Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (13 Şubat 2014)


İngiltere Basını
Financial Times Türkiye'de medyaya baskı ve sansürü ele alan bir yazıya yer veriyor.

Gazetenin İstanbul Muhabiri Daniel Dombey'in imzasını taşıyan makalenin başlığı 'Medyaya kısıtlamalar Türkiye'nin ekonomisine gölge düşürüyor' şeklinde.

Yazısına "Türk hükümeti geçen yılın sonlarında, bir yolsuzluk skandalının ilk sancılarında neden ülkenin internet düzenleme kurumunun başına eski bir gizli polisi getirdi?" sorusuyla başlayan Dombey, bu sorunun hem Türkiye'deki ifade özgürlüğü, hem de ekonomik görünümü açısından sonuçları olacağını söylüyor.

Dombey eski Milli İstihbarat Teşkilatı üyesi Ahmet Cemalettin Çelik'in Telekomünikasyon İletişim Başkanlığına atanmasıyla ilgili akılda tutulması gereken ilk şeyin bu kurumun diğer ülkelerdeki emsallerine hiç benzememesi olduğunu belirtiyor. Dombey şöyle devam ediyor:

"Öncelikle, kurumun internet sitesinde ifade ettiği ilk beş görev dinlemelerdeki rolüyle ilgili. Dahası parlamento geçen hafta kuruma mahremiyet gerekçeleriyle mahkeme kararı olmadan internet sitelerini engelleme yetkisi verdi. Muhalif siyasetçiler cumhurbaşkanının imzasını bekleyen düzenlemenin şimdi durdurulan yolsuzluk soruşturmasında, hükümetle bağlantılı isimlerle ilgili materyalin internete sızmasını önlemeyi amaçladığını söylüyor. AB, ABD ve Avrupa Konseyi kaygılarını dile getirdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise buna internet yasasının 'paralel devlet' tehdidini ortadan kaldırmayı amaçladığını söyleyerek yanıt veriyor. Paralel devlet Erdoğan'ın hükümetin şimdi kavgalı olduğu eski müttefiki Vaiz Fethullah Gülen'in polis, savcılıklar ve yargıdaki destekçileri için kullandığı bir terim."

'Çelik'in atanması sorunların sadece biri'
Dombey, Çelik'e internet sitelerini kapatma gücü verilebilecek olmasının geçen hafta Türkiye'de ifade özgürlüğü sorunuyla ilgili olarak ortaya çıkan sorunlardan sadece biri olduğunu vurguluyor. Dombey Erdoğan'ın internette medya patronlarından haberlerini değiştirmelerini istediği telefon kayıtlarının da internette görüldüğünü belirtiyor ve şöyle devam ediyor;

"Başbakan kayıtların yasadışı olduğunu söyledi ama bir muhalif siyasetçinin konuşmasının altyazıyla verilmesinin durdurulmasını istediğini doğruladı. Bunu ülke dışındayken hakarete uğradığı için yaptığını söyledi. Bu arada yine kayıtlarda geçen bir gazetenin genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı da kayıtların hükümetin baskısını gösteren 'somut kanıtlar' olduğunu belirtti ve 'Her gün bir yerlerden talimatlar yağıyor' dedi. Erdoğan ise kayıtların 'paralel devlet tarafından cumhurbaşkanına, kendisine, sanatçılara ve gazetecilere şantaj' amacıyla kullanıldığını savundu. Binlerce polisin, çok sayıda yargıcın ve savcının görev yerinin değiştirilmesiyle pratikte dondurulmuş yolsuzluk soruşturmasını ise Gülenciler'in darbe girişimi olarak tanımladı. Gülen ise herhangi bir bağlantısı olmadığını savunuyor. Hükümetin Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı yardımıyla internetten bu kayıtları temizlemeye bu kadar istekli olması boşuna değil. "

'Ekonomiye gölge düşüyor'
Ancak Dombey meselenin sadece ifade özgürlüğü olmadığını, 'Erdoğan'ın otoriterleşmesi ve komplo iddialarının Türk ekonomisine gölge düşürdüğünü vurguluyor. Standard and Poors'un Türkiye'nin ekonomik görünümü notunu düşürdüğünü hatırlatan Dombey, ABD Merkez Bankası'nın da IMF gibi Türkiye'yi en kırılgan gelişmekte olan pazar diye nitelediğini belirtiyor. Eski Ekonomi Bakanı Kemal Derviş'in de ekonomiye siyasi müdahale uyarıları yaptığını vurgulayan Dombey yazıya şöyle son veriyor;

"Derviş ülkenin ekonomi yönetimi anlamında geriye gittiğini söylüyor. Erdoğan ve bakanları bu görüşe katılmıyor. Ama sonuçta daha yeni, eski bir gizli polise internete ulaşım alanında tüm ülke çapında yetki verdiler."

'Hükümet sızmaları önlemeye çalışıyor'Times'ın İstanbul Muhabiri Alex Christie-Miller da bugün aynı konuya değinmiş. Miller'ın haberinde dikkat çeken satırlar şöyle;

"Yerel seçimleri çoğu kişi Erdoğan'ın oylanacağı bir referandum gibi görürken, hükümet zarar verici bir takım telefon görüşmesi kayıtlarının sızmasını engellemeye savaşıyor. Kayıtlar neredeyse her gün kendisine 'Haramzadeler' diyen isimsiz bir kullanıcı tarafından yayımlanıyor. Son günlerdeki kayıtlar, bazılarında Erdoğan'ın azarları da olan hükümetin medyayı kontrol altına alma çabalarıyla ilgiliydi. Kayıtlardan birinde, bir TV patronu bir bakana 34 sivilin öldüğü Uludere'deki hava saldırısıyla ilgili haber yapmadıklarını övünerek anlatıyor. O dönem ana akım Türk medyası olayı çok az haber yapmakla suçlanmıştı. Erdoğan, oğlu Bilal ve müttefikleri arasında yapıldığı iddia edilen görüşmelerin ses kayıtlarında ise dost ellerde kalmasını garanti etmek için, Sabah-ATV medya grubunun satın alınması için iş adamlarının para vermeye zorlandığı anlaşılıyor."

Humus'taki gözaltıların akıbeti
Independent'ın tecrübeli muhabiri Patrick Cockburn Suriye'nin Humus kentinde hükümet güçlerinin kuşatması altındaki bölgede yürütülen tahliye operasyonu sırasında gözaltına alınan onlarca erkeğin akibetinin uluslararası kaygı yaratmaya devam ettiğini yazıyor.

Humus Valisi Talal Barazi'nin 111 kişinin sorgulanıp serbest bırakıldığı, 190'ının da bir okulda gözaltında tutulduğu yönündeki sözlerine yer veriliyor haberde.

Ancak Birleşmiş Milletler‘in 336 erkeğin gözaltına alındığını, bunların da 41'inin serbest bırakıldığını söylediği belirtiliyor.

Cockburn muhalif güçlerin ve hükümetin pek çok başka yerde kuşatma taktiğini kullandığını söylüyor. Muharip asker sıkıntısı çeken Suriye hükümetinin muhaliflerin elindeki bölgelere doğrudan saldırmak yerine, buraları bir dizi kontrol noktasıyla kuşatmaya aldığı kaydediliyor.

'Suriye'de sivilleri kurtarın'Guardian'da 'Sivilleri kurtarın' başlıklı bir başyazıyla konuya değiniyor. Humus'ta zorlu müzakereler, karmaşık düzenlemeler, Kızılhaç ve BM görevlilerinin aldığı büyük risk sonucu yapılan tahliyelerin bu açılardan büyük bir başarı olduğunu söyleyen gazete şöyle devam ediyor;

"Ancak yine de iç savaşın yarattığı cehennem koşulları altında mahsur kalan yüzbinlerce kişinin çok küçük bir kısmına yardım edildi. Kuşatma altında, çok az yiyecek, çok az su, birkaç doktorla, herhangi bir hizmet ya da okul olmadan yaşanan, bir bombanın ya da havan mermisinin ailenizi bir anda yok edebileceği yerler bunlar. Eğer diğer kent ve kasabalara insani yardım ulaştırabilirse gerçek bir gelişmeden bahsedebiliriz. Bu yardım BM güvenlik Konseyi Suriye'ye insani yardım girişi konusundaki karar konusunda uzlaşmalarıyla gerçekleşebilir. Ancak Rusya Esad hükümetine askeri saldırıyı meşru kılmakta kullanılabileceği gerekçesiyle bu haliyle tasarıyı veto edeceğini açıkladı"

Almanya Basını
Berliner Zeitung, genetik değişime uğratılmış 1507 kodlu mısırın AB’de ekimi tartışmalarını ele alıyor:

“Genetik değişime uğratılmış mısır şimdi Almanya’da da ekilebilecek yani. Almanların çoğunun GDO’lu mısıra karşı olmasına rağmen AB’nin 1507 kodlu mısır türüne izin vermesine ramak kaldı. Çiftçilerin büyük bölümü ekmek istemiyor. Partiler de aslında karşı. Ancak Büyük Koalisyon içindeki çekişme nedeniyle Almanya Brüksel’de çekimser kaldı ve böylece 1507'ye giden yolu açtı. On iki yıllık şiddetli ve eleştirel tartışmaların ardından! Tarım lobisinin arzularını tam da eski çevre bakanları Merkel ve Gabriel yerine getirmiş oldu.”
Würzburg kentinde yayımlanan Die Tagespost gazetesi ise yorumunda Suriye’ye barış getirmeyi hedefleyen Cenevre-2 sürecini konu alıyor:

“Cenevre’deki Suriye görüşmelerinin ikinci turu, ilk tur nasıl bittiyse öyle başladı. Yani çok az umutla. Esad rejimi ve muhalefetin bir bölümü yine karşılıklı oturuyor. Müzakerelerin hedefi ve izlenecek yol konusunda aşılamayacak kadar büyük görüş ayrılıklarıyla. Esad tarafı ‘terörizmle mücadele’ çağrısı yapıyor, muhalefet ‘Esad gitsin’ diyor. Bu durumda görüşmelerin tıkanacağını önceden kestirmek zor değil. Konferansın fiyaskosu itiraf edilene kadar Cenevre-2 süreci bu türden daha kaç turu atlatabilir, soru bu. Humus kentindeki kırılgan ateşkes sayılmazsa şimdiye kadar gerçek sonuçlar çıkmadı. Humus, gelecekteki diğer insanî eylemler için bir model olursa, çok şeye ulaşılmış demek olur. Yüz binlerce sivil de Humus’takilerle aynı durumda.”
Avrupa Parlamentosu Başkanı Alman politikacı Martin Schulz’un İsrail parlamentosu Knesset’te yaptığı konuşmanın yankıları sürüyor. Konuşması sırasında Filistinlilerin durumuna dikkat çeken Schulz, Knesset’teki sağcı politikacılardan tepki gördü. Die Welt gazetesinin yorumu şöyle:

“Schulz sonuçta dengeli bir konuşma yapmaya çalıştı. Ama kendi bilgisizliğinin ve kabalığının kurbanı oldu. Daha konuşma öncesinde İsraillileri, eleştiriye karşı çok hassas tepki göstermekle eleştirdi. Sanki Avrupa’da İsrail eleştirileri takıntılı bir spor haline gelmemiş gibi. Ardından İsrailliler ve Filistinlilerin su tüketimleri arasındaki farkla ilgili ifadeler kullandı. Bunun karmaşık bir konu olduğunu, ayrıca İsrail karşıtı propagandanın temel öğelerinden biri haline geldiğini bile bilmediği açıktı. Arkasından İsrail’in Gazze’yi blokajından bahsetti. Schulz’un bazı ifadelerinde kızdırıcı olan aslında bu: Yani gerçeklerle bağlantısının eksikliği.”

Kölner Stadt-Anzeiger gazetesi ise Snowden vakasından yola çıkarak Batılı ülkelerde özgürlüklerin giderek kısıtlandığı ve buna alışıldığı değerlendirmesinde bulunuyor.

“ABD ve İngiltere, asıl işlerini yapan araştırmacı gazetecileri takibata almayı iş edinmiş görünüyor. Snowden vakası bunun işareti. Aradan geçen zamanda dünya, güvenlik adına giderek daha fazla özgürlük haklarının geri plana itilmesine neredeyse alıştı. Her telefon görüşmesinin, her elektronik posta ve her kısa mesajın istihbarat birimleri tarafından dinlenip izlenebilmesine, özel alan diye bir şeyden eser kalmamasına alışıldı. Basın özgürlüğünün demokrasilerde meclislerin pazar oturumlarında coşkulu naralarla savunulması, ama pazartesiden cumartesiye kadarki zamanda hükümetler ve onların güvenlik makamları tarafından güvenlik riski olarak lekelenip takibata alınmasına da artık alışılıyor.”

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.