Header Ads

Tecavüz Korkusuyla Yaşam

- Zeynep Oktay -
Ben de sonunda polemiklerin uyandırdığı merakla bir akşam Fatmagül’ün Suçu Ne dizisini başından itibaren izlemeye başladım. Kendimi sabaha doğru zorla yatağa attığımda gerginlikten titriyordum; uzun süre titremeye devam ettim.
Daha sonraki günlerde Fatmagül’ün Suçu Ne filmini seyrettim. Aradaki fark dudak uçuklatıcıydı. Filmde ‘kirlenmiş ama sadık’ kadın, tahrik edici bir cinsel objeydi. Filmin, neredeyse seks dergisine verilmiş bir pozu andıran, Hülya Avşar’ın eteği yarı inik bir biçimde yüzünde tam anlaşılmayan şuh ve kızgın bir ifadeyle çıplak tecavüzcülerine baktığı afişi yanıltmasın; film Fatmagül’ün değil onunla evlenen Kerim’in etrafında dönüyor. Fatmagül’ün duygularına dair derinliğe sahip hiçbir şey yok. Filmde kadın yok.
‘Biz onu Bihter sandık’
Aradaki farkın aradan geçen zamanla değil dizinin kadın yönetmeniyle ve ekibiyle ilgili olduğunu, politikacılarımızın söylemlerinden, stadyumlarda yapılan Fatmagül tezahüratlarından, konunun kitlesel bir espriye dönüşmesinden anlayabiliriz. “Biz onu Bihter sandık” şu demek: Kocasını aldatan kadına tecavüz etmek meşrudur. Bunu bir ileri noktaya taşıdığımızda, ahlaklı olmadığına toplum tarafından kanaat getirilen herhangi bir davranışın tecavüzle cezalandırılabileceği sonucu ortaya çıkar.
Peki ya tecavüzcü yerine mağduru suçlayan kitlenin kadın üyeleri, tecavüzün bir kadına ne hissettirdiğini düşünmeyi tahrik edici bulmayan –“Hülya daha iyi oynamıştı”- erkek üyelerin aksine, tecavüzün ne demek olduğunu tam da biliyor olmalarından dolayı mı, yani tecavüzden kendileri korkuyor olmalarından mı bu konuyu tabu haline getirip, ahlaksızlık diye itelemektedirler? Burada asıl sormak istediğim soruya geliyoruz: Tecavüzden korkmak ne demektir? Bir kadın ne zaman tecavüzden korkar?
Soruyu farklı bir açıdan soralım: Aradaki fark güvende hissetme miktarıyla ilgili, nitel değil nicel bir fark : Bir kadın ne zaman tacizden korkar?
Cevap: Tek başına kamusal alanda bulunduğu her an. Cinsel tacizin, tacizin yaşandığı anla sınırlı kaldığını zannediyoruz. Cinsel tacizden korunmaya çalışarak yaşamanın bir yaşam biçimi olduğunu düşünmüyoruz, düşünemiyoruz. Çünkü bunu düşünerek yaşayamayız. Her an taciz edilebileceğimizi düşünerek yaşamıyoruz. Ama her an taciz edilebileceğimizi hissederek yaşıyoruz. Sokağa çıktığımızda bedenlerimizi korunaksız, zayıf şeyler olarak algılıyoruz, kaç kat giyinirsek giyinelim fazlasıyla görünür, hatta çıplak hissediyoruz. Çünkü o gözler her an bizi soymakla meşguller. Türkiye kadını için büyük birader bir tecavüzcü.
Yanımızda ‘erkek’ varsa
Eve geldiğimizde eğer yalnız değilsek (yanımızda ‘erkek’ varsa) korkmuyoruz, her tıkırtıda işkillenmiyoruz. Zannediyoruz ki öbür beden sokakta kaldı, şimdi burada başka bir beden var. Bu yanılsamayla oturup kalkıyor, bu yanılsamayla sevişiyoruz.
Oysa bedenimiz böyle bir kesinti algılamıyor. Aynaya baktığımızda kendimizi kendi gözümüzden değil, sokaktaki büyük biraderle evdeki büyük biraderin bir birleşiminin gözünden, iki ayrı erkek kavramının gözünden görüyoruz. 1. Sevdiğimiz veya potansiyel olarak seveceğimiz erkeğin gözünden: Yeterince güzel miyim? 2. Tacizcimiz ve potansiyel tecavüzcümüzün gözünden: Yeterince edepli miyim? Panoptikon usulü kontrollerini başarıyla yerine getirip yeterince edepli hissedebilenler, yeterince edepli hissedemeyenlerin ‘kaşındığını’ söyleyerek sıyrıldıklarını zannediyorlar işin içinden. Oysa bu iki erkek arasında çizilen yapay sınırla yaşayabilmenin bedeli, her kadının, bedenine dair algısını sokakta bir ‘Adam’a, evde bir başka ‘Adam’a teslim etmesi oluyor. Bizi sokaktaki adamdan korusun diye kendimizi teslim ettiğimiz evdeki adam (bu ifadeyle güven duyduğumuz ve beraber kamusal veya kişisel alanda bulunduğumuz herhangi bir erkeği kastediyorum), bedenimizin sahibi olmaya hak kazanıyor. Bu açıdan bakıldığında tecavüz mağdurlarının tecavüzcüleriyle evlendirilmeleri çok anlamlı: Evdeki adamın tecavüz etmesi bizi edepsiz yapmıyor; ne de olsa hakkı.
‘Edepli’ sevişme!
İşleri garantiye almak, evdeki adamı sokaktaki adama çevirmemek adına evdeki adamla ‘edepli’ sevişiyoruz, gereğinden fazla haz alırsak edepsizleşeceğimizin -bazılarımızda içten içe yaşanan, bazılarımız içinse çok açık olan- korkusuyla. Bedenlerimizi bir başkasından ödünç aldığımız, kırarsak cezalandırılacağımız eşyalar olarak taşıyoruz. Kırıldıklarında da suçlu biz oluyoruz elbette.
Tecavüz kavramı da, hayat kadını kavramı gibi, her kadını biçimlendiriyor. Yalnızca kimliğini değil, bedenini, sırtının dikliğini, bacaklarının bükülüşünü, yanaklarının oynayışını belirliyor. Hepimiz tecavüz mağduruyuz.
* bu yazı ilk olarak 4 aralık 2010 tarihli radikal gazetesinde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.