Header Ads

Hrant Dink'i tahkir ve tezyif

Karin Karakaşlı
Sevenlerinin, onun böylesine kalleşçe hayatımızdan koparılışıyla ve dinmeyen yokluğuyla zaten zoru var ve bunun ne demek olduğunu, ancak can gibi sevdiğini kaybedenler anlar. Ama hani bir de tüm dinlerin ortaklaştığı “ölene saygı” vardır ya... Bırakın dinleri bir kenara, inançtan, inançsızlıktan bağımsız, anlık bir teslimiyet ve kabul vardır ya... İşte onun aşkına, ayıptır, günahtır. Tövbe deyin. Ha devlet dinlere, inançlara eşit mesafede laik bir yapıdır, ne günahı ne tövbesi denecekse, hadi o zaman gelin şu devletten bahsedelim biraz.Hrant Dink, Türkiye’nin görüp görebileceği ender Ermeni aydınlardan biriydi. Enderdi çünkü Ermeniler, azınlık sözcüğünün ilk harflerinde ifadesini bulduğu üzere az. Sadece az değil, azaltılmış... Korkuyu öğrenerek, susmuş kalmış. Kim yeniden ses verebilecekti ki kolay kolay. Sonra bu adam çıktı işte, Ermeniliği yurtseverliği ile at başı giden, sözünü söylemeye de, işini eylemeye de talip bir adam. Türkiye’nin insanına ulaşabilen, derdi tasası barış ve demokrasi mücadelesi olan bir adam... Tam da bu mücadeleyi verdiği yerde, Agos gazetesinin önünde güpegündüz sırtından kurşunlandı.
Çevresindekiler zaten biliyordu da nasıl bir hedefe dönüştürüldüğünü, o cinayete giden yargı-basın-devlet bağlantıları bir bir ifşa olurken, yine de katlanılmazdı o göz göre görelik. Ve hani bir teslimiyetten, bir kabulden bahsetmiştim ya, memleketimin insanı daha bu kötülük çetelerini bilmeden, yüzbinlerle uğurlamıştı o adamı, tam da böyle bir teslimiyet, tam da böyle bir kabulle.

Nazi örneği
Ama sonra devlet ne yaptı? İçindeki bağlantıları ortaya çıkarıp cinayette dahli olan kamu görevlilerini yargı önüne bile getiremedi. Onun yerine gitti, katil diye yetinmemizi istediği o suretle hatıra fotoğrafı çektirdi, sık sık hafıza kaybına uğradı, kamera kayıtlarından silindi, kerelerce ihbar edilmiş bir cinayeti jandarmadan, emniyete, oradan istihbarata attı durdu. Elbet şu lanet olası top, er geç bir arabanın altına girer kaybolurdu.
Oysa Hrant Dink, hakkında verilen ve hedef haline gelmesine yol açan o “Türklüğü tahkir ve tezyif” üzerine AİHM’e başvurmuş, öldürülüşünün ardından da ailesi, AİHM’e jandarma ve polisin haberdar olmasına karşın cinayeti önlemediği gerekçesiyle yeni bir başvuru yapmıştı.
İşte Türkiye hükümeti adına yapılan savunmada Yahudi soykırımını inkâr ederek “Her kim bu davaya hizmet ederse eylem yapabilir. Her kim buna karşı çıkarsa karşısında bizi bulacak ve nihai olarak tasfiye edilecektir” diyen, Alman mahkemelerinde yargılanmış ve hapse çarptırılmış Nazi örgütü lideri Kuhnen’in davası emsal gösterilmiş. Kuhnen’in ifade ettiği düşüncelerin ırksal ve dini ayırımcılık unsurları içerdiğine hükmetmiş ya Avrupa Komisyonu, ondan medet ummuş. Ve bu uğurda Türk düşmanı ilan edilmeye çalışılan Hrant Dink’e bir de Nazi ırkçılığı mertebesi uygun görülmüş!
Olayın ırkçılığın her türüne karşı hayatı pahasına mücadele vermiş bir insana reva görülmesi boyutunu bir tarafa bırakayım, devlet açısından bakayım. Koca Cumhuriyet, dünyayla bunca yıldır ilişkisi var. Hem de savunmayı hazırlayan Dışişleri, yani Avrupa tarihinde Nazi demenin ne anlama geldiğini, nasıl ağır bir tarihsel yük taşıdığını ilk elden bilmesi gereken makam. Malum Batı diyarlarında, bütün sözlerin içini boşaltmadılar henüz. Ve Nazi öyle işkembeden atılacak bir yakıştırma değil. Bu kadar sakil bir ilişkilendirmeye tenezzül etmek, bizzat devlet ve hükümet olarak sizi küçültmez mi? Nerede kalır dünya sahnesindeki saygınlığınız, itibarınız?
Zaten herhalde o endişeyle olsa gerek, Cumhurbaşkanı Abdulllah Gül, havaalanı yollarında “Hrant Dink maalesef gerekli tedbirler alınmadığı için hayatını kaybetti” deme ihtiyacı hissetmiş, Adalet Bakanı rahatsızlık dile getirmiş. İyi de ne fayda! Önümüzde hâlâ o cinayetin davası var. Hani şu azmettiricilikten yargılananın, doğrudan polisin haber elemanı olduğu, emniyetin, jandarmanın cinayete dair istihbaratları buharlaştırdıkları ve daha hiçbir kamu görevlisinin yargılanmadığı dava.
“Dink gerçek ve yakın biçimde tehdit edilmiş olsaydı koruma için yerel makamlara başvurur ve koruma isterdi” denilmiş. Peki devletin valiliğinde MİT mensuplarınca tehdit edilen Hrant Dink, acaba kendisini koruması için kime güvenecekti? Kim kimden koruyacaktı sahi Hrant Dink’i?
Allah rızası için gelin, bundan sonra neler yapılacakmış bir de onu okuyalım: “Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin AİHM’deki davalarının takip edilmesi, savunmalarının hazırlanması ve tazminatlar gibi konularda yetkili olan Dışişleri Bakanlığı’nın, bu görevi devletin diğer birimleriyle daha sıkı bir koordinasyon içerisinde yürütmesi gündeme gelecek. Böylece, Türkiye’nin AİHM’e verdiği savunma metinlerinin hukuki boyutunun yanı sıra politik içeriği de göz önünde bulundurulacak.”
Dil içi çeviri yapacak olursak; böyle kör gözüm parmağına yapmayın şu gerekçelendirmeleri, biraz incelikli hareket edin deniyor. Zaten de malumunuz, teknik savunma hazırlanmıştı: “Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, AİHM’e sunulan görüşün, salt hukuki ve teknik unsurlar temelinde hazırlandığını dile getirerek, görüşte, o dönemde yürürlükte olan kanunlar çerçevesinde karar alan yargı makamlarının hükümlerinde yer verdikleri gerekçelere değinildiğini, o dönemde geçerli hukuki tespitler ışığında izah edildiğini açıkladı.”
Eski alışkanlık, bir yerlerde “bağlamında, çerçevesinde, ışığında” diye başlayan cümleler gördüm mü, içim şişer. Üst düzey gevelemedir bu. Bir şey dememenin en şık hali.

‘Art niyetimiz yoktur’
Trabzon’daki tarihi Sümela Manastırı’nda yapılan ayini yöneten Fener Rum Patriği Bartholomeos’un sözleri ne çok şey diyor oysa. “Bu heyecan, bu sevgi, bu inanç, bu bağlılık asla farklı anlamlarla bağdaştırılmamalıdır, önyargı ile tefsir edilmemelidir. Bizim hiçbir art niyetimiz yoktur. Her zaman olduğu gibi bugün de dua etmeye geldik” diye başlıyor vaazına Patrik. Art niyeti olmadığını öncelikle söyleme ihtiyacı duyuyor. Ne de olsa kendisi “iç mihrak” olarak hedef gösterilmekten hiç vazgeçilmemiş bir isim. Ve o bayram günüyle herkesin saadeti, huzuru ve mutluluğu için dua ederken “Birlikte yaşam kültürü, medeniyetimizin bizlere bıraktığı bir mirastır. Bu mirası yaşatalım ve öğretelim ki artık bu konularda acılar vuku bulmasın, ailelerin yürekleri yanmasın, çocuklar korkmasın. Gençler endişe etmesin” diyor.
Çünkü endişe eden gençlerin, hükümetin o savunmada adı geçen “haksız tahrik” unsuruna nasıl meze yapıldığını biliyor Patrik Bartholomeos. Bu topraklarda kışkırtmanın bedelinin canla, kanla ödendiğini de...
Hrant Dink, AİHM’deki davayı niye istemişti hatırlayalım mı? Yargıtay Ceza Kurulu tarafından onaylanmasının ardından o “Türk düşmanı” damgasıyla yaşamak zûl geliyordu ona. Mecbur kaldığı için gitti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne. Adalet ve hakkaniyet buralarda kendisinden esirgendiği için gitti. Ama öyle garip bir ülke aşkıydı ki onunki, bu kararı da, aklanıp yine memleketinin sokaklarında dolaşmak için istedi.
Ama koca adımlarıyla arşınladığı sokakları dar ettiler ona. Kararlı, kararsız yaşatmadılar onu. Dolayısıyla ille de bir suç aranıyorsa onun adı “Hrant Dink’i tahkir ve tezyif”tir olsa olsa. Bu suça biçilecek cezayı da lütfen vicdanınızla siz tayin edin. Belli ki başka bir yerden adalet geleceği yok, siz talep edin. Bari siz ona hakkını helal edin ki, yaşayanlarımız için ve ülkemiz için şu hayat, şu nefes haram olmasın.
Radikal/22-08-2010

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.