilen Batılı ülkelerin bayrakları, Arap Baharı’nın başladığı 18 Aralık’tan bu yana ne Tunus’ta, ne batının en önemli Arap müttefiki Mısır’da ne de Yemen, Suriye, Bahreyn, Ürdün veya Cezayir’deki protestolarda bir tepki unsuru oldu. Başta Tunus, Mısır ve Yemen olmak üzere ayaklanmaların hedefindeki diktatörler batının sadık müttefikleri olmalarına rağmen Arapların tepkisi yerel yönetimlerinin ötesine geçmedi, demokrasi yanlısı, otokrasi karşıtı dalga kadim batı aleyhtarlığını yükseltmek bir yana farklı bir boyuta taşıdı.

Batı karşıtlığının çoğu zaman irrasyonel ölçülere vardığı Türkiye’de de bunun etkilerini kısa vadede hissedeceğimiz bu yeni ve eskiye oranla daha karmaşık algıyı anlamaya çalışmakta fayda var.

Arap devrimlerinde batı karşıtlığının neredeyse kendini hiç göstermemesinin nedenlerinin başında, ayaklanan halkların esas derdinin kendi yönetimleri ve yöneticileri olması geliyor. Artık dayanılamaz hale gelmiş baskıcı rejimlere başkaldırırken bu rejimlerin destekçisi durumundaki batı, başkaldıranlar için daha uzak ve soyut bir hedef durumunda kalıyor. Çünkü kendini yakacak kadar çaresiz duruma düşen Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Bouazizi için esas mesele Bin Ali iktidarının müttefiki Fransa değil, Bin Ali’nin kendisi veya memleketi Sidi Bouzid’deki yerel yöneticilerdi.

Arapların kendi yönetimlerine olan tepkisinden batının nasiplenmemesinin bir başka nedeni de batının ayaklanmalar başladığındaki yalpalanma dışında çoğunlukla diktatörlerle arasına mesafe koyan, kimi zaman ilişkisini kesen veya Libya örneğinde olduğu gibi aktif biçimde müdahale eden siyaseti oldu. ABD ve Avrupa ülkeleri son dört aylık süreçte ayaklanmaları olumlayan ve destekleyen bir pozisyon benimsedi, baskıcı rejimlere arka çıkıyor görüntüsünden de olabildiğince uzak durmaya çalıştı. Bu durum da Arap halkları için motivasyon sağlayan bir veriye dönüştü. Diktatörlerini yıkmak isteyen kitleler, batının bu siyasetinden cesaret alarak ayaklanmalarını sürdürdü.

Yerel ‘şeytanlar’
Arap Baharı’nın sahici kendiliğindeliği ve Arapların kararlı isyanı yalnızca ulusal diktatörleri yerlerinden etmedi, dünyada hiçbir gücün kendisine kayıtsız kalamayacağı bir süreç yarattı. Ortadoğu’nun ardından başta Kafkaslar ve Uzakdoğu olmak üzere dünyanın demokrasiyle henüz tanışmamış coğrafyalarını da etkileyebilecek bu sürecin, şüphesiz en çarpıcı yansıması da daha yedi yıl önce Irak’ı işgal ettiği için gerçek bir nefret objesine dönüşen ABD’nin yedi yıl sonra öncülük ettiği ve yine bir Arap rejimine yönelik silahlı müdahaleye aynı topraklardan herhangi bir itirazın yükselmemesi oldu.

Batının Ortadoğu’daki yeni algılanışı, müdahaleciliğindeki temel parametreleri de önemli ölçüde değiştirebilecek. Bu da, Libya’ya yapılan ‘meşru’ müdahaleyi takiben, yeni müdahaleciliğin çoğunlukların sesini bastırmaya çalışan yerel iktidarların hem kendi hem de bölge halkının lehine olacak biçimde değiştirilmesi yönünde şekilleneceğini gösteriyor.

Batıya olan bakışta yeni bir duruma işaret eden bütün bu gelişmeler, yakın gelecekte batının Ortadoğu’da basitçe nasıl bir imajının olduğunun ötesinde yerel ve küresel ölçeklerde ciddi etkiler bırakacak. Batıyı ‘şeytan’ gören toptancı yaklaşımın zayıflaması ve dikkatin bundan böyle yerel ‘şeytan’lara yönelmesi, bu etkilerden biri olacak. 18 Aralık’ta Tunus’ta başlayan ve şimdiye kadar uğramadığı Arap ülkesi bırakmayan ayaklanmalar dalgası gösteriyor ki, Ortadoğu’daki toplumlar artık kendi yöneticilerini yalnızca süpergüçlerin ‘kuklaları’ olarak değil, aynı zamanda kendi hayatları üzerinde tüm ağırlığıyla etkileri olan özneler olarak görüyor. Bu bilgiyle büyüyen dalga, her ne kadar Libya’da veya şimdiye kadar Suriye ve Yemen’de yaşandığı gibi katliamlarla karşılaşarak sekteye uğrasa da, mevcut Arap yöneticiler de dahil olmak üzere tüm dünya kamuoyu bölgenin geleceğinde sıradan insanların da söz sahibi olacağı gerçeğini kabul etmiş durumda.

Dünyadaki bu yeni algı da batının artık uyanmış ve haksızlığı kaldırmaya niyeti olmayan Ortadoğu toplumlarını bundan böyle birer özne olarak dikkate alması zorunluluğunu beraberinde getirecek. Dolayısıyla şimdiye kadar kaydadeğer bir unsur olmayan yönetilen yığınlar, hesaba katılması mecburi özneler olarak kendi tarihlerinin şekillenmesinde rol alacak. Son olarak Suriye’ye vararak kapımıza dayanan Arap Baharı’nın belki de yakın geleceğimize bırakacağı en büyük armağan da bu olacak.

yazı ilk olarak radikal gazetesinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.