Header Ads

Sosyal Demokrasinin Simgesi: Olof Palme

- yazı: OZAN EZGİ BERBEROĞLU -
Devlet adamlarının ölümü de kararları gibi toplumun akışını ve kendilik algısını etkiler. Beraberinde yürüyenlerin düştüğü boşluk yeni lider arayışıyla kolayca doldurulamaz. Toplumlar çoğunlukla geleceklerini siyasi liderlerinin duruşuyla örtüştürme eğilimi gösterirler. Siyasi anlamda pek de başarılı olmayan, ne var ki, ait oldukları topluma umut enjekte ederek uzun müddet ayakta kalmayı sürdürmüş birçok lider vardır. Siyasetçinin, çoğunlukla, yaptıkları değil söyledikleridir insanları çevresinde tutan. Siyasetçilerin yaşamları gibi bazen ölümleri de birer politik olaydır. Eğer bu, intihar ya da cinayet sonucu bir ölümse yıllarca konuşulacak, şüpheleri peşinde sürükleyecektir. Yolsuzluk iddiaları sonrası intihar eden Toshikatsu Matsuoka’nun ardında bıraktığı, partisinden, ailesinden ve halkından özür dilediği mektupları hatırlayın. Burada profesyonel bir siyasi tutumu özel hayatla harmanlayan hüzünlü bir mesaj görürsünüz. Bazılarıysa son bir kez kendilerini ifade etme şansları olmadan, hiç beklenmedik bir anda dünyadan ayrılıverirler.

Toplum nazarında önemli olan kişilerin öldürülmesi büyük kitlelerin travması olarak kendini gösterir. Kalabalıkları ardından yürüten kişi toplum gözünde güçlü ve güvenilir bir figür oluşturur. Bunun bir anda yıkılması kitlelerin gelecek algısında ciddi değişmelere yol açar. Zira büyük siyasi liderlerin tek kurşunla yok edilebildiği bir dünyada yaşamak, sahiplenilen değerlere ihanet edenlerin varlığı yönünde şüpheleri beraberinde getirir ve toplumun belleğinde ciddi bir yara açar.

Yaklaşık bir asırdır sosyal demokrasiyle şekillenen İsveç halkı için Olof Palme yüzyılın en önemli isimlerinden. İsveçli siyaset adamının ölümü, gerek toplum tarafından takdir edilen kişisel duruşu, gerekse cinayetin zamanlaması göz önüne alındığında siyasi tarihte en çok konuşulan olaylardan biridir.

Burjuva bir aileden geldiği için burjuvazi tarafından sınıfına ihanet etmekle suçlanan Palme’ye işçi sınıfı hareketi de aynı nedenden ötürü kuşkuyla bakıyordu. Vietnam Savaşı’nda Palme’nin söylemleri kamuoyunu kendine bağlarken belli kesimlerin de nefretini körüklemişti. Sömürgeci ve yayılmacı Batılı siyaset dünyası, kendi içlerinden çıkan bir siyasetçinin Batı’nın kapitalist politikalarını bu denli sert eleştirmesini kolay hazmedemezdi. Olof Palme sadece İsveç halkının değil Afrika ve Doğu halklarının da büyük sevgisini kazanmıştı. Sıradan bir vatandaş gibi yaşayan lider ırksal farklılıklar ve bundan güç alan emperyalist düzenin karşısındaydı. Kapitalizm ve yayılmacı politikalara karşı duruşu ve söylemleri şüphesiz ki büyük bir kesimin nefretini üzerinde toplamasına sebep oluyordu.

İsveçli tarihçi, gazeteci ve yazar Henrik Berggren’in kaleme aldığı Olof Palme biyografisi, Palme’nin gerek kişisel hayatı, gerekse siyasi kimliğini en ince detayına kadar ortaya koyan bir eser. Berggren okuyucuya İsveç’in 1930’lu yıllardan 80’lerin ortasına kadar geçen süreçte yaşadığı kültürel ve politik evrimi katman katman inceleme fırsatı verirken sosyal demokrasi alanında dünyanın sahip olduğu en etkin siyasetçilerden birini, tüm yönleriyle tanıma olanağı sağlıyor.

Yazarın yardımıyla Olof Palme’nin kişiliğini, düzen ve adalet algısını siyaset öncesi yaşamından çıkarımlayarak, siyasi kararlarına yön veren değer yargılarını daha kolay analiz edebiliyoruz.

Palme demokrasinin mutlak gücüne inanan bir siyasetçiydi. Berggren’in de belirttiği gibi Olof Palme iktidardan uzak bir monarşinin, zamanla halk nezdinde meşruluğunu yitireceğine inanıyordu. Palme’nin monarşi karşısındaki tutumu, onun demokrasinin işlevselliğine duyduğu “aşırı” inancın örneklerinden biriydi. Olof Palme politik sistemin istikrarı için yurttaşların güveninin temel şart olduğunu şöyle ifade ediyordu: “Tarih, eğer toplum insanların güvencelerini ve refahını gözetme becerisini gösteremezse, demokrasinin kolayca bozulacağını ve krize gireceğini öğretmektedir. Demokratik bir toplum, demokrasinin temel koşulları olan adalet ve eşitlikle uyum içinde olan bir politikayı gerçekleştirebilmelidir.”

Henrik Berggren’in Olof Palme biyografisi Palme’nin bir birey ve politikacı olarak sergilediği davranışları psikolojik ve felsefi bakış açısıyla değerlendiriliyor. Yazar çalışmasında Palme’yi 1982 ve 1985 yıllarında oy alabilmek için, sosyalistten çok bir liberal gibi konumlanmış bir siyasi kimlikle tanımlıyor. Ona göre Olof Palme ideolojik inançtan daha çok bir “varoluşsal” seçim olarak politikaya girmiş bir demokrattı ve tüm hayatı boyunca bir pragmatist olarak kaldı. Onun rolü ne 1950’lerin tanımıyla bir Soğuk Savaş askerliği ne de 60’lar ve 70’lerin ifadesiyle bir antiemperyalist olarak özetlenebilir.

Berggren eserinde, Pal­me’nin varoluşçu felsefesiyle siyasi kimliği arasındaki bağlantıyı izledikten sonra, beklenenin aksine, siyasetçinin bireysel hayatına derinlemesine iniyor ve sosyalist yönünü bir miktar geri plana atıyor. Biyografide okuyucunun beklentilerini karşılamama ihtimali olan bir diğer nokta, ölümüyle dünyanın tarihsel belleğine yerleşen Olof Palme’nin uluslararası başarıları ve siyasi hayatına odaklanarak cinayeti üzerinde çok az duruluyor olması. Lideri ölüme götüren olaylar silsilesi ve 26 yıldır dünya gündeminde cinayete dair tartışılan senaryoları kitapta bulmayı bekleyenler için eserin bir “hayat kitabı” olduğunu tekrar hatırlatmakta yarar var.

Adına ödüller düzenlenen, sosyal demokrasinin ve insan haklarının simgelerinden olmuş bu Avrupalı siyaset adamının olabildiğine tarafsızca kaleme alınmış biyografisini okurken sosyalist öğretilerin sol siyasi kimlik oluşturmada nasıl konumlandığını gözlemlemiş oluyoruz. Kitabın zamanlaması belki de Palme’nin bize bu öğretileri tekrar hatırlamamız için gönderdiği bir ikaz. Bu mesajı kendinin şu ifadesinde çıkarabiliriz: “Bir şeyler yapmamız gerektiğini hissediyorum.”


“Olof Palme”, Henrik Berggren, Çev: Turhan Kayaoğlu, 636 s., Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012
*Remzi Kitap gazetesinden alınmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.