Mustafa Dağıstanlı: "Erdoğan, Düzgün Olmayan Medya Kültürünü İyice Dejenere Etti, Dibe Vurdurdu"
Mustafa Dağıstanlı, gazetecilik ortamının sözünü sakınmayan simalarından biri; 5 Ne? 1 Kim? kitabında da sakınmamış. Kitabında politikacıları ya da patronları değil, asıl olarak gazetecileri de sorumlu tutuyor kötüye gidişten. Kitabı okurken, "Bir sürü insanı kızdırmış," diye düşünmüştüm. Meğer sansürün ve otosansürün sebep olduğu sessizlik sarmalı iliklerimize kadar işlemiş...
Söyleşi: Ayşe Çavdar/Sabit Fikir
Ne diyor kitapta adı geçen insanlar? Kızmışlar mı?
Kulağıma bir şey gelmedi. Kimse arayıp bir şey demedi. Böyle olacağını tahmin ediyordum aslında. Ses çıkarmazlar çünkü bir tartışma çıkmasını istemezler. Toplum olarak genellikle, her şeyin biz hiçbir bedel ödemeden düzelmesini isteriz. Burada da böyle.
Bu da sansürün bir çeşidi olabilir mi?
Bu klasik bir sansür yöntemi. Sessizliğin perdesiyle örtmek istiyor herkes. Sosyal medya olmasaydı, mesela yirmi yıl önce yazsaydım bu kitabı, kimsenin haberi bile olmayacaktı.
O zaman artık sansürün işe yaramadığını söyleyebilir miyiz?
Bir anlamda öyle. Bir kitap yazılıyor. İnsanlar konuşuyor. Bu yokmuş gibi davranınca, o kitap ortadan kalkmış olmuyor ki. O kitapta anlatılan hikayelerden de kurtulmuş olmuyorsun.
Medyanın bugünkü halinde sansürün nasıl bir rolü var?
Sansür, medyanın başlangıcından bu yana var. Ama kahramanca örnekler de var. (Uğur) Mumcu ve (Abdi) İpekçi’den çok önce de öldürülen gazeteciler var. Mesela Ahmet Samim, faili meçhul bir cinayete kurban gidiyor. Tek parti döneminde de, Demokrat Parti döneminde de var böyle şeyler. Şimdi olmayan şey, bir sağlam gazete. Bunlarla boğuşan bir gazete yok. Batı’da böyle gazeteler bulursun. Onlarda da eleştirilecek şeyler vardır ama mücadele ettiklerini de görürsün. 1980’lerde hiç değilse kavga edebiliyorduk işimizi doğru yapalım diye.
Genel yayın yönetmeniyle aynı asansöre binemediğin gazeteler varNe oldu peki?
28 Şubat meselesi tamamen bitirdi medyayı. Emir komuta zincirine bağladı, medya kuruluşlarındaki hiyerarşiler kemikleşti. Gazete binaları değişince işler de değişmeye başlamıştı. Gazete binaları önemli. Şehir dışına taştılar ama asıl önemlisi yükseldiler. Önceden daha “yatay” bir ilişkisi vardı gazete binalarının şehirle. İnsan ilişkileri de daha yataydı. Şimdi öyle değil. Gazetelerin çoğunda genel yayın yönetmeniyle konuşmak mümkün değil. Kast sistemi oluştu adeta. Genel yayın yönetmeniyle aynı asansöre bile binemeyeceğin gazeteler var. 80’lerde böyle değildi.
Bu konuda AKP nasıl bir fark yarattı?
28 Şubat’tan sonra biraz rahatlamıştı işler. Hesaplaşılmamıştı 28 Şubat dönemiyle medyada ama gevşemişti. Koalisyon hükümeti döneminde herkes çok rahattı. Koalisyon zaten bir denge üzerine kurulduğu için sen de o dengedeki boşluklardan yararlanıyorsun. Medya patronlarının çıkarlarında radikal bir dönüşüm yaşanmamıştı henüz. AKP, “Bütün dümenlere tek başıma ben bakacağım,” dedi. İlk döneminde o kadar güçlü değildi ama güçlendikçe bu eğilimi arttı. 2011’de değişmedi işler, başından itibaren otoriter bir eğilim vardı; 2011’de koptu. Merkez medya üzerinde aşırı bir baskı kuruldu.
Ama saklı da kalmadı bu mekanizmalar, aslında herkes farkındaydı.
Baskıyla iş görmenin bir sınırı var. Çünkü sürekli artırmak zorunda kalıyorsun. AKP on yıldır şunu yapıyor: Yüzde 50 ile geldim, kimseyi dinleyecek değilim, diyen bir başbakana zemin oluşturuyor. Bir de, bütün bu özelleştirme eğilimine rağmen, devletin elinde büyük bir ekonomik güç var. Bütün devletlerin elinde vardır ekonomik güç. Ama bir hükümet o gücü canının istediği gibi kullanamaz, denetim mekanizmaları vardır. AKP, bu gücü kullanarak zaten tahrip olmuş bir yapıyı iyiden iyiye çürüttü.
Medya kültürünü dejenere etti, dibe vurduPeki, medyayı bu kadar dert edinmesi Tayyip Erdoğan hakkında ne söylüyor?
2002 Kasım seçimlerinden önce AKP karşıtı son derece önyargılı bir medya vardı. Merkez medyadan söz ediyorum. Dindar falan değilim, fakat çürümüş bir sistem olduğunu ben de görüyordum. Oradan yeni bir parti çıkmasını olumlu karşılıyordum. Üstelik Erdoğan da “değiştim” diyordu. Samimiyetine inandım. Artık onu eski kriterlerine bakarak eleştirmemek gerektiğini söylüyordum. Elbette eleştirilecekti ama yeni ortaya koyduğu ilkeler çerçevesinde… Erdoğan ve AKP, merkez medyanın önyargılarını aşarak, ezerek bu noktaya geldiler, böyle bir zafer kazandılar. Ama o medyanın kendisine yaptığını şimdi o kendisinden başka herkese yapıyor. Bu sahip olduğu gücü inkar etmek demek. Çünkü o zaman gücün vardı ve medyaya meydan okuyordun. Şu anda Erdoğan, medyanın kurduğu ilişkilere muhtaç bir başbakan görünümü veriyor. Önceden kendi gücü vardı ve o güce güveniyordu. Şimdi gücüne güvenmiyor. Zaten çok düzgün olmayan medya kültürünü de iyice dejenere etti, dibe vurdurdu…
Peki, bu durum haber merkezlerine nasıl yansıyor?
Bir muhabir arkadaş, “Bilen adam istemiyorlardı,” diyor. Düzgün cümle kurma gibi temel meselelerde korkunç bir kötüye gidiş var. Bu bence haletiruhiye meselesiyle bağlantılı. Nitelikli insanı kovmakla işin kalitesinde düşüş olduğu izlenimi vermek istemiyor. Bu yüzden asgari niteliklerin üstüne çıkmamaya özen gösteriyor. Kaliteli bir gazete ya da televizyon tehlikeli bir şey. Çünkü kaliteli bir gazetenin çıkabildiği yerde çalışan insanlar kolayca kontrol edilemez. Bu koşullar altında yönetici olan adam şunu diyor: “Ben bu kadar iyi değilim, aslında bunu yapamam, ama buradayım. O zaman sesimi çıkarmayayım.” 1980’lerde bir gazetede çalışması imkansız insanlar bir yerlere geliyor kolayca. Bu durum AKP’den önce başladı ama şimdi kural haline geldi. İkincisi, karar mekanizmaları hiyerarşik olduğu için bazı şeyler kendiliğinden gizleniyor. Mesela patronun çıkarlarını da ilgilendiren bir haber var, muhabir kendiliğinden, “Biz bunu kullanamayız ki zaten,” diyor. Üçüncüsü de haber merkezlerindeki sessizlik. Tartışmak çok kıymetli bir şey ama bu istenmiyor artık, ortaya çıkan her fikir boğuluyor.
Bir yandan da sansür artık iyiden iyiye anlamsız, çünkü haber sansürlendikçe yaygınlaşıyor neredeyse. Gazeteciler de özgürleşiyor galiba bu sayede. İşlerini yapabilmek ve bağımsız olmak için bir irade gösteriyorlar.
Evet, böyle bir irade var. Fakat çeşitli zorluklar da var. Bu insanların bu işleri yaparak geçinmeleri mümkün değil. Sermaye desteği almayacaklarsa, toplumdan destek almaları lazım.

YORUM YAZIN