Birbirimiz
| - MURAT UYURKULAK - |
1990’ların başında Bornova’nın kafe, bar ve meyhane yoğunluklu Küçükpark mıntıkasına sık takılanlar, Cengiz’i hatırlar. Kısa boylu, zayıf, kumral, otuzlu yaşlarının ortalarında bir adamdı. Akıl sağlığını kaybetmiş bir sokak insanıydı... Etraftakilerin yardımlarıyla yaşar, tüm gün Küçükpark sokaklarında avare gezinir, arada bir de ortadan kaybolurdu. Neden sonra çıkıp geldiğinde genellikle polisler veya dalaştığı birileri tarafından dövülmüş olurdu. Göz altları mosmor, yüzünde yaralar, üstü başı yırtık...
Sessizce bir kafe sandalyesine, bir banka veya bir kaldırım köşesine ilişir, durmadan aynı hareketi yapardı: Parmağıyla havaya meçhul bir resim veya yazı nakşeder, dua misali duyulmayan bazı kelimeler mırıldanır, bu sırada sürekli burnunu oynatırdı...
Küçükpark’ın anarşistleri, baktılar ki Cengiz’in hali hal değil, işlettikleri bir barda iş ve yatacak yer verdiler... Hatırladığım kadarıyla rahmetli Cemil, o dünya tatlısı iriyarı adam ön ayak olmuştu buna... Biraz toparladı Cengiz, kendine geldi, yüzü gülmeye başladı, ama o rutin hareketlerini yapmaktan da geri durmadı hiç...
Bir gün müdavimi olduğumuz kafeye geldi Cengiz. Lise arkadaşım Murat’la takılıyorduk. Oturdu, bize selam verdi, bir çay söyledi, başladı parmağıyla boşluğa bir şeyler çizip burnunu oynatmaya... Rahat bıraksana adamı, ama işte genciz, salağız, çok lazımmış gibi gittik yanına, bir kâğıt bir kalem koyduk önüne, “Hele şu havaya yazdıklarını bir de kâğıda yaz, neymiş anlayalım”, dedik... Cengiz bir müddet kâğıda baktı, ardından kalemi aldı, alt alta aynı rakamları yazmaya başladı. Önce ne olduğunu anlamadık, öyle bakıp kaldık rakamlara, derken Murat aydı ne yazdığına, şaşkınlıkla birbirimize bakakaldık... Cengiz alt alta şu rakamları yazıyordu: 12.09.80... 12.09.80... 12.09.80... Büyük ihtimalle bir darbe mağduruydu... O günü hatırladıkça hâlâ tüylerim ürperir, gözlerim yaşarır.
Darbeciler tarafından bizzat yatırıldıkları işkence tezgâhlarında veya kardeşlerinin, yoldaşlarının maruz kaldığı zulüm karşısında akıl sağlığını kaybetmiş başka insanlar da tanıdım sonraki yıllarda... Sosyalist parti binalarında, devrimci dergi bürolarında, oraları yuvaları, etraftakileri de aileleri gibi benimseyen, hep kalabalık, hep çok olmak isteyen insanlardı ekserisi. Onları gördükçe, tanıdıkça hep şunu düşünürdüm: İşkencelerin acısından veya sevdiklerinin yaşadığı acılardan ziyade, yapayalnız kalmanın, o vahim ıssızlığın, sesini duyurup kardeşlerinin sesini duyamamanın sonucunda kapıldıkları yeis ve umutsuzluktu belki de onları aklın karanlık dehlizlerine iten...
Bu adamlar, tepemizdekiler yani, eskisi yenisi, aynı kumaştan ve hiç değişmediler... Çırılçıplak ortada işte ne oldukları: Bunlar zalim, bunlar katil, bunlar hırsız, bunlar bencil; kendilerinden başka kuş tanımayan, yalancı, riyakâr insanlar... Ezelden beri, mücadele etmeyene, hakkını savunmayana, sesini çıkarmayana zırnık vermediler, vermezler, vermeyecekler... Bunu Kürt halkı öğrendi, öğretti... Bunu hep beraber Gezi’de gördük, gösterdik...
Üveyiz onların gözünde... Her daim yalnız ve suskun görmek istiyorlar bizi... Kendi irili ufaklı menfaatlerinin peşinde koşarken yarattıkları pis kokulu bataklıklarda bir ömür debelenip gidelim istiyorlar...
Bizim bu zalimlere karşı birbirimizden başka kimsemiz yok...
Hiç unutmayalım bunu...
Liverpool futbol takımının meşhur marşında ne diyordu?
“Asla yalnız yürümeyeceksin!”
Murat Uyurkulak
* Özgür Gündem
** http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=93805&haberBaslik=Birbirimiz&action=haber_detay&module=nuce&authorName=Murat%20UYURKULAK&authorID=855
YORUM YAZIN