'Çünkü Yaşam… Dramdır'
1930’larda basılan ve ana ekseni düşünce olan bir kitap güncelliğini hala koruyabilir mi? Yazarının deyimiyle ‘ özünde belirsiz olan bir durumun -bugünkü durumun- (1930’lardaki durum) çözümlemesine girişilmiş’ bir metinler toplamıdır söz konusu olan. Kitle ayaklanması metaforu etrafında örülen düşünceler ‘çağın tüm diğer nitelikleri gibi çift yönlüdür ve iki çehreli olasılıklara’ gebedir diğer yandan. Ve iki çehreli olma belirsizlikten çok atılım, değişim ve etki yönlerinin çoğulluğuna karşılık gelir. Öyleyse , değişen çağ içersisinde değişmeyen nedir, belki asıl onu keşfetmiştir Gasset ve yaşamın içindeki sürgit dramı tam da özünden yakalamıştır. Zaten tarihsel belirleyiciliğe karşı olduğunu da özellikle vurgulayan bir düşünürdür o ve geçmişle olan bağı geleceğe koşullanmıştır.
‘Geçmişe hâkim olması gereken gelecektir, geçip gitmiş şeyler karşısındaki tavrımızı düzenleyecek buyruğu ondan alırız’ demekten çekinmeyecektir bu sebepten. Kitle insanını, kitleyi isyana sürükleyen sebepleri kendince elbette açıklayacaktır fakat işin çarpıcı yanı, Gasset’nin kullandığı anlatım yöntemidir. Çağının Marksist ve türevi düşünürlerinden onu ayıran kitleyi ‘insan eksenli’ kavrayışıdır. Bir yandan kitlelerin mutlak iradesi belirirken bir yandan bu irade ağacının kökleri topraktan çıkıp gözle görülür olmaktadır. İfşa sanatçısıdır Gasset.
‘Politikada, sanatta, ahlakta, dinde ve yaşantının gündelik alanlarında’ büyük bir tutarsızlık vardır. Bu çelişkili durumun anlamı; ‘günümüze hâkim olan insanın ilkel olmasıdır. Uygarlaşmış bir dünyanın ortak yerinde beliren bir Naturmensch’tir. Dünya uygarlaşmıştır ama insan uygarlaşmamıştır. Dram da budur. Çünkü o, uygarlığın yapay ve neredeyse inanılmaz niteliğini ruhuyla bilmekten uzaktır. Bunları söylerken metafizik bir söylemden uzak durduğunu ve gerçeğe bakmak istediğini özellikle belirtir Gasset. Bu dilek kadar açıklama elbette karşılığını bulur kitapta. Lakin yer yer bir şairin üslubuna yaklaşmaktan uzak tutmaz onu. ‘Nasıl yıkıntıların hüznü diye bir şey varsa, ölü sulardan yükselen buhar gibi yükselirse onlardan, duyarlı taşralı da öylesine ağır, ama ters yönde bir hüznün pençesinde hisseder kendini: Ebedi yapıların hüznünü.’, ‘ Bir insanlık gerçeği kendi tarihini tamamladığında, bir deniz kazasına uğrayıp öldüğünde, dalgalar onu safsatanın sahiline vurur, artık orada ceset halinde uzun zaman varlığını sürdürür. Safsata insan gerçeklerinin mezarlığıdır; ya da olsa olsa sakatlar hastanesidir’ Bu mu, bu üslup mu yaşatan bu kitabı diye de düşünürüz bir yandan?
Çağdaş insanın yeni halleri çağdaş durumlar içinde irdelenirken devlet gibi kurumlar da gözden geçirilir.
Devlet karşıtı olmasa da devlete keskin bir bakışı var Jose Ortega Y Gasset’nin. ‘Yaşamın devletleştirilmesi’ne itirazı vardır. Kamusal düzen (devlet) iyi kurulmuş ise ‘kitle kendi başına eylem koymaz’. İnsan yönetilmeye meyillidir. İstese de istemese de bir üst merci aramaya zorunludur. ‘Eğer onu kendi başına bulmayı başarırsa, olağanüstü biri demektir, yok eğer bulamazsa kitle insanıdır’. Böylelikle bir kez daha kitle insanını tanımlar o. Kitle insanı tek başına kendisini yönetmekten beri olandır ve ‘üstünlüğe öbürünün sayesinde erişme ihtiyacındadır’. Hele, kendi başına harekete geçtiğinde kitle, biçim bilmezliğinin sonucu olarak Linç’e yönelir. Tam da burada, tersinden hem de tam tersinden bir iç sorunun zamanıdır; 1930’larda bizim devletçilikle uğraştığımız bir zamanda, kitle ile devlet arasındaki parodik ilişkinin gözden geçirilmesi yapılabilmiş midir?
Ona hiç şüphe yok. Gasset, 1930’larda gözlemlediği durumlardan hareketle böylesi ileri yorumlara giderken, ‘tıklım tıklımlık, doluluk’ kavramlarını vurgulayıp; ‘Kentler insanlarla dolu. Evler kiracılarla dolu. Oteller konuklarla dolu (neredesin Edip Cansever). Trenler yolcularla dolu, Kafeler müşterilerle dolu’ demişken, şimdi ne derdi, hangi dili bulurdu merak etmemek mümkün değil. Ve başkaları ne düşünür bilmiyorum, kendi adıma son derece yarıcı ve yakın buluyorum Gasset’nin görüşlerini. ‘Karşımızdaki tek kişi olsa bile onun kitle olup olmadığını’ öğrenme yolunu kendisine göre yorumlarken belki de en asil seçkin tanımını yapan odur. ‘Seçkin insan aslında kendini başkalarından üstün sanan bir ukala olmayıp, dilediği ileri hedeflere ulaşamasa da, başkalarından beklediğinden fazlasını kendi kendisinden bekleyen kişidir’.
Bu hep ‘devasa yapılar çağı’nda, Gasset ta o zamandan soruyordu; ‘Bizi nereye götürecek bu ? Mutlak bir kötülük mü, yoksa olası bir iyilik mi? ‘Kozmik sorunun hep belirsiz biçimi devam mı ediyor? Cevap bulmak ve aramak kitabı yeniden okumak kadar çevremize ve kendimize bakabilmekle de sanırım çok ilgili. Hele şimdilerde ‘Toplum devlet için, insan hükümetin düzeneği için yaşamak zorunda kalacaktır’ cümlesi üzerine ayrıca düşünmek için.
‘Geçmişe hâkim olması gereken gelecektir, geçip gitmiş şeyler karşısındaki tavrımızı düzenleyecek buyruğu ondan alırız’ demekten çekinmeyecektir bu sebepten. Kitle insanını, kitleyi isyana sürükleyen sebepleri kendince elbette açıklayacaktır fakat işin çarpıcı yanı, Gasset’nin kullandığı anlatım yöntemidir. Çağının Marksist ve türevi düşünürlerinden onu ayıran kitleyi ‘insan eksenli’ kavrayışıdır. Bir yandan kitlelerin mutlak iradesi belirirken bir yandan bu irade ağacının kökleri topraktan çıkıp gözle görülür olmaktadır. İfşa sanatçısıdır Gasset.
‘Politikada, sanatta, ahlakta, dinde ve yaşantının gündelik alanlarında’ büyük bir tutarsızlık vardır. Bu çelişkili durumun anlamı; ‘günümüze hâkim olan insanın ilkel olmasıdır. Uygarlaşmış bir dünyanın ortak yerinde beliren bir Naturmensch’tir. Dünya uygarlaşmıştır ama insan uygarlaşmamıştır. Dram da budur. Çünkü o, uygarlığın yapay ve neredeyse inanılmaz niteliğini ruhuyla bilmekten uzaktır. Bunları söylerken metafizik bir söylemden uzak durduğunu ve gerçeğe bakmak istediğini özellikle belirtir Gasset. Bu dilek kadar açıklama elbette karşılığını bulur kitapta. Lakin yer yer bir şairin üslubuna yaklaşmaktan uzak tutmaz onu. ‘Nasıl yıkıntıların hüznü diye bir şey varsa, ölü sulardan yükselen buhar gibi yükselirse onlardan, duyarlı taşralı da öylesine ağır, ama ters yönde bir hüznün pençesinde hisseder kendini: Ebedi yapıların hüznünü.’, ‘ Bir insanlık gerçeği kendi tarihini tamamladığında, bir deniz kazasına uğrayıp öldüğünde, dalgalar onu safsatanın sahiline vurur, artık orada ceset halinde uzun zaman varlığını sürdürür. Safsata insan gerçeklerinin mezarlığıdır; ya da olsa olsa sakatlar hastanesidir’ Bu mu, bu üslup mu yaşatan bu kitabı diye de düşünürüz bir yandan?
Çağdaş insanın yeni halleri çağdaş durumlar içinde irdelenirken devlet gibi kurumlar da gözden geçirilir.
Devlet karşıtı olmasa da devlete keskin bir bakışı var Jose Ortega Y Gasset’nin. ‘Yaşamın devletleştirilmesi’ne itirazı vardır. Kamusal düzen (devlet) iyi kurulmuş ise ‘kitle kendi başına eylem koymaz’. İnsan yönetilmeye meyillidir. İstese de istemese de bir üst merci aramaya zorunludur. ‘Eğer onu kendi başına bulmayı başarırsa, olağanüstü biri demektir, yok eğer bulamazsa kitle insanıdır’. Böylelikle bir kez daha kitle insanını tanımlar o. Kitle insanı tek başına kendisini yönetmekten beri olandır ve ‘üstünlüğe öbürünün sayesinde erişme ihtiyacındadır’. Hele, kendi başına harekete geçtiğinde kitle, biçim bilmezliğinin sonucu olarak Linç’e yönelir. Tam da burada, tersinden hem de tam tersinden bir iç sorunun zamanıdır; 1930’larda bizim devletçilikle uğraştığımız bir zamanda, kitle ile devlet arasındaki parodik ilişkinin gözden geçirilmesi yapılabilmiş midir?
Ona hiç şüphe yok. Gasset, 1930’larda gözlemlediği durumlardan hareketle böylesi ileri yorumlara giderken, ‘tıklım tıklımlık, doluluk’ kavramlarını vurgulayıp; ‘Kentler insanlarla dolu. Evler kiracılarla dolu. Oteller konuklarla dolu (neredesin Edip Cansever). Trenler yolcularla dolu, Kafeler müşterilerle dolu’ demişken, şimdi ne derdi, hangi dili bulurdu merak etmemek mümkün değil. Ve başkaları ne düşünür bilmiyorum, kendi adıma son derece yarıcı ve yakın buluyorum Gasset’nin görüşlerini. ‘Karşımızdaki tek kişi olsa bile onun kitle olup olmadığını’ öğrenme yolunu kendisine göre yorumlarken belki de en asil seçkin tanımını yapan odur. ‘Seçkin insan aslında kendini başkalarından üstün sanan bir ukala olmayıp, dilediği ileri hedeflere ulaşamasa da, başkalarından beklediğinden fazlasını kendi kendisinden bekleyen kişidir’.
Bu hep ‘devasa yapılar çağı’nda, Gasset ta o zamandan soruyordu; ‘Bizi nereye götürecek bu ? Mutlak bir kötülük mü, yoksa olası bir iyilik mi? ‘Kozmik sorunun hep belirsiz biçimi devam mı ediyor? Cevap bulmak ve aramak kitabı yeniden okumak kadar çevremize ve kendimize bakabilmekle de sanırım çok ilgili. Hele şimdilerde ‘Toplum devlet için, insan hükümetin düzeneği için yaşamak zorunda kalacaktır’ cümlesi üzerine ayrıca düşünmek için.
YORUM YAZIN