Header Ads

Bir Tükürüğün Hikâyesi

- BAŞAR BAŞARAN -
Eşber Yağmurdereli için...

Öksürdü. Bir sigara daha yaktı. İlk nefeste göğsü yandı. Kederin günahını ciğer yatar diye düşündü. Parmaklarının ucundaki ateşe bakıp gülümsedi.’’ İman tahtası, amma da laf ha!’’ Çatırtılarını duyuyordu. Açık bir rüzgarın değil sinsi bir cereyanın, mert bir yağmurun değil hesaplı bir rutubetin içinden geçtiğini hissetti. Ürperdi. Öfkelendi. Kendi kendisine konuştuğu bu kaçıncı gün, sayamadı. Kör gözlerini yeniden beyhude kırpıştırdı. Başını geriye attı. Bir kahkaha patlattı. ‘’Ülkede yaşayan bir grup insana Kürt dediği için’’. Sigarayı söndürdü. Boğulmadığı için ciğerlerine teşekkür etti. Sustu. Burnundan derin bir nefes aldı. Karadenizde bir sabah hayal etti. ‘’Ver bir çay daha içeyim hemşire’ Yosun kokusu, taka sesi, poyraz. Bir bozuk para çıkardı cebinden. Havaya attı. Gardiyana seslendi, ’’Ne geldi, bakın şuna!’’ Ne gelecek, yazı dese tura, tura dese yazı gelecek. Küfretti. Bildik bir öyküyü karanlığa mırıldanmaya başladı.

‘’Bundan üç asır evvel, ahırda koyuna koyuna yatıyor köleler. Kadın, erkek, yaşlı ve bebek. Ayakları çıplak, vücutları yaralı, üstlerinde karasinekler yürüyor. Birden kapısı açılıyor ahırın. İçeridekilerin gözleri kamaşıyor, geleni göremiyorlar, dehşetli korkuyorlar. Anneler çocuklarını göğüslerinde susturuyor. Hastaların iniltisi bile kesiliyor. İçeride bir teslimiyetin sessizliği… Önce içeri iki tane adamı giriyor Bey’in, sonra iki tane daha ve en son da kendisi. Çocukların burun çekmesi, sineğin vızıltısı ve hırıltıdan başka hiçbir ses yok. Bey kırbacının tüylü ucunu yere sürerek konuşmaya başlıyor. Kölelerin hepsi önlerine bakıyorlar. O konuşurken adamları insanların üzerlerine basarak aralarında dolaşıyor. Ergenliğe ermiş çocukları götürecekler. Çapaktan kapanmış gözler yavaş yavaş açılıyor.

Bey var gücü ile kızıyor. Tarladan istediği kadar mahsul toplanmadığı için öfkeli. Aileleri ayırarak başka çiftliklere böleceğini söylüyor. Rahat battı size diyor. Şimdi erkekler ve kadınlar bir tarafa ayrılsın diye bağırıyor. Çocuklar ortada kalacak. Nasıl ayrılırlar? Herkesin tırnağı kendi canının koluna geçmiş, yalvarıyorlar. Ayrılıyorlar, tırnakları çekilir gibi ayrılıyorlar. Akıllarına direnmek gelmiyor. Bilmediğin hatırına gelmez, direnmeyi bilmiyorlar.

Tam o çaresizliğin ortasında bir genç ayağa kalkıyor. Kölelerin en gözü karası, uzun boylu ve cesur, ‘Yapmayın’ diye bağırıyor. Bey’in iki adamı lafı ağzından çıktığı an üzerine çullanıyorlar gencin. Yere yatırıp kafasına ayaklarıyla basıyorlar. Bey ‘Getirin buraya’ diyor. Ne dedin sen? ‘Yapmayın diye bağıran gencin yüzüne müthiş bir tokat atıyor. Yanağının sesi bütün ahırda çınlıyor. Ve o anda, o tokatla birlikte genç köle Bey’in yüzüne var gücüyle tükürüyor. İçerideki herkes görüyor bu anı. O pis kölenin, o susuz ağzından çıkan tükürüğünün Bey’in yüzüne nasıl yapıştığını herkes görüyor. Görmeyenler bile görüyor. Bey tükürüğü yemesi ile birlikte yüzünü silmeye bile yeltenmeden anında silahına davranıyor. Alnına tek kurşun sıkıyor genç kölenin. Bu kadar. Yiğit, simsiyah yüzünde kırmızı kanlarla cansız düşüyor babasını ayaklarının dibine. ‘Kimse kaldırmayacak bunu yerden!’ diye kükrüyor Bey. Hiç kimse. Bey ve arkasından adamları ahırın kapısını vurup çıkıyorlar. İçerisi zifir karanlık, içeri de sadece hıçkırık duyuluyor. Yerde sıcak bir ceset, dışarıda zincir şakırtıları... Kapı üstlerine kitleniyor

Bu genç bir tükürük için neden ölür? Ahırdakilerin çoğu buna bir anlam veremediler. Neden yaptı ki bunu, Bey’in yüzüne tükürülmeyeceğini bilmiyor mu? Pisipisine öldü. Yaşlılar kızdılar gence, hem kendi canından oldu, hem bizi de tehlikeye attı diye. Harcandı dedi birileri, yazık oldu gençliğine. Yaşasaydı ne olacaktı diye düşünmediler. Sadece yaşamayı kutsadılar. Oysa yaşasaydı daha iyi bir köle olmak mı, daha az kırbaç yemek mi, neydi onu bekleyen ikbal söylemediler. İnsanın en önemli işi yaşamak mıdır, soramadılar.

Oysa bu tükürük, sadece bir tükürük değildi. Ve o gün oradaki kölelerden hiçbiri bunu anlayamadı. Anlayamadığı için köle kaldıklarını bilemeden anlayamadı.

Oysa o genç beş yüz kez hayata gelse ve her geldiğinde yüzer yıl köle olarak yaşasa yapamayacağı kadar büyük bir iş yapmıştı. O, insanlığın mücadele bayrağını orada, o karanlık ahırda Bey’in cebinden çalmıştı. Ölürken bayrağı verdiği el, belki o an için görünmezdi ama vardı. Çünkü ahırda çocuklar o günü gördüler. O tükürük hepsinin zihnine kazındı. Hepsinin tahayyül gücüne bir Bey’in yüzüne tükürülebilme ve ona karşı gelinebilme ihtimalinin varlığı eklendi. Güçlendiler. Cezasının ölüm olduğunu öğrenmelerinin bir önemi yoktu. Zira bazen bir hatanın yapılabileceğini bilmek insanı özgür kılar. Çünkü bazen öyle bir an gelir ki ceza göze alınabilir. Ama ya insan hatayı bile akıl edemeyecek kadar teslim olursa? İşte o tükürük buna izin vermedi.

O sayede, ahırdaki çocuklardan birinin daha aklına isyan düştü. Ertesi gün tarlaya gidildi, ekin sürülürken hadise başka ahırın kölelerine anlatıldı, tükürük oradakilerin içine de düştü. Geceleri ateş yakıldı ve kulaktan kulağa tükürüğün hikayesi anlatıldı. İçinde büyüdü öykü çocukların. Bey’in yüzünün hali, nasıl afalladığı, güçsüz kaldığı her yerde abartılarak anlatıldı. Tükürük köyden köye, zamandan zamana yayıldı durdu. ‘’

Gözlerini açtı. Karanlık. İçinde muzip bir neşe uyandı. Duvarları düşündü. Güldü. Aklını düşündü, zincirin aczine acıdı. Bir türkü mırıldanmaya başladı. Birden Bugün Pazar dedi. Beşiktaş deplasmanda. Ayağa kalktı, radyoyu açtı, yatağına uzandı.

Başar Başaran
twitter.com/nobasaran


*BirGün'den alınmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.