Avrupa Basınında Bugün (21 Ocak 2014)
Financial Times gazetesinin dış haber sayfalarında ''Yolsuzluk soruşturması ardından Erdoğan'ı seçim sınavı bekliyor'' diye okuyoruz.
Gazete, Mart ayındaki yerel seçim sonuçlarının yazın Türkiye'nin ilk kez yapacağı ve Recep Tayyip Erdoğan'ın da aday olmasının beklendiği doğrudan cumhurbaşkanı seçimlerinin nasıl bir havada geçeceğini de belirleyeceğini kaydediyor.
Financial Times, son on yılın büyük kısmında sanki hiç bir açığı yokmuş gibi duran Tayyip Erdoğan'ın yolsuzluk soruşturmasıyla beraber koruyucu kalkanını kaybettiğini, fakat yakın zaman önce AKP'den istifa eden Ertuğrul Günay'ın deyişiyle ''Erdoğan için sonun başlangıcının geldiğini'' söylemek için erken olduğunu kaydediyor.
Gazete, AKP'nin bu krizi muhaliflerinin umduğundan çok daha az yara alarak aşabileceği görüşüne yer veriyor.
Destek büyükFinancial Times'ın Türkiye'nin önde gelen kamuoyu araştırma merkezlerinden biri olarak tanıttığı Metropoll'dan Özer Sencar, AKP'nin çekirdeğini oluşturan seçmen oranının yüzde 36 gibi göz kamaştıran bir seviyede olduğunu belirtiyor.
Gazetenin satırlarına göre, her ne kadar Fethullah Gülen'in Türk kamuoyundaki popülerliği yüzde 30 dolayında olsa dahi, Gülen hareketinin seçmenler nezdindeki payı yüzde 3 ila 5 arasında seyrediyor.
Financial Times, Gülen hareketinin takipçilerinin Türkiye'deki eski laik düzenle aralarındaki tarihi gerginliği hesaba katacak olursak, kitlesel olarak AKP'den bir başka partiye geçmelerinin de zor göründüğünü belirtiyor.
Ancak gene Financial Times'a göre AKP, Mart ayındaki belediye seçimlerinde İstanbul ve Ankara'da ulusal seçimlerde olduğu kadar özgüven sahibi değil.
Gazete, İstanbul ve Ankara'da bir önceki yerel seçimlerde AKP'nin yaklaşık yedi puanlık bir farkla birinci geldiğini, ki bunun da parlamento seçimlerindeki puan farkının yarısına eşit düştüğünü hatırlatıyor.
Financial Times, şayet iki büyük şehirde belediye seçimi sonuçları kötü çıkarsa, Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına adaylık planlarının da değişebileceği görüşüne yer veriyor.
Öcalan'ın mektubuGuardian'ın okur köşesinde, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın gazeteye gönderdiği bir eleştiri mektubu dikkat çekiyor.
İmralı'dan gönderdiği mektupta Abdullah Öcalan, Guardian'ın 5 Aralık 2013 tarihinde Güney Afrikalı lider Nelson Mandela'nın ölümü vesilesiyle yayımladığı baş yazısında kendisine ve Kürtlerin özgürlük mücadelesinin gerçeklerine haksızlık edildiğini savunuyor.
Sözkonusu başyazıda Guardian, ırkçı rejimle mücadelesinin 27 yılını hapiste geçirmiş Nelson Mandela'yı ortak noktaları cezaevi deneyimi olan üç farklı lider ile karşılaştırıyordu: Nehru, Aung Sang Suu Kyi ve Abdullah Öcalan.
Öcalan ile ilgili bölümde Guardian, ''Öcalan'ı bir tarikatmışcasına izleyenler Mandela şablonuna uymuyor. Öcalan, korkulan ve tapılan biri; Mandela ise saygı duyulan, sevilen biriydi.'' şeklinde bir benzetme yapmıştı.
'40 milyon Kürdün temsilcisiyim'PKK lideri, ''korkulan ve tapılan'' nitelemesinin köleliğe, katliamlara ve inkar politikalarına karşı mücadele verirken kendi benlik inancına güvenmek zorunda kalanlara yönelik bir düşmanlık içerdiğini düşündüğünü yazıyor.
Son 14 yıldır bir adada hücre hapsinde tutulduğunu belirten Abdullah Öcalan, ''Belki beni hapis tutanlar haricinde, herhangi bir insan için korku kaynağı olduğumu inandırıcı bir şekilde ileri sürmek zor görünüyor.'' diye ekliyor.
PKK lideri, 40 milyon Kürdün iradelerini temsil eden kişi olarak kendisine baktığını ve Kürt sorununa demokratik ve barışçıl bir çözüm bulmak için gösterdiği çabalara güven duyduklarını belirterek, Guardian'ın kullandığı ifadenin Kürtlerin 40 yıllık özgürlük mücadelesini küçümsediğini söylüyor.
Abdullah Öcalan, bu açıdan kendisini övüyor gibi görünecek olsa da Mandela ile arasında tezatlardan çok paralelliklerin var olduğunu kaydediyor.
PKK lideri, Güney Afrika halkının Mandela'nın barışa olan bağlılığına bütün kalpleriyle inandığını ve geçen Aralık ayında ölen Nelson Mandela'nın ırkçı rejimi sona erdirmeyi bu liderlik vasfıyla başardığını belirtiyor.
Abdullah Öcalan, halk hareketlerinin geleceğini belirlemekte pazarlık ve mücadele olgularının ikisinin de önemli süreçler olarak belirdiğini söylüyor ve bu süreçlere de korkulan değil, halkının güvenini kazanmış liderlerin yön verebileceğini vurguluyor.
'Savaş suçu' fotoğraflarıGuardian gazetesi, manşetten verdiği haberde, Beşar Esad rejiminin göz altına aldığı binlerce kişiye işkence uyguladığı ve öldürdüğü yönündeki iddiaları bildiriyor.
Gazete, yaklaşık 11 bin öldürülmüş tutuklunun hemen hemen 55 bin adet fotoğrafının Suriye dışına kaçırıldığını yazıyor.
Guardian'ın aktardığına göre, Suriye ordusunda askeri fotoğrafçı olarak çalışırken cesetleri kayıtlara geçmek için görüntülediğini söyleyen kişi, saf değiştirerek elindeki bellek çubuklarını isyancılara teslim ediyor.
Bu kişinin temas kurduğu grup, Katar destekli bir isyancı grup olan Suriye Ulusal Hareketi.
İsyancılara para ve silah desteğinde bulunan Katar, Beşar Esad'ın görevden indirilerek savaş suçlarından yargılanması gerektiği yönünde bundan önce de çağrılar yapıyordu.
Katar desteğiKatar hükümetinin isteği üzerine Londra merkezli önde gelen bir hukuk bürosu, uluslararası savaş suçu mahkemelerinde görev yapmış üç eski baş savcıyı fotoğrafları inceleyip bir rapor hazırlamakla görevlendiriyor.
Ceset fotoğraflarını inceleyen ve Suriye'den kaçtığını söyleyen fotoğrafçı son on gün içerisinde üç ayrı görüşme yapan soruşturma ekibi, kaynağın güvenilir olduğu kanaatine vardıklarını belirtiyorlar.
Guardian'a göre uluslararası hukuk camiasının önde gelen üç soruşturmacısı, Suriye'de tutuklu isyancılara yönelik işkence ve cinayet vakalarının sistematik olarak gerçekleştiğine açıkça işaret eden bu kanıtların Beşar Esad'a savaş suçları mahkemesinin yolunu açabileceğini söylüyor.
Gazete, Mart 2011'den geçen Ağustos ayına kadar geçen bir süreyi kapsayan fotoğraflarda kurbanların çoğunluğunun vücutları zayıflamış genç erkekler olduğunu, aralarından birçoğunun işkence izleri taşıdığını, bazılarının gözlerinin oyulmuş olduğunu yazıyor.
Zamanlama 'manidar'Fotoğrafçı olduğunu söyleyen ve Guardian'ın gerçek ismini sakladığı kişi, cesetleri bu şekilde görüntülemenin nedenlerini şöyle açıklıyor:
Fotoğraflar, aile yakınlarının kimlik tespiti için cesedi bizzat görmesi zorunluluğunu ortadan kaldırarak ölüm sertifakası çıkartılmasında kullanılıyor. Ayrıca, emirlerin yerine getirilip bireylerin gerçekten öldürüldüğü üst makamlara bu fotoğraflarla belgelenmiş oluyor.
Guardian, Katar'ın ön ayak olduğu bu raporun, İsviçre'de Suriye krizine çözüm bulmak için düzenlenen uluslararası konferansla aynı hafta açıklanıyor oluşunu zamanlama açısından manidar buluyor.
Almanya Basını
Cenevre-2 Konferansı'na İran'ın da davet edilmesine ilişkin Frankfurter Rundschau şu yoruma yer veriyor:
"BM Genel Sekreteri'nin Tahran'ı müzakere masasına davet etmesi memnuniyet verici. İran olmadan bir çözüm mümkün değil. Ancak bölgesel hakimiyet için yapılan temsili savaşta Rusya ve ABD farklı hedefler güttüğü sürece Suriye konusunda Tahran ve Suudi Arabistan uzakta tutulmaya devam edilecektir. Moskova hâlâ Esad rejiminin yanında. ABD, Esad'ın olmadığı bir geçiş süreci için bastırıyor, ancak onlar da Suriye'deki ortaklarını kaybetti. Bu arada İslamcı milisler askerî direnişte üstünlüğü ele geçiriyor. Ama yine de Montö'deki buluşma boş yere değil. Yeni görüşmeler için adımlar atılacak. Esad'ın birlikleri tarafından çembere alınan kentlere yardım ulaştırılmasını kabul etmesi halinde ise konferansın düzenlenmesine gerçekten değmiş olacak."
Nürnberger Zeitung da aynı konuya ilişkin yorumunda, Suriye'de barışın sağlanmasında İran'ın önemli bir aktör olabileceği değerlendirmesini yapıyor:
"Suriye muhalefeti ayak direse de İran'ın konferansa davet edilmesi ilk kez ilerleme kaydedilmesi için bir fırsat ortaya koyuyor. Çünkü Tahran, Esad'ın tarafında savaşan ve gayet güçlü olan Lübnanlı Hizbullah milislerini mali destek ve silah yardımı yoluyla doğrudan ve dolaylı olarak destekliyor. Cenevre'de sağlanan nükleer anlaşmanın hayata geçirilmesinin şimdiye dek sorunsuz bir şekilde cereyan etmesi, ayrıca diğer adımların da böyle düzgün bir şekilde atılması halinde, İran'ın Suriye'de barışın sağlanması aşamasında önemli ve ciddi ortak olarak kazanılabileceği umudunu veriyor."
Avrupa Birliği ve ABD, İran ile nükleer anlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonra bazı yaptırımları askıya aldığını duyurdu. Westfälische Nachrichten gazetesinde konuya ilişkin şu satırları okuyoruz:
"Avrupa Birliği ve ABD daha fazlasını umsa da karşılığında nispeten daha azını alıyor. İran önümüzdeki altı ay içinde uranyumu atom bombası yapımında kullanılabilecek kadar zenginleştirmeyecek. Verilen bu sözün üzerinde yazılı olduğu kağıt parçasından daha fazla değere sahip olup olmadığını ise zaman gösterecek. Tahran arka kapıyı ardına dek açık tuttuğu için, Batılı ortakları duruma şüpheci yaklaşmaya devam etmeli."
Avrupa Birliği, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde şiddetin önüne geçmek ve istikrarın sağlanmasına yardımcı olmak için bin asker gönderme konusunda anlaşmaya vardı. Almanya ise misyona askerî katkı yapmayacağını açıkladı. Saarbrücker Zeitung'un bu konudaki yorumu şöyle:
“Kuzey Afrika ülkeleri dağılırsa, bunun olumsuz etkilerini Avrupa’daki herkes kısa bir süre içinde hissedecek, buna Almanlar da dâhil. Güney Sudan ve Afrika Boynuzu’nda korsanlara karşı yürütülen misyonlar bir sonraki büyük görevler olarak uzaktan göz kırpıyor. Afrika siyaseti tam gaz Avrupalılaşıyor. Birçoklarının hoşuna gitmese de Almanya bir yandan istikrarlı bir çevrede ekonomik bir dünya devi olmayı isteyip, diğer yandan da komşu kıtadaki anlaşmazlıkları yok sayamaz.”
Diğer..
İsviçre'den Basler Zeitung Suriye ile ilgili yorumunda, Beşar Esad'ın Batı açısından İslamcılara nazaran ‘kötünün iyisi‘ olduğunu yazıyor:
“Batı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı ne kadar küçük görürse görsün, aynı Batı ona o kadar bağımlı. O, iki kötüden daha iyi olanı. Batı açısından bakıldığında birliklerinin zaferi, İslamcıların zaferinden çok daha arzu edilir bir durum. Akdeniz'de yeni bir İslamcı cepheden duyulan korku, Avrupalı istihbarat servislerini Suriyeli meslektaşlarıyla temas kurmaya yönlendirdi. Her ne kadar sonu özlemle beklense de bu, Esad ile işbirliğinde atılan bir ilk adım. Aynı zamanda Avrupa'nın, iyi veya kötü şu bilgiyi de dikkate alması gerekecek: En büyük tehdit Esad'dan değil İslamcılardan kaynaklanıyor. Esad'ın devrilmesi sonrasında yerine ne gelirse gelsin, gelecek olan çok daha fena.”
Danimarka'dan Helsingborgs Dagblad çarşamba günü düzenlenmesi planlanan Suriye barış konferansına dair şu yorumu yapıyor:
“Birkaç gün içinde İsviçre'de, muhalefetin bir kısmının da katılacağı Suriye konulu konferans başlayacak. Bu her şeye rağmen karanlık içinde bir umut ışığı. Suriye uluslar arası toplumun odağında yer almalı ve çatışmaların sonlandırılması, sivil halkın acılarının dindirilmesi en büyük önceliğe sahip olmalı. Ama Ortadoğu'daki ve Arap dünyasındaki diğer ülkeler de unutulmamalı. Mücadeleye devam edenlere, bölgedeki istikrarın, demokrasi ve hak eşitliğinden daha ağır bastığı dünya tarafından ihanet edilmemeli.”
Muhafazakâr Fransız gazetesi Le Figaro Suriye ve İran konusunda şu yorumu yapıyor:
“Bu hafta, Ortadoğu'da uluslararası diplomasi açısından varlığını kanıtlama haftası. İran ile müzakere edilen, nükleer programını dondurmak için yapılan anlaşma bugün yürürlüğe giriyor. Suriye barış konferansı çarşamba günü Cenevre'de başlıyor. Her iki olayda da büyük güçler kararlılıkla ihtiyat arasında gidip gelecek. Dünya barışını tehdit eden her iki sıcak konuda da, müzakereyle çözüme ulaşma yolunda birçok engel beliriyor. Ve her ikisinde de diplomasinin varlık gerekçesi olan savaşa bir alternatif sunma yeteneği riske ediliyor.”
İspanyol gazetesi El Pais ABD Başkanı Barack Obama'nın istihbarat servislerinde vaat ettiği reformların yetersiz olduğu eleştirisinde bulunuyor:
“Obama'nın casusluk faaliyetlerindeki aşırılıklarla mücadele önerileri yetersiz ve ancak mütevazı bir ilk adım olarak görülebilir. ABD Başkanı, istihbarat servislerinin verdiği zararları sadece kısmen kabul ediyor. Buna karşı gösterdiği tepkiyse ürkek ve belirsiz. Obama, Ulusal Güvenlik Kurumu'nun (NSA) büyük miktarlarda telefon verilerini topladığını onayladı. Ancak muhtemelen anayasaya aykırılık içeren bu programı derhal sona erdirmek yerine adım adım başka tedbirler devreye sokulacak. Obama casusluğu terör saldırıları tehdidiyle gerekçelendirdi. Ancak bu açıklamaları daha önceden, işkenceyi ve gizli hapishaneleri savunmak için George W. Bush kullanmıştı.”

YORUM YAZIN