Kürt Sorununa Kontörlü Çözüm
![]() |
- İRFAN AKTAN - |
Amca da hızla sardığı başka bir sigarayı tüttürürken yeğenine kısa kesmesini işaret edip sözü alıyor: “Peşmergeler elli yıl boyunca dağda yaşadılar. Saddam bile baş edemedi Kürtlerle. Halepçe’de Kürtleri Amerika’nın kimyasalıyla öldürdüler. Kimyasal, insanların ciğerini söktü. Sandılar ki, tüm Kürtlerin ciğerini sökebilirler. Ama şimdi bak, kazandılar işte. Benim bir müşterim var, o da Kürdistan’daki kodamanlardandır. Diyor ki, ben bu hayatta iki şeyden vazgeçmem; biri tütün, diğeri Mela Mustafa Barzani’nin yolu… Roboski’de de Kürtlerin üstüne bomba yağdırdılar. Sandılar ki bitirecekler. Ama Kürtler bombaya da, kimyasala da alıştı artık. Bizi ne tütün, ne bomba, ne de gaz bitirir. Bizi ancak içimizdeki ihanet bitirebilir.”
Yüksekova ve Van’da geçirdiğimiz birkaç gün boyunca Roboski katliamıyla Halepçe’yi kıyaslayan pek çok kişiyle karşılaşıyoruz. Roboski katliamının yarattığı derin acı hemen her toplantıda dile getirilirken, Irak Kürdistanı’nın ve Barzani ailesinin geldiği nokta daha fazla konuşulur olmuş. Evvelden iş sahası olarak cazibe merkezi haline gelen Kürdistan, artık siyasî taleplerin eşiği olarak gösteriliyor. Tütüncü, bu arzuyu şöyle ifade ediyor: “Onlar başardı. Biz de kendimize ihanet etmezsek, başaracağız.” Tütüncü “kendimize ihanet” derken son zamanlarda özellikle KCK operasyonları dolayısıyla daha da görünür hale gelen ajanlığı kastediyor. Ona göre devlet bölgede fabrika kurmak, yatırım yapmak yerine, gençlere para dağıtarak ajanlığı (bölgedeki tabirle “MİT’liği”) teşvik ediyor. Bizi yoldan çeviren bir esnaf da birkaç ay önce gözaltına alındığını söylüyor ve kendisini hayrete düşüren bir tanıklığı paylaşıyor: “Benle birkaç genci daha duruşmaya çıkardılar. Gençlerden biri dedi ki savcıya, ‘ben çift taraflı çalışıyorum, ama esas işim devlet içindir’. Savcı, ‘nasıl yani’ dedi. Bu da dedi ki, ‘arkam sağlamdır’. Savcı da dedi ki, ‘bu devlet senin gibilere kalmışsa, vay halimize’. Sonra ben çektim bir kenara bunu, ne yapıyorsun diye sordum. ‘Devlet bana 300 kontör alıyordu, şu kadar para veriyordu, ben de böyle böyle yapıyordum’ dedi. Sohbetinden anlıyorsun, saf biri. Kandırılmış. Kullanılıyor. Ama yani ortalık kirlenmiş. Vallahi kimin eli kimin cebinde, anlayamıyorsun. Kontör yav, kontör…”
TMK’da ajanlık
Bir şenlik izni almak için emniyete giden BDP’li gence ajanlık teklifi yapıldığı söylentisi de ilçenin öne çıkan sohbet konularından biri. Söylentiye göre polis, BDP’li gence “eğer bizimle çalışmazsan, iki polisle fotoğrafını çekip sokağa dağıtırız. O zaman da PKK seni ajan diye öldürür” demiş. Benzer bir hadise 26 Mayıs’ta Elazığ’da meydana geldi. Demokratik Haklar Federasyonu üyesi Hüseyin Çalı, gözaltına alınarak götürüldüğü ıssız bir bölgede kendisine ajanlık teklifi yapıldığını ve tehdit edildiğini açıklamıştı. Ajanlaştırmaya dair iddialar Yüksekova’yla sınırlı değil. 28 Mayıs’ta ANF’de yer alan bir habere göre Mardin Cezaevi’ndeki PKK’li tutuklu ve hükümlüler, bölgedeki bazı gençlerin ajanlaştırıldığına dair dikkat çekici ayrıntılar da içeren bir açıklama yaptılar.
Açıklamada telefon ve para verilerek “düşürülen” “ajanların” muhtelif yerlere Molotof kokteyli bırakıp BDP’lileri tutuklattığı, basın açıklamaları veya yürüyüşleri polise “ihbar” diye iletip engellettiği ifade ediliyor. Açıklamada dikkat çekici bir iddia daha var: Polisin düşürdüğü kimi gençlerin ayak bileklerine veya vücudunun başka yerine elektronik cihaz bağladığı, bu kişilerin BDP’ye gönderildiği, sohbetler bu cihaz vasıtasıyla kayıt altına alındığı söyleniyor. Bir havuzda toplanan bilgilerin arasından seçilen bir espri, bir kelime de “terörist”liğe delil oluyor. İddiaya göre, KCK dosyalarındaki gizli tanık ifadeleri de bu bilgiler kullanılarak polis tarafından hazırlanıyor.
Bilindiği gibi 29 Haziran 2006’da, yani Diyarbakır’da aralarında çocukların da olduğu 14 sivilin öldürüldüğü Mart 2006 olaylarından iki ay sonra, Terörle Mücadele Kanunu’nda, çocukların da hapse atılmasına cevaz veren düzenlemeler yapılmıştı. Yapılan değişiklikle ajanlığı da teşvik eden bir madde işleme sokulmuştu. TMK’nın “Çeşitli Hükümler / Ödüllendirme” başlığı altındaki maddesine göre: “İşlenişine iştirak etmemiş olmak koşuluyla bu kanun kapsamına giren suç faillerinin yakalanabilmesine yardımcı olanlara veya yerlerini yahut kimliklerini bildirenlere para ödülü verilir. Ödülün miktar, usûl ve esasları İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılacak yönetmelikte belirtilir.”
İçişleri Bakanlığı’nın bölgede bu kanun maddesine dayanarak ne kadar bütçe ayırdığı ve bu “ödülü” hangi biçimlerde dağıttığı meçhul olduğu kadar, muhbirlerin hangi yöntemle bu işe ikna edildiği de tartışmalı. Bölgedeki pek çok Kürt siyasetçi, gençlerin ya şantaj ve tehditle veya kandırılarak muhbirleştirildiği görüşünde.
İki cinayet, iki açıklama
29 Eylül 2010’da Yüksekova’ya giden dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, ilçe merkezine MOBESE kameralar yerleştireceklerini açıklamıştı. Bu tarihten sonra MOBESE’lerle donatılmış olan Yüksekova ilçe merkezinde kameralar her hareketi kaydederken, 13 ve 20 Mayıs 2012’de gerçekleştirilen iki cinayetin sorumlularının ortaya çıkarılamaması halkta büyük bir korku yaratmış durumda. Öldürülenlerden biri, 15 yaşındaki Ayşe Muhacir. PKK’nin 28 Mayıs’ta yaptığı açıklamada, Muhacir’in devlet güçleri tarafından öldürüldüğü ileri sürüldü. Öldürüldükten sonra cesedi bir direğe asılan Yunus Macit cinayetinin failleri ise meçhul. Hakkâri valiliğinin açıklamasına göreyse, her iki cinayetin sorumlusu PKK. Valiliğe göre Muhacir ve Macit, halkı uyuşturucuya alıştırdıkları, ajanlık ve fuhuş yaptıkları iddiasıyla örgüt tarafından öldürüldü.
Çelik direklerin tepelerine yerleştirilmiş olan kameralar, faili meçhul cinayetler ve ajanlık dayatmasına dair söylentilerin yarattığı korkuyu ikiye katlamış durumda. Zira kameralara veya muhbir kulaklarına takılan onlarca kişi ev baskınlarının başladığı akşam saatlerinde gözaltına alınıp tutuklanıyor. (Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre, sırf mayıs ayı içinde 405 kişi KCK’dan gözaltına alındı, 148 kişi de tutuklandı.)
Yüksekova’daki bir köyde, yüzü aşkın davetlinin olduğu taziye yemeğinde de konu ajanlaştırma ve giderek karamsarlık yayan çatışmalar. Köyün tepesinde dolanan Heronları işaret eden bir genç, bu karamsarlığı şu sözlerle ifade ediyor: “Devlet hayatımızın her ânını gözetliyor. OHAL döneminde bile köyümüzün arkasındaki tepelerde koyunlarımızı otlatmaktan korkmazdık. Şimdi bu sesi duyunca koşarak aşağıya iniyoruz. Nereden tepemize bomba düşecek, bilemiyoruz. Her köye MİT (ajan) koymuşlar. Hani ‘bunların hücrelerine kadar girelim’ diyorlar ya. Aynen öyle yapıyorlar.”
Son yıllarda Kürt hareketinin en fazla görünür olduğu Yüksekova’da artık eskisi gibi kitlesel gösteriler düzenlenememesinin sebebi, KCK operasyonları dolayısıyla gerçekleştirilen kitlesel gözaltılar, kameralar ve ajanlar. 10 Haziran’da AKP’nin il kongresi için İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’i görevlendirildiği açıklandı. Kongre için Şahin’in görevlendirilmesi, hükümetin Hakkâri ve ilçelerine yönelik mevcut politikasını sürdürdüğünü gösteriyor. Elbette hükümet, Erdoğan’ın “bitmiştir” dediği Kürt sorununun görünürlüğünü bertaraf etmek istiyor ama, 1990’ları aratmayan bu baskı ortamının sorunu daha da derinleştirdiği, hatta devlete olan tepkiyi de artırdığı su götürmez bir gerçek.
YORUM YAZIN