Wernicke Korsakoff: Hayata Dönüş Operasyonunun Diğer Bilançosu
Gaz bombası, silah, yangın, cezaevi, açlık grevi, zayıf bedenler, ölüm haberleri, teslim olun çağrıları... 19 Aralık'ta gerçekleşen "Hayata Dönüş" operasyonlarının 3 günlük kanlı tablosunun kodları. Operasyonun adı ile çelişen gerçekler, tutukluların dilinden mahkeme salonuna taşınalı henüz çok olmadı. Tüyler ürperten gerçekler, bugün, operasyonların üzerinden geçen 10 yıla rağmen mağdurlar tarafından her anıyla anlatılmaya devem ediyor. Ve anlatılanlar 10. yıl dönümünde "Hayata Dönüş"ün mimarları ve uygulayıcıları ile hesaplaşma yolunu aralıyor.
19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevinde cehennemi yaşayan tutuklular, belleklerindeki ve vücutlarındaki izleri silemedi. O dönemin tutukluları bugün bir yandan o izleri anlatıyor, diğer yandan 10 yıllık F tipi tablosunun gerçekliğine dikkat çekiyor.
Dönemin Başbakan'ı Bülent Ecevit, "IMF programını uygulamak için, cezaevleri sorununu çözmeliyiz, cezaevlerinde devlet otoritesini yeniden sağlamalıyız" dediğinde cezaevleri ile neoliberal ekonomi politikaları arasındaki "kutsal" bağı kurmuştu. Ardından gelen yıllarda ise işçiler, emekçi memurlar ve bir bütün olarak ezilenler; IMF programının hayata geçirilebilmesi için baskı altına alınacaktı.
19 ARALIK'IN DİĞER BİLANÇOSU WERNİCKE KORSAKOFF
Lav silahları ve içeriği açıklanmayan gazlar ile bedenleri yanan, ateşli silahlarla hayatını kaybeden tutukluların yanı sıra, operasyonun daha sonra kamuoyuna yansıyacak diğer bir yüzü ise sakat kalan tutuklulardı. Ölüm Oruçlarında 70'li günlerine yaklaşan tutuklular, zorla müdahale sonucu sakat bırakıldı. Tıp dilinde Wernicke Korsakoff diye adlandırılan hastalık, birçok tutuklunun bedeninde kalıcı hasar bıraktı. "Hayata Dönüş" O'nları sakat bırakmakla kalmadı, ardından F tipi hücrelerde gerçekleşen psikolojik ve fiziksel müdahalelerle süreç tamamlanmak istendi.
19 Aralık'ın ağır bilançosunu o dönem farklı cezaevlerinde bulunan tutuklularla görüştük. "Hayata Dönüş"ün sakat bırakılan yüzleri, o dönem devletin cezaevleri politikasını ve 10 yıl boyunca sürdürülen uygulamalarını anlattı. Sakat kalmalarının nedenini zorla müdahale olarak açıklıyorlar. Genel kanıları ise "müdahale, olması gerektiği gibi yapılmadı! Operasyonun devamı; öldüremedikleri tutukluları sakat bırakmaktı" yönünde.
WERNİCKE KORSAKOFF: OPERASYONUN FARKLI BİR KODU
Türk Tabipleri Birliği, ölüm oruçlarına olası bir müdahaleye karşı, direnişçilerin sakat kalmamaları için Adalet Bakanlığı'nı "kullanılacak serumlara yoğun miktarda B1 vitaminin enjekte edilmesi gerektiği" şeklinde uyardı. Bakanlık ise "B1 vitaminlerinin tutukluların bilincini açacağı ve bilinçlerinin açılması durumunda ölüm oruçlarına devam edebilecekleri" gerekçesiyle B1 vitamini kullanmadı. Bir bakıma zorla müdahale ile direnişçilerin sakat kalacağı biliniyordu.
'BİZ GÖNÜLLÜ YAPTIK, ONLAR ZORLA MÜDAHALE YAPTI'
"Hayata Dönüş" adı verilen cezaevleri operasyonunu Bursa Cezaevi'nde yaşayan Ölüm Orucu direnişçisi Nihat Göktaş, zorla müdahaleyi; "Biz ölüm orucuna gönüllü katıldık ama onlar bize zorla müdahale yaptı" sözleri ile özetliyor.
Göktaş, zorla müdahalenin bedeninde yarattığı tahribatları ise "Merdivenler ayağımın altından kayıp gidiyordu. Odaklanma sorunu yaşıyordum. Olan biten şeyleri kaydetme sıkıntısı yaşıyorduk. O gün ne yaptım, hatırlayamıyordum. Biri gelmişti ama 'o kimdi?' diye kendime soruyordum. Ellerim titriyordu, yemek yiyemiyordum..." şeklinde anlatıyor.
1996 yılında ölüm orucu direnişine katılan Semiray Yılmaz ise 19 Aralık katliamını Gebze Cezaevi'nde karşılamış. 1996'da kendisine Adli Tıp Kurumu tarafından "cezaevinde kalabilir raporu" verildiğini ve bu nedenle şartlı tahliye edilmediğini anlatıyor. 2001 yılında sağlık durumunda herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen "Wernicke Korsakoff" teşhisi ile tahliye edilme gerekçesini ise şöyle anlatıyor: "Devlet 19 Aralık'ta yaşanan ölümlerden sonra, yüzlerce yaralı ve sakat kalanlarla şöyle bir politika izledi: Yüzlerce insanın sakat kalması devlette bir basınç yarattı. Bu basınç; anlaşmaya varmak, taleplerin kabulü yönünde olmadı ama hastaneye götürdü zorla müdahale etti ve sakat bıraktı. Sakat bıraktıklarını dışarıya saldı. Hem maddi bir ağırlığı vardı, ideolojik bir yanı vardı, hem de dışarıya, bakın biz insanları dışarıya bırakıyoruz mesajını vermişlerdi. Bana '96 yılında vermedikleri raporu, o dönem verdiler ve tahliye ettiler."
Semiray Yılmaz, kendisinden çalınan sağlığını, "Hani böyle bir sel falan gelir, doğal afet olur; her şey kırılır dökülür, her şey berbat hale gelir. Sanki böyle bir rüzgar esmiş, her şeyi darmadağın etmiş, yıkmış, kırmış, dökmüş, arkasında bir enkaz bırakmış gitmişti. Ve sonra, sanki yaşam senin dışında akıyor sen onu televizyondan izliyormuşsun gibi..." sözleri ile anlatıyor.
Ulucanlar'da yapılan katliama da tanık olan Esmahan Ekinci de "Sinirler tahrip olduğu için bizim sinirlerle kaslar arasında bağlantı kopukluğu var. Beynimizin verdiği emirlerle vücudumuz arasında uyum olmuyor. Düşünüyorsun ama uygulayamıyorsun. Mesela ben bilgisayar oyunları ile uğraşıyorum ama o anda elimi kumanda edemiyorum. Orada hareketi biliyorum, basmam gerektiğini biliyorum ama beynimden elime giden sinirlerdeki tahribattan dolayı düşündüğüm hareketi yapamıyorum. Bazen de düşünüyorsun, karşısındakini anlıyorsun verecek cevabı da biliyorsun ama o kelimeyi bulamıyorsun" diyor.
OPERASYON F TİPLERİNDE KABA DAYAKLA SÜRDÜ
Nihat Göktaş, operasyonun ardından hastanelere, oradan da F Tiplerine yapılan sevkleri şöyle anlatıyor: "'Artık F Tiplerinde uygulama böyle. Sizin dediğiniz değil, bizim dediğimiz olacak' diyorlardı. Dedikleri ise 'Ayakkabınızı çıkartın, giysilerinizi çıkartın.' Aramalar artık böyleydi. Yine direndik. 19 Aralık operasyonları F Tiplerinde kaba dayakla sürüyordu. Ve F tipleri; sınırlı sayıda giyeceğin alındığı -3 pantolon, 3 kazak, 4.'sü geldiğinde alamıyorsun. Renklerin yasak olduğu, hücrede gördüğün 3 kişi dışında 4. kişinin görülmesinin yasak olduğu, her şeyi kantinden ama fahiş fiyatlarla almak zorunda olduğun yerlerdi."
Bedeller ve mücadelenin seyri konusunda olması gerekenin fazlası ile yapıldığını söyleyen Göktaş, "Olması gerekenler, tutuklular tarafından fazlasıyla yapıldı. Kuşkusuz F tiplerindeki uygulamalar da değişti. O direniş sergilenmeseydi bugün çok daha geri noktalarda olunurdu. İlk aramalarda dolapları boşaltırken, eşyaları, yatağın üzerine değil yere atıyorlardı. Kirlensin ve eziyet olsun diyorlardı. Toplama kampındaki gibi muamele yapıyorlardı. Bir günde yapılacak arama 1 hafta sürüyordu" diye anlatıyor.
Semiray Yılmaz, "Biz de biliyorduk. Devlet de biliyordu. Herkes söylüyordu. Operasyon olacaktı. Ama kimse 'Al beni F tipine götür' demeyecekti" sözleri ile kanlı operasyonun gelişini anlatıyor ve ekliyor: "Biz direndik. Ama onun sonuçları daha sonra anlaşıldı. Travma aslında. Nasıl bir travma, psikolojik olarak hazır olmamıza rağmen, bittikten sonra kaybettiklerinin acısını daha sonra görüyorsun. Esas 19 Aralık değildi bizi üzen, o an durumun sıcaklığı ile direniyorsun ve direnmekten başka bir seçeneğin yok ama asıl olarak senden çalınanı, kaybettiklerini sonra görüyorsun."
Operasyonda kullanılması muhtemel diye baktıkları gaz bombasına karşı kendilerini pet şişe, limon ve havlu biriktirerek savunmak istemişler. Başlarına geçirebilmek için çöp poşeti biriktirmişler. Pet şişelerle gaz maskesi yapacak, içerisine ıslak havlu koyacak ve göz yanmasına karşı da limon kullanacaklarmış. El yapımı savunma araçları "Hayata Dönüş"te kullanılan ağır silahların karşısında çok fazla dayanamamış.
Kadınlar operasyondan sonra Bakırköy Cezaevine götürülmüşler. Bayrampaşa'dan getirilen kadınları görünce, operasyonun boyutunu daha iyi anlamışlar. Yılmaz, "Kadınların vücutlarındaki yanıklar, deri dökülmesi, eriyen yerler... Nasıl bir vahşet olduğunu daha iyi anladık" diyor.
Nihat Göktaş, katliam sonrası yaşadıkları travmayı, "Her şeyi unutuyorum diye oturup saatlerce ağladığımı biliyorum" diye anlatıyor. Şöyle devam ediyor: "Kendimi çaresiz hissettiğim oldu. Yakınlarımı üzmemek için akşam olunca odaya gidip ağladığım da oldu. Yardım almadan banyo yapamıyordum. Müthiş bir mücadele gerekti. Her şeyi yeniden öğrendim: İlk kez yola çıkma, ilk kez yemek yiyebilme, ilk kez kaybolma... Hafızamı geliştirebilmek için günlük tutmaya başladım."
10 YILIN TAHRİBATI BEDEN FARKINDALIĞI İLE SİLİNMEYE ÇALIŞILIYOR
Tahliye edildiklerinde ve yeniden dışarıda olma fırsatı yakaladıklarında ise hayat eskisi gibi kolay değildi kuşkusuz. Semiray Yılmaz, "Uzun bir süre boyunca durumumuzu kabullenemedik. Önceleri, fiziki ve psikolojik tedavilerin işe yaramayacağına inanıyorduk. Sonra insan kendi durumu ile barışık oluyor. Ve bulunduğu yerden birşeyler yapmaya başlıyorsun. TOHAV bu konuda bize çok destek oldu. Doktor da bizdeki değişimi farketti. Bizim dışımızdaki ölüm oruçcularına çalışmalarımızı anlatınca onlar da gelmeye başladı ve grup oluşturduk. Birbirimizi etkilemeye başladık. Huzur bulduk buraya gelince" diyor.
Wernicke Korsakoff hastaları 4 yılı aşkın bir zamandır "Beden farkındalık" diye adlandırılan bir tedavi yöntemi ile egzersizler yapıyor. Semiray Yılmaz, "Beden farkındalıkta başarılı olundu. Biz bedenimize yabancılaşmışız. Yıllar içinde beyin de bunu unutmuş. Beyine tekrar hatırlatma, bedendeki bütün kasların, organların farkına varma. Onların uyum içerisinde çalışmasını sağlama... Bize yeri algılamayı öğretme, bütün vücut kaslarını kontrol etme, beyinde hareketin koordinasyonunu sağlama... Bunları yeniden keşfettik" diyor.
DİKKATLER YENİDEN CEZAEVLERİ SORUNUNA KAYIYOR
Bayrampaşa davası ile birlikte cezaevi operasyonlarına yeniden "dikkatlerin kaydığını" belirten Semiray Yılmaz süreci, "Bence iyi değerlendirilmeli ve tüm devrimci hareket bakımından ciddi olarak ele alınmalı. Orada operasyonda bulunanlara ceza çıkıp çıkmamasından bağımsız olarak, 19 Aralık katliamının ve 10 yıllık tecrit koşullarının yeniden gündemleştirilmesi ve devlete baskı oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Buradan tecritte yeni gedikler açılabilir diye düşünüyorum. 'Hayata Dönüş' stratejik bir plandı. Devrimci hareketi tasfiye planıydı. İçeri ile ilgili değildi. Dışarıdaki muhalefet susturulmak istendi" şeklinde yorumluyor.
Yılmaz, "Bir taraftan insanların duyarsızlığını görüyorsun, tuhaf geliyor. İçerisi capcanlıydı. Operasyonla dalga geçiyorlardı. Kendi durumları ile dalga geçiyorlardı. İnsanların güçlü bir bağlılığı vardı ama dışarıda yaprak kımıldamıyordu. 10 yıllık tecridin sonuçları daha yeni yeni ortaya çıkıyor. Onlarca ağır hasta var, hak gaspları var. Bugün hapishanelerde 300'ü aşkın hasta tutsak var. İşte tecridin sonuçları" diyor.
EKİNCİ: İNSANLARI SAÇMALIKLARLA ALDATMAYA ÇALIŞTILAR
Esmahan Ekinci ise katliamları "F tiplerine geçişin ön provaları" olarak değerlendiriyor. Ekinci, "Tesadüfi değildi. Önceden hesaplandı, hayata geçirildi. Öyle ki, operasyondan önce cezaevi idaresi ön yoklama ile 'operasyon olursa tavrınız nasıl olur' diyerek nabız yoklamıştı" diyor.
Esmahan Ekinci, "Hayata Dönüşün" emperyalizmin doğrudan direktifi olduğunu, dönemin Başbakan'ı Bülent Ecevit'in de bunun sözcülüğünü yaptığını belirtiyor. Ekinci, "Tesadüfi, birkaç kişinin koğuşu işkal etmesi, birkaç kişinin slogan atması ile ilgili değil. Tamamen Türkiye'deki ekonomik politik, siyasi duruşu ile alakalı genel bir politikanın bir parçasıydı. Tek başına, cezaevlerinde telefonlar içeriye girilebiliyor gibi saçmalıklar değildi. Bugün bir mafya babası avukatını hamile bırakabiliyor. O derece rahatlık var. Siyasilerin hangi kitapları cezaevine getirmesi, cep telefonlarını cezaevine sokması değildi. Sorunu o noktadan gösterip insanları aldatmaya çalıştılar" diyor.
F TİPLERİ: İŞ YURTLARI, ÜCRETSİZ KÖLE MERKEZLERİ
Ekinci, iş yurtları (F tipi cezaevlerinde çalışma atölyeleri)sorununa dikkat çekiyor, bugün D Tiplerinde uygulanan ve F Tiplerinde uygulanmak istenen iş yurtlarının, hazır iş gücü olarak devreye geçirilmek istendiğini belirtiyor. Ekinci, "İş yurtları dünyadaki bir çok ülkede ünlü markaların asıl üretim yeri. O yüzden iş adamları cezaevi satın alıp ücretsiz köle olarak çalıştırıyorlar. Ölüm oruçları doğrudan F tiplerini kapatmasa da karşılarında köle insanlar olmadıklarını gösterdiler. Cezaevlerini geleceğe dönük yatırım olarak gördüler. Sorun Türkiye'deki çelişkilerin yansımasıdır. Türkiye'nin emperyalist sistemle iyice bütünleşmesini ekonomik ve siyasi anlamıyla insanı daha fazla köleleştirmeyi amaçlayan bir operasyondu. Hatırlayacaksınız o dönem mezarda emeklilik yasası da çıkmıştı. Burada siyasiler direndiği için sanki siyasilerle devlet arasında çatışma olarak görülüyor ama diğer taraftan binlerce adli tutukluyu ve hükümlüyü de kapsayan bir sorun bu, çünkü F tiplerinde intihar sayısı, akli dengesi bozulan insan sayısı atmış durumda. F tiplerindeki ortam insanın her anını işkenceye dönüştürebilecek psikolojik bir saldırı ortamıdır. Duvarların renginden, gelen yemeğin cinsine, tabak çanağın durumuna, hatta aşağılama o derecedir ki kapı altından yemek sürülür. O yemeği almak için yere eğilmek zorundasındır. En ince ayrıntısına kadar insanı yalnızlaştıracak her şey düşünülmüştür. Kaldı ki süngerli odalar da var, psikolojik işkencenin yanı sıra süngerli odalarda ayrıca işkence yapılmaktadır. 10 yıl içerisinde gelinen noktada bu tespiti fazlası ile ispatlayan örneklerle dolu" diyor.
Ekinci de hayata geçirilmek istenen kölece koşullara karşı direnmenin normal bir tepki olduğunu söylüyor, "Orada F tipine karşı, topluma örnek olacak bir direniş sergilendi. O direniş topluma verilmek istenen mesajdı. Ölüm pahasına da olsa 'Bu kölece yaşam biçimini kabul etmiyoruz'u direnerek göstermek doğal olarak yapılması gereken bir sonuçtu. Çok ağır olarak bedel vermiş olsak da bütün dünyaya, böyle bir kölelik sistemine boyun eğmeyeceğimizi göstermiş olduk, böyle bir mesaj vermiş olduk" diyor.
19 ARALIK SADECE CEZAEVLERİNE YAPILMADI
Ekinci, "Yaşama yeniden girmek için hala uğraştıklarını" belirtiyor. 19 Aralık'ta yaşanan katliamın, bugün işçi sınıfının omuzlarına yüklendiğini söylüyor. "10 yıl geçti ama gördüğünüz gibi hala uğraşıyoruz. Yazmaya çalışıyorum, öykü grubumuz var... Ama bu sorun sadece bizim sorunumuz değil. 19 Aralık operasyonu cezaevlerine yapılmış değil aslında toplumun doğrudan kendisine yapılmış bir operasyondu. Çözümü de tek başına cezaevinde yaşayan ya da cezaevi ile ilişkili insanların çözebileceği bir sorun değil. Toplumsal olarak politik siyasi bir çözümle ancak düzelebilecek bir sorun bu aşamada. Bugün en başta işçi sınıfını ilgilendiren bir sorun. Çünkü işçi sınıfının bugün kazandığı haklar, cezaevlerinde iş yurtlarının açılması ile tümden geriye çekilecek. O yüzden cezaevleri sorunu bugün birebir işçi sınıfını ilgilendiren bir sorun haline geliyor. Ben 19 Aralık'ta yaşananların, F Tiplerine geçişin sadece ölüm oruçları ile engellenemeyeceğini biliyordum. Öyle bir şey olamazdı. Sadece öncü kesim rolünü oynadı. Arkada destekleyen bir sınıf hareketi yoksa zaten başarısız olurdu. Bu bir gerçeklik. Bundan sonra gelecek kuşaklara direnişçi bir kimliği bırakabildik. Artık sınıf mücadelesi ile çözülebilecek bir sorun olarak ortada duruyor" dedi. Ekinci, öncelikle operasyon kararını alan, yöneten ve uygulayan tüm sorumlulardan hesap sorulması gerektiğini belirtti.
haber: Fatma Kelleci-Nadiye Gürbüz/etha
19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevinde cehennemi yaşayan tutuklular, belleklerindeki ve vücutlarındaki izleri silemedi. O dönemin tutukluları bugün bir yandan o izleri anlatıyor, diğer yandan 10 yıllık F tipi tablosunun gerçekliğine dikkat çekiyor.
Dönemin Başbakan'ı Bülent Ecevit, "IMF programını uygulamak için, cezaevleri sorununu çözmeliyiz, cezaevlerinde devlet otoritesini yeniden sağlamalıyız" dediğinde cezaevleri ile neoliberal ekonomi politikaları arasındaki "kutsal" bağı kurmuştu. Ardından gelen yıllarda ise işçiler, emekçi memurlar ve bir bütün olarak ezilenler; IMF programının hayata geçirilebilmesi için baskı altına alınacaktı.
19 ARALIK'IN DİĞER BİLANÇOSU WERNİCKE KORSAKOFF
Lav silahları ve içeriği açıklanmayan gazlar ile bedenleri yanan, ateşli silahlarla hayatını kaybeden tutukluların yanı sıra, operasyonun daha sonra kamuoyuna yansıyacak diğer bir yüzü ise sakat kalan tutuklulardı. Ölüm Oruçlarında 70'li günlerine yaklaşan tutuklular, zorla müdahale sonucu sakat bırakıldı. Tıp dilinde Wernicke Korsakoff diye adlandırılan hastalık, birçok tutuklunun bedeninde kalıcı hasar bıraktı. "Hayata Dönüş" O'nları sakat bırakmakla kalmadı, ardından F tipi hücrelerde gerçekleşen psikolojik ve fiziksel müdahalelerle süreç tamamlanmak istendi.
19 Aralık'ın ağır bilançosunu o dönem farklı cezaevlerinde bulunan tutuklularla görüştük. "Hayata Dönüş"ün sakat bırakılan yüzleri, o dönem devletin cezaevleri politikasını ve 10 yıl boyunca sürdürülen uygulamalarını anlattı. Sakat kalmalarının nedenini zorla müdahale olarak açıklıyorlar. Genel kanıları ise "müdahale, olması gerektiği gibi yapılmadı! Operasyonun devamı; öldüremedikleri tutukluları sakat bırakmaktı" yönünde.
WERNİCKE KORSAKOFF: OPERASYONUN FARKLI BİR KODU
Türk Tabipleri Birliği, ölüm oruçlarına olası bir müdahaleye karşı, direnişçilerin sakat kalmamaları için Adalet Bakanlığı'nı "kullanılacak serumlara yoğun miktarda B1 vitaminin enjekte edilmesi gerektiği" şeklinde uyardı. Bakanlık ise "B1 vitaminlerinin tutukluların bilincini açacağı ve bilinçlerinin açılması durumunda ölüm oruçlarına devam edebilecekleri" gerekçesiyle B1 vitamini kullanmadı. Bir bakıma zorla müdahale ile direnişçilerin sakat kalacağı biliniyordu.
'BİZ GÖNÜLLÜ YAPTIK, ONLAR ZORLA MÜDAHALE YAPTI'
"Hayata Dönüş" adı verilen cezaevleri operasyonunu Bursa Cezaevi'nde yaşayan Ölüm Orucu direnişçisi Nihat Göktaş, zorla müdahaleyi; "Biz ölüm orucuna gönüllü katıldık ama onlar bize zorla müdahale yaptı" sözleri ile özetliyor.
Göktaş, zorla müdahalenin bedeninde yarattığı tahribatları ise "Merdivenler ayağımın altından kayıp gidiyordu. Odaklanma sorunu yaşıyordum. Olan biten şeyleri kaydetme sıkıntısı yaşıyorduk. O gün ne yaptım, hatırlayamıyordum. Biri gelmişti ama 'o kimdi?' diye kendime soruyordum. Ellerim titriyordu, yemek yiyemiyordum..." şeklinde anlatıyor.
1996 yılında ölüm orucu direnişine katılan Semiray Yılmaz ise 19 Aralık katliamını Gebze Cezaevi'nde karşılamış. 1996'da kendisine Adli Tıp Kurumu tarafından "cezaevinde kalabilir raporu" verildiğini ve bu nedenle şartlı tahliye edilmediğini anlatıyor. 2001 yılında sağlık durumunda herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen "Wernicke Korsakoff" teşhisi ile tahliye edilme gerekçesini ise şöyle anlatıyor: "Devlet 19 Aralık'ta yaşanan ölümlerden sonra, yüzlerce yaralı ve sakat kalanlarla şöyle bir politika izledi: Yüzlerce insanın sakat kalması devlette bir basınç yarattı. Bu basınç; anlaşmaya varmak, taleplerin kabulü yönünde olmadı ama hastaneye götürdü zorla müdahale etti ve sakat bıraktı. Sakat bıraktıklarını dışarıya saldı. Hem maddi bir ağırlığı vardı, ideolojik bir yanı vardı, hem de dışarıya, bakın biz insanları dışarıya bırakıyoruz mesajını vermişlerdi. Bana '96 yılında vermedikleri raporu, o dönem verdiler ve tahliye ettiler."
Semiray Yılmaz, kendisinden çalınan sağlığını, "Hani böyle bir sel falan gelir, doğal afet olur; her şey kırılır dökülür, her şey berbat hale gelir. Sanki böyle bir rüzgar esmiş, her şeyi darmadağın etmiş, yıkmış, kırmış, dökmüş, arkasında bir enkaz bırakmış gitmişti. Ve sonra, sanki yaşam senin dışında akıyor sen onu televizyondan izliyormuşsun gibi..." sözleri ile anlatıyor.
Ulucanlar'da yapılan katliama da tanık olan Esmahan Ekinci de "Sinirler tahrip olduğu için bizim sinirlerle kaslar arasında bağlantı kopukluğu var. Beynimizin verdiği emirlerle vücudumuz arasında uyum olmuyor. Düşünüyorsun ama uygulayamıyorsun. Mesela ben bilgisayar oyunları ile uğraşıyorum ama o anda elimi kumanda edemiyorum. Orada hareketi biliyorum, basmam gerektiğini biliyorum ama beynimden elime giden sinirlerdeki tahribattan dolayı düşündüğüm hareketi yapamıyorum. Bazen de düşünüyorsun, karşısındakini anlıyorsun verecek cevabı da biliyorsun ama o kelimeyi bulamıyorsun" diyor.
OPERASYON F TİPLERİNDE KABA DAYAKLA SÜRDÜ
Nihat Göktaş, operasyonun ardından hastanelere, oradan da F Tiplerine yapılan sevkleri şöyle anlatıyor: "'Artık F Tiplerinde uygulama böyle. Sizin dediğiniz değil, bizim dediğimiz olacak' diyorlardı. Dedikleri ise 'Ayakkabınızı çıkartın, giysilerinizi çıkartın.' Aramalar artık böyleydi. Yine direndik. 19 Aralık operasyonları F Tiplerinde kaba dayakla sürüyordu. Ve F tipleri; sınırlı sayıda giyeceğin alındığı -3 pantolon, 3 kazak, 4.'sü geldiğinde alamıyorsun. Renklerin yasak olduğu, hücrede gördüğün 3 kişi dışında 4. kişinin görülmesinin yasak olduğu, her şeyi kantinden ama fahiş fiyatlarla almak zorunda olduğun yerlerdi."
Bedeller ve mücadelenin seyri konusunda olması gerekenin fazlası ile yapıldığını söyleyen Göktaş, "Olması gerekenler, tutuklular tarafından fazlasıyla yapıldı. Kuşkusuz F tiplerindeki uygulamalar da değişti. O direniş sergilenmeseydi bugün çok daha geri noktalarda olunurdu. İlk aramalarda dolapları boşaltırken, eşyaları, yatağın üzerine değil yere atıyorlardı. Kirlensin ve eziyet olsun diyorlardı. Toplama kampındaki gibi muamele yapıyorlardı. Bir günde yapılacak arama 1 hafta sürüyordu" diye anlatıyor.
Semiray Yılmaz, "Biz de biliyorduk. Devlet de biliyordu. Herkes söylüyordu. Operasyon olacaktı. Ama kimse 'Al beni F tipine götür' demeyecekti" sözleri ile kanlı operasyonun gelişini anlatıyor ve ekliyor: "Biz direndik. Ama onun sonuçları daha sonra anlaşıldı. Travma aslında. Nasıl bir travma, psikolojik olarak hazır olmamıza rağmen, bittikten sonra kaybettiklerinin acısını daha sonra görüyorsun. Esas 19 Aralık değildi bizi üzen, o an durumun sıcaklığı ile direniyorsun ve direnmekten başka bir seçeneğin yok ama asıl olarak senden çalınanı, kaybettiklerini sonra görüyorsun."
Operasyonda kullanılması muhtemel diye baktıkları gaz bombasına karşı kendilerini pet şişe, limon ve havlu biriktirerek savunmak istemişler. Başlarına geçirebilmek için çöp poşeti biriktirmişler. Pet şişelerle gaz maskesi yapacak, içerisine ıslak havlu koyacak ve göz yanmasına karşı da limon kullanacaklarmış. El yapımı savunma araçları "Hayata Dönüş"te kullanılan ağır silahların karşısında çok fazla dayanamamış.
Kadınlar operasyondan sonra Bakırköy Cezaevine götürülmüşler. Bayrampaşa'dan getirilen kadınları görünce, operasyonun boyutunu daha iyi anlamışlar. Yılmaz, "Kadınların vücutlarındaki yanıklar, deri dökülmesi, eriyen yerler... Nasıl bir vahşet olduğunu daha iyi anladık" diyor.
Nihat Göktaş, katliam sonrası yaşadıkları travmayı, "Her şeyi unutuyorum diye oturup saatlerce ağladığımı biliyorum" diye anlatıyor. Şöyle devam ediyor: "Kendimi çaresiz hissettiğim oldu. Yakınlarımı üzmemek için akşam olunca odaya gidip ağladığım da oldu. Yardım almadan banyo yapamıyordum. Müthiş bir mücadele gerekti. Her şeyi yeniden öğrendim: İlk kez yola çıkma, ilk kez yemek yiyebilme, ilk kez kaybolma... Hafızamı geliştirebilmek için günlük tutmaya başladım."
10 YILIN TAHRİBATI BEDEN FARKINDALIĞI İLE SİLİNMEYE ÇALIŞILIYOR
Tahliye edildiklerinde ve yeniden dışarıda olma fırsatı yakaladıklarında ise hayat eskisi gibi kolay değildi kuşkusuz. Semiray Yılmaz, "Uzun bir süre boyunca durumumuzu kabullenemedik. Önceleri, fiziki ve psikolojik tedavilerin işe yaramayacağına inanıyorduk. Sonra insan kendi durumu ile barışık oluyor. Ve bulunduğu yerden birşeyler yapmaya başlıyorsun. TOHAV bu konuda bize çok destek oldu. Doktor da bizdeki değişimi farketti. Bizim dışımızdaki ölüm oruçcularına çalışmalarımızı anlatınca onlar da gelmeye başladı ve grup oluşturduk. Birbirimizi etkilemeye başladık. Huzur bulduk buraya gelince" diyor.
Wernicke Korsakoff hastaları 4 yılı aşkın bir zamandır "Beden farkındalık" diye adlandırılan bir tedavi yöntemi ile egzersizler yapıyor. Semiray Yılmaz, "Beden farkındalıkta başarılı olundu. Biz bedenimize yabancılaşmışız. Yıllar içinde beyin de bunu unutmuş. Beyine tekrar hatırlatma, bedendeki bütün kasların, organların farkına varma. Onların uyum içerisinde çalışmasını sağlama... Bize yeri algılamayı öğretme, bütün vücut kaslarını kontrol etme, beyinde hareketin koordinasyonunu sağlama... Bunları yeniden keşfettik" diyor.
DİKKATLER YENİDEN CEZAEVLERİ SORUNUNA KAYIYOR
Bayrampaşa davası ile birlikte cezaevi operasyonlarına yeniden "dikkatlerin kaydığını" belirten Semiray Yılmaz süreci, "Bence iyi değerlendirilmeli ve tüm devrimci hareket bakımından ciddi olarak ele alınmalı. Orada operasyonda bulunanlara ceza çıkıp çıkmamasından bağımsız olarak, 19 Aralık katliamının ve 10 yıllık tecrit koşullarının yeniden gündemleştirilmesi ve devlete baskı oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Buradan tecritte yeni gedikler açılabilir diye düşünüyorum. 'Hayata Dönüş' stratejik bir plandı. Devrimci hareketi tasfiye planıydı. İçeri ile ilgili değildi. Dışarıdaki muhalefet susturulmak istendi" şeklinde yorumluyor.
Yılmaz, "Bir taraftan insanların duyarsızlığını görüyorsun, tuhaf geliyor. İçerisi capcanlıydı. Operasyonla dalga geçiyorlardı. Kendi durumları ile dalga geçiyorlardı. İnsanların güçlü bir bağlılığı vardı ama dışarıda yaprak kımıldamıyordu. 10 yıllık tecridin sonuçları daha yeni yeni ortaya çıkıyor. Onlarca ağır hasta var, hak gaspları var. Bugün hapishanelerde 300'ü aşkın hasta tutsak var. İşte tecridin sonuçları" diyor.
EKİNCİ: İNSANLARI SAÇMALIKLARLA ALDATMAYA ÇALIŞTILAR
Esmahan Ekinci ise katliamları "F tiplerine geçişin ön provaları" olarak değerlendiriyor. Ekinci, "Tesadüfi değildi. Önceden hesaplandı, hayata geçirildi. Öyle ki, operasyondan önce cezaevi idaresi ön yoklama ile 'operasyon olursa tavrınız nasıl olur' diyerek nabız yoklamıştı" diyor.
Esmahan Ekinci, "Hayata Dönüşün" emperyalizmin doğrudan direktifi olduğunu, dönemin Başbakan'ı Bülent Ecevit'in de bunun sözcülüğünü yaptığını belirtiyor. Ekinci, "Tesadüfi, birkaç kişinin koğuşu işkal etmesi, birkaç kişinin slogan atması ile ilgili değil. Tamamen Türkiye'deki ekonomik politik, siyasi duruşu ile alakalı genel bir politikanın bir parçasıydı. Tek başına, cezaevlerinde telefonlar içeriye girilebiliyor gibi saçmalıklar değildi. Bugün bir mafya babası avukatını hamile bırakabiliyor. O derece rahatlık var. Siyasilerin hangi kitapları cezaevine getirmesi, cep telefonlarını cezaevine sokması değildi. Sorunu o noktadan gösterip insanları aldatmaya çalıştılar" diyor.
F TİPLERİ: İŞ YURTLARI, ÜCRETSİZ KÖLE MERKEZLERİ
Ekinci, iş yurtları (F tipi cezaevlerinde çalışma atölyeleri)sorununa dikkat çekiyor, bugün D Tiplerinde uygulanan ve F Tiplerinde uygulanmak istenen iş yurtlarının, hazır iş gücü olarak devreye geçirilmek istendiğini belirtiyor. Ekinci, "İş yurtları dünyadaki bir çok ülkede ünlü markaların asıl üretim yeri. O yüzden iş adamları cezaevi satın alıp ücretsiz köle olarak çalıştırıyorlar. Ölüm oruçları doğrudan F tiplerini kapatmasa da karşılarında köle insanlar olmadıklarını gösterdiler. Cezaevlerini geleceğe dönük yatırım olarak gördüler. Sorun Türkiye'deki çelişkilerin yansımasıdır. Türkiye'nin emperyalist sistemle iyice bütünleşmesini ekonomik ve siyasi anlamıyla insanı daha fazla köleleştirmeyi amaçlayan bir operasyondu. Hatırlayacaksınız o dönem mezarda emeklilik yasası da çıkmıştı. Burada siyasiler direndiği için sanki siyasilerle devlet arasında çatışma olarak görülüyor ama diğer taraftan binlerce adli tutukluyu ve hükümlüyü de kapsayan bir sorun bu, çünkü F tiplerinde intihar sayısı, akli dengesi bozulan insan sayısı atmış durumda. F tiplerindeki ortam insanın her anını işkenceye dönüştürebilecek psikolojik bir saldırı ortamıdır. Duvarların renginden, gelen yemeğin cinsine, tabak çanağın durumuna, hatta aşağılama o derecedir ki kapı altından yemek sürülür. O yemeği almak için yere eğilmek zorundasındır. En ince ayrıntısına kadar insanı yalnızlaştıracak her şey düşünülmüştür. Kaldı ki süngerli odalar da var, psikolojik işkencenin yanı sıra süngerli odalarda ayrıca işkence yapılmaktadır. 10 yıl içerisinde gelinen noktada bu tespiti fazlası ile ispatlayan örneklerle dolu" diyor.
Ekinci de hayata geçirilmek istenen kölece koşullara karşı direnmenin normal bir tepki olduğunu söylüyor, "Orada F tipine karşı, topluma örnek olacak bir direniş sergilendi. O direniş topluma verilmek istenen mesajdı. Ölüm pahasına da olsa 'Bu kölece yaşam biçimini kabul etmiyoruz'u direnerek göstermek doğal olarak yapılması gereken bir sonuçtu. Çok ağır olarak bedel vermiş olsak da bütün dünyaya, böyle bir kölelik sistemine boyun eğmeyeceğimizi göstermiş olduk, böyle bir mesaj vermiş olduk" diyor.
19 ARALIK SADECE CEZAEVLERİNE YAPILMADI
Ekinci, "Yaşama yeniden girmek için hala uğraştıklarını" belirtiyor. 19 Aralık'ta yaşanan katliamın, bugün işçi sınıfının omuzlarına yüklendiğini söylüyor. "10 yıl geçti ama gördüğünüz gibi hala uğraşıyoruz. Yazmaya çalışıyorum, öykü grubumuz var... Ama bu sorun sadece bizim sorunumuz değil. 19 Aralık operasyonu cezaevlerine yapılmış değil aslında toplumun doğrudan kendisine yapılmış bir operasyondu. Çözümü de tek başına cezaevinde yaşayan ya da cezaevi ile ilişkili insanların çözebileceği bir sorun değil. Toplumsal olarak politik siyasi bir çözümle ancak düzelebilecek bir sorun bu aşamada. Bugün en başta işçi sınıfını ilgilendiren bir sorun. Çünkü işçi sınıfının bugün kazandığı haklar, cezaevlerinde iş yurtlarının açılması ile tümden geriye çekilecek. O yüzden cezaevleri sorunu bugün birebir işçi sınıfını ilgilendiren bir sorun haline geliyor. Ben 19 Aralık'ta yaşananların, F Tiplerine geçişin sadece ölüm oruçları ile engellenemeyeceğini biliyordum. Öyle bir şey olamazdı. Sadece öncü kesim rolünü oynadı. Arkada destekleyen bir sınıf hareketi yoksa zaten başarısız olurdu. Bu bir gerçeklik. Bundan sonra gelecek kuşaklara direnişçi bir kimliği bırakabildik. Artık sınıf mücadelesi ile çözülebilecek bir sorun olarak ortada duruyor" dedi. Ekinci, öncelikle operasyon kararını alan, yöneten ve uygulayan tüm sorumlulardan hesap sorulması gerektiğini belirtti.
haber: Fatma Kelleci-Nadiye Gürbüz/etha

YORUM YAZIN