Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (14 Şubat 2014)


Economist dergisi, Türkiye'de meclisten geçen internet düzenlemesi yasasına dair bir makaleye yer veriyor.

"İmzalayacak mı? İmzalamayacak mı? Bütün gözler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kurucularından olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'de." diye başlayan yazıda, "internete sıkı kısıtlamalar getiren, karşıtlarının Türkiye'yi bu alanda İran ve Çin'le aynı kategoriye getireceğini söylediği yasanın, muhalefet ve Avrupa Birliği'nin protesto çığlıkları arasında" AKP'nin hâkimiyetindeki parlamentoda kabul edildiği söyleniyor.

'Gül zor durumda'
Dergi, yasanın Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na (TİB) mahkeme kararı olmaksızın herhangi bir internet sitesini bloke etme yetkisi verdiğini, ayrıca TİB'e "keyfi” bir şekilde, kullanıcıların haberi olmadan 'mütecaviz' içeriği silme yetkisi tanıdığını" aktarıyor. İnternet servis sağlayıcısı şirketlere de kullanıcıların faaliyetleriyle ilgili tüm bilgileri iki yıl boyunca saklamaları ve yetkililerin talebi halinde kullanıcı profillerini vermeleri zorunluluğu getirildiği belirtiliyor. Yazı şöyle devam ediyor;

"Aktif bir Twitter kullanıcısı olan Gül üzerindeki yasayı imzalamama baskısı artıyor. CNN Türk'ten Cüneyt Özdemir kendisine 'dik dur' çağırısında bulundu. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nden Emma Sinclair-Webb de 'Türkiye'nin su an en son ihtiyacı olan şey daha fazla sansür' dedi. Hükümet 'mahremiyetin korunması için' bu yasanın gerekli olduğunu söylüyor. Bazı AKP milletvekilleri yasayı eleştirenlerin 'porno lobisi' adına hareket ettiğini söyledi. Daha büyük olasılıkla yasanın amacı, savcıların AKP'li bakanlar ve yakınları hakkındaki rüşvet, ihale usulsüzlükleri ve kara para aklama suçlamalarını belgelemek için topladığı bir dizi gizli kayda internette ulaşılmasını önlemek. Demokratik şöhreti ve siyasi arzuları arasında bir denge kurmaya çalışan Gül zorda. Konumu geçen yazki hükümet karşıtı Gezi Parkı eylemlerinden bu yana daha da nazikleşti. Protestoların zirve yaptığı dönemde birkaç kez demokrasinin sadece seçim sandığı olmadığını hatırlatmıştı. Ama Gül'ü eleştirenler, beş kişinin ölümüne, binlerce kişinin de yaralanmasına neden olan kontrolsüz polis şiddeti karşısında daha güçlü bir duruş sergilemesi gerektiğini söylüyordu. Gül’ün görev süresin Ağustos'ta dolacak ve çoğu kişi Gül'ün Erdoğan'la görev değişimi yapmak istediğini düşünüyordu. Ancak otoriter Erdoğan, Çankaya'dan ipleri elinde tutmak için daha yumuşak başlı bir halef tercih eder. Gül yasayı veto ederse, Erdoğan bunu Gül'ün Pennsylvania'daki nüfuzlu din adamı Fethullah Gülen ile saf tuttuğuna bir 'kanıt' olarak gösterebilir."

Erdoğan'ın kendisini devirmek için girişilen küresel bir komplonun arkasında Gülen'in olduğu konusunda ısrar ettiğini vurgulayan Economist, başbakanın henüz bir kanıt sunmadığı halde Gülencileri komplo suçlamalarıyla yargılamakla tehdit ettiğini belirtiyor.

'Erdoğan yumuşak başlı halef tercih eder'
Dergi Gülenciler ‘in sahibi olduğu bir gazetede yazan Azeri gazeteci Mahir Zeynalov'un da Erdoğan'ı eleştiren haberleri Twitter'da paylaştığı için geçen hafta sınırdışı edildiğini hatırlatıyor ve Gül’ün buna hiç ses çıkarmadığını anlatıyor. Economist şöyle devam ediyor:

"Gül internete sansür yasasını imzalarsa, küresel duruşuna zarar verecek. Erdoğan'ın dördüncü kez başbakanlık seçimine girmesi durumunda, tekrar cumhurbaşkanı seçilme şansını da azaltabilir. Erdoğan daha şimdiden dördüncü kez seçilmesini engelleyen parti tüzüğünü değiştirebileceğine dair ipuçları verdi. AKP hakkındaki yolsuzluk iddiaları birikirken, Erdoğan'ın ülkenin ilk halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı olma hayalleri soluyor. Yeniden parlamentoya girmek Erdoğan'a dokunulmazlık da sağlayacak. Kamuoyu yoklamaları AKP'nin yüzde 40 ila 50 destek aldığını gösteriyor. Ancak Erdoğan'ın oğlu ve üst düzey bir gazete ve televizyon yöneticisi arasındaki bir kamuoyu yoklamasının sonuçlarını saptırmaya dair görüşme bir gölge daha düşürdü. İstifini bozmayan Erdoğan, aynı yöneticiyi aşırı sağcı rakibi Devlet Bahçeli'yi çok fazla yayınladıklarından şikâyet etmek üzere aradığını da itiraf etti."

Gazeteciye basınçlı su Times'ta
Times gazetesi, dünya haberleri sayfalarında dün Ankara'daki bir eylemde polisin sıktığı basınçlı suyla ayakları yerden kesilen Ulusal TV Muhabiri Hüsna Sarı'nın fotoğrafına geniş yer ayırıyor. Resim altındaki başlık ise "Gerçeğin soğuk darbesi"

Bu fotoğrafın hemen solundaki haberde ise Rusya lideri Vladimir Putin'in Moskova'da Mısır'ın yeni lideri olması beklenen Mareşal Abdülfettah El Sisi'yle yaptığı görüşme aktarılıyor. "Putin Ortadoğu'daki güç kapma girişiminde Mısır'a sarıldı" başlıklı haberde Rusya liderinin kameralar önünde Sisi'nin kendisi daha açıklamadan cumhurbaşkanı adayı olacağını söylediğini aktarıyor.

Rusya-Mısır yakınlaşması
Haberde ayrıca, "Bu açıklama Rusya'nın Mısır'ın en yakın müttefiki olarak Amerika Birleşik Devletleri'nin yerini alma arzusunu gösteriyor. Moskova bölgedeki nüfuzunu arttırmak için Washington'ın genel olarak Ortadoğu'dan, özel olarak da Mısır'dan çekilmesinden faydalanmaya çalışıyor." deniyor.

Bugün neredeyse tüm İngiliz gazetelerinde yer bulan bir haber de erkeklerin cinsel yönelimleriyle ilgili bir araştırma.

Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan araştırmada erkeklerin heteroseksüel ya da eşcinsel olmasında en az iki kromozomdaki genlerin rol oynadığı sonucuna varılıyor.

Erkeklerde cinsel yönelim 'genetik'
Guardian'daki habere göre araştırma Illinois kentindeki Kuzeybatı Üniversitesi'nde 400 eşcinsel erkek üzerinde yapıldı. X kromozomundaki Xq28 adı verilen bölgede bulunan genler erkeklerin cinselliğinde etkili oluyor. Ancak araştırmacılar tam olarak hangi genin etkili olduğunu veya başka kromozomlarda bu anlamda etkili gen olup olmadığını tespit edemedi.

8 kromozomundaki bir başka bölgenin de cinsel yönelimde etkili olduğu belirtiliyor.

Uzmanlar erkek eşcinselliğinde rol oynayan genlerin, bu genlerin aynı zamanda kadınları daha doğurgan hale getirmesi sayesinde evrim sürecinde hayatta kalabildiklerini söylüyor. Bu tezlerini de, X kromozomundaki Xq28 geninin erkeklere anneden geçmesiyle açıklıyorlar.

Bu çalışmanın 1993'te yapılan benzer ama daha küçük ölçekli bir araştırmanın sonuçlarını doğruladığı da vurgulanıyor.

Türkler'de 'yüzde 8 Moğol geni'
Independent'ta da bir genetik araştırmanın haberi var. Tarihteki büyük göçlerin insanoğlunun genetik yapısı üzerine yapılan araştırmada 95 farklı hal ele alınıyor.

Bu halkların genetiğinde Cengiz Han'ın imparatorluğundan, Avrupa sömürgeciliğine, Arap köle ticaretinden, Çin'deki halklarla karışan Avrupalı tacirlere kadar birçok etkinin görüldüğü sonucuna varılıyor.

Oxford Üniversitesi ve Londra Üniversitesi'nin ortaklaşa yaptığı araştırmada örneğin Pakistan'daki Hazara halkının kısmen Moğol savaşçılardan geldiği saptanıyor. Moğol genlerinin Uygurlar'da yüzde 50, Özbeklerde yüzde 39, Türklerde ise yüzde 8 oranında görüldüğü kaydediliyor.

Almanya Basını
Belçika’da ilk kez alt yaş sınırlaması olmadan çocuklara ötanazi hakkının mecliste kabul edilmesi, büyük tartışmalara yol açtı. Bielefeld kentinden Westfalen-Blatt gazetesinin yorumu şöyle:

“Çocukların otomobil kullanma izni yok, alkol kullanma izni yok, seçimlere gidip oy kullanma izni yok. Ama Belçika’da artık ölümcül bir hastalık durumunda yaşamak isteyip istemediklerine karar verme hakları var. Böylece bu küçük Avrupa ülkesi çok hassas bir konuda, ötanazide dünyada öncü oldu. Bu gerçi birdenbire reşit olmayan binlerce çocuğun acılarına son vermek isteyeceği anlamına gelmiyor. Belçika’da yılda bu tür 10-12 vaka olduğu söyleniyor. Ama yine de kapı açılmış oldu. Almanya’da da ölümcül hasta çocukların kendi istekleriyle bu acılarından kurtulmalarına izin verilip verilmemesi gerektiği tartışmalarının başlaması uzun sürmeyecektir. Çünkü acı çekmenin yaşı yoktur… Almanya’da ölümcül hasta çocuklarla ilgili uzman tıbbî dernekler Belçika’daki ötanazi yasasını acizliğin belgesi olarak niteliyor. Ama Brüksel’deki politikacılar muhtemelen bunu duymak istemedi.”

Rhein- Zeitung’un yorumunda ise şu satırlar yer alıyor:

“Belçika ağır hasta çocuklarına gerçekten yardımcı olmak isteseydi, tıbbî araştırmaları güçlendirir ve tedavisi bulunmayan hastalıklarla ilgili terapileri güçlendirmesi gerekirdi. Şimdi yaratılansa yasa maddesi şeklinde bir öcü. Hiçbir yasanın düzenlememesi gereken bir konuya izin veriyor: Bir insanın öldürülmesine. Bu örnek olacak bir şey değil. Tam aksine ürkütücü bir misal.”

Milletvekilliğinden istifa etmesinin hemen ardından çocuk pornosu suçlamalarıyla evine ve bürosuna polis tarafından baskın düzenlenen Sosyal Demokrat Partili Sebastian Edathy ile ilgili tartışmalar yeni bir boyut kazandı. Dönemin Hrıstiyan Sosyal Birlik partili içişleri bakanı Hans-Peter Friedrich’in Edathy konusundaki şüphelerle ilgili ekim ayında SPD lideri Sigmar Gabriel’e bilgi verdiği ortaya çıktı. Bu bilginin aktarılmasının soruşturmanın gizliliği ilkesini ihlâl ettiği ve Edathy’nin delilleri yok etmesine zemin hazırladığı suçlamaları gündemde. Sebastian Edathy, Federal Meclis’te NSU cinayetlerinin incelenmesinden sorumlu komisyonun başkanıydı.

Die Welt gazetesinin yorumu şöyle:

“Şimdilik Edathy olayında pek çok şey belirsiz. Ama şunu şimdiden söylemek mümkün. Bu olay, istifaların da dahil olduğu bir hükümet krizine yol açacak potansiyele sahip. Mesele, özünde görev başında siyasî nedenlerle soruşturmanın engellenmesi ve ayrıca federal kurumların işleyiş yapısının hiçe sayılmasıdır. Siyasî nedenleri konusunda ise şu tahmin ortaya çıkıyor. Edathy ile ilgili işaretler Alman makamlarına, tam da NSU araştırma komisyonu başkanı olarak görevini tamamladığında iletildi. Konu o kadar hassastı ki belki dönemin içişleri bakanı Edathy ile ilgili bu zannı ilk aşamada gizli tutmayı tercih etti. Ama kesin olan şu ki, bu bilgiler olması gerektiği gibi gizli kalmadı.”

Frankfurter Allgemeine Zeitung’un yorumunda ise şu satırları okuyoruz:

“Sosyal Demokrat Parti eski milletvekili Sebastian Edathy ile ilgili bilgilerin iletiliş şekli, artık skandal bir ifşaattan, soruşturmayı engelleme suçlamalarına varan bir boyuta ulaştı. Başlangıçta olay, Edathy’nin polis araması sonrasında oturma odasının fotoğraflarını basan yerel bir gazetenin sansasyon hırsıyken, şimdi federal hükümetten başbakan yardımcısına kadar uzandı. Perşembe günü konuyla ilgili yetkililer için, resmî görevlerini bir muz cumhuriyetindeki gibi ihlâl ettikleri şüphesini dağıtmaya yönelik demeçler vermekle geçti. “

İsviçre Basını
Belçika Parlamentosu dünkü oturumunda, çaresiz bir hastalığa yakalanmış ve dayanılmaz acılar çeken çocuklara da, yetişkinlerde olduğu gibi ötanazi hakkı tanınmasına yeşil ışık yaktı. İsviçre’nin Neue Zürcher Zeitung adlı gazetesi, bu durumdaki çocukların daha fazla yaşamaması için aktif müdahalede bulunulması konusunda şu görüşlere yer veriyor:
“Bu yasayı eleştirenlerin ilgili yasanın toplu ötanazi girişimlerine kapı aralayacağı gerekçesi pek ikna edici değil. Hollanda'da 12 yaşından itibaren çocuklar için aktif ötenazi yürürlükte, ama doktorların verdiği bilgiye göre ülkede son 10 yılda 10’dan az ötanaziye rastlanmış. Belçika yasasına göre bu konuda son karar çocuğun anne babasında. Kimse çocuğunun yaşamına önemsiz sebeplerle son vermek istemez. Genelde anne babalar çocuklarının yaşaması için ellerinden geleni yaparlar. Belçika’nın çıkarttığı bu yasa, ebeveynlerin çaresiz durumda olan çocuklarının çektiği acıları sona erdirmeleri ve vakur bir biçimde kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesi hakkını kullanabilmeleri için olanak sunuyor.”

Avusturya Basını
Viyana’da yayımlanan Avusturya gazetesi Die Presse’nin aynı konudaki yorumu ise “Hümanist Toplumun Sınavı” başlığını taşıyor:
“Belçika, dildeki günlük kullanımda ölüme aktif yardım diye geçen ve çok geniş bir anlamı bulanan bu kavramı dünya çapında ilk kez yasalaştırarak, şüpheli bir üne imzasını atmış oldu. Sırf ölüm ve intihar kavramları kapsamındaki anlam ve kullanım bile konunun çetrefilliğini ele veriyor. Hatta öyle ki tartışmalara ve bu konudaki bilincin artırılmasına katkıda bulunması için ‘ölüme eşlik etme' diye bir kavram bile bulundu. Bir toplumun ne kadar insanî olduğu ancak aşırı bazı durumlara ilişkin kararlarda ortaya çıkıyor. Yaşamla ölüm arasındaki kararlarda ise toplumun insanî olup olmadığı daha da belirginleşiyor. İşte bu noktada bir hata yapıldığında bunun sonuçları da haliyle ağır oluyor.”

İspanya Basını
İtalya'da Demokrat Parti lideri Matteo Renzi'nin yeni hükümet fikri parti içi oylamada kabul edildi ve ardından Başbakan Enrico Letta istifa kararı aldı. Sol liberal İspanyol gazetesi El Pais'in konuya ilişkin yorumunda şu satırlar göze çarpıyor:
“İstifa eden İtalya Başbakanı Enrico Letta, sadece kendi kendisine zarar verme eğilimindeki partisinde değil, koalisyon hükümeti içinde de izole durumdaydı. Siyasî rakibi konumundaki Matteo Renzi, bölünmüş olan partisinin yönetimini kontrol edebiliyor ama milletvekillerini değil. Olası müstakbel başbakan Matteo Renzi'nin parlamentoda seçilerek bu göreve getirilmemiş olması dolayısıyla meşruiyeti olmayacak. Ayrıca Renzi'nin, Silvio Berlusconi ile pek de şeffaf olmayan ortaklığının perde arkasının da belli olması gerek. Görünen o ki eski başbakanlardan Berlusconi hâlâ siyasetin önemli aktörlerinden. Berlusconi, şimdilerde Renzi'nin arka kapıdan iktidara gelerek, Letta'nın ayağını kaydıran aynı koalisyona muhtaç olmasını herhalde büyük bir keyifle izliyordur.”

Hollanda Basını
Hollanda gazetesi De Telegraaf da aynı konudaki yorumunda, “Letta Krizle Mücadelede Başarısız Kaldı” başlığını kullanmış:
“Letta, son derece zor bir dönemde başbakanlık yaptı. Daha göreve geldiği ilk günden şanssızlıklar yaşadı. Geçen yıl kabinesinin yemin töreni sırasında, parlamentodan yüz metre kadar ilerde bir işsiz İtalyan, iki polis memuruna ateş açarak memurları yaraladı. Geçen yıl itibarıyla ülkedeki işsizlerin sorunları daha da büyüdü. İtalya İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana hiç bu kadar ağır bir ekonomik kriz yaşamamıştı. Durum böyle iken hiçbir İtalyan vatandaşı Letta hükümetinin krizle mücadelede önemli ve etkin önlemler aldığını anımsamıyor.”

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.