Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (9 Aralık 2013)


İngiltere Basını
Guardian gazetesi eski Güney Afrika lideri Nelson Mandela için yarın düzenlenecek cenaze töreninin aşırı ilgi nedeniyle Güney Afrikalı yetkilileri zora soktuğunu yazıyor.

Habere göre ülke içinde törene yönelik büyük ilginin yanında dünyanın dört yanında binlerce gazeteci ve tarihi anlara tanıklık etmeyen turist Güney Afrika’ya geldi.

Gazete, etkinlikler sırasında çok fazla gazetecinin çekim yapmasının gerilime neden olduğunu aktarıyor.

Haberde, yetkililerin halka bulundukları yerlerdeki törenlere katılmaları, 95 bin kişilik FNB futbol stadyumundaki gösterilere uzaklardan gelmemeleri çağrısı yaptıkları aktarılıyor.

Guardian’da ayrıca William Gumede imzasıyla yayınlanan bir analizde Mandela sonrası ANC’nin (Afrika Ulusal Kongresi) bölünme ihtimalinin bulunduğu aktarılıyor.

‘ANC’nin son şansı’ başlıklı yazıda Mandela’nın son dönemde aktif politika içinde olmamasına karşın ANC için bir tutkal görevi gördüğü ve partiyi birarada tuttuğu ancak ölümünden sonra bunun değişebileceği belirtiliyor.

Gumede, gelecek yıl yapılacak seçimlerde seçmenlerin Mandela’nın hatırına bir kez daha partiye oy verebileceklerini ancak daha sonrası için bunun bir garantisinin bulunmadığı zira parti tabanının parti ve hükümet yönetiminden rahatsız olduğu, partinin özünden koptuğunu düşündüğünü belirtiyor.

Güney Afrika’nın kötü ekonomisi
Financial Times’ta Güney Afrika’nın ekonomik durumuyla ilgili Andrew England ve Javier Blas’ın Güney Afrika’dan kaleme aldıkları analiz dikkat çekiyor.

Yazıda ANC’nin (Afrika Ulusal Kongresi) 20 yıllık iktidarına rağmen ülkenin bugün içinde bulunduğu ekonomik zorluklara ve eşitsizliklere dikkat çekiliyor.

Analizde Güney Afrika’nın dünyanın en eşitsiz toplumlarından biri olduğu belirtiliyor.

England ve Blas özetle, Güney Afrika’da ekonomik büyümenin yavaşladığını, 2006’da 5.6 olan büyüme rakamının yüzde 2’nin altına düşmesinin beklendiğini, cari açığın kaygı verici ölçüde büyüdüğünü, ulusal para birimi Rand’ın ABD doları karşısında son dört yılın en düşük seviyesinde olduğu, işsizliğin yaklaşık yüzde 25 oranında olduğunu aktarıyorlar.

Yazıda toplumsal eşitsizliğe de vurgu yapılmış. Dünya Bankası verileri referans gösterilerek ‘varlıklı ve yoksul kesim arasındaki aranın yüksek olduğu, Afrikalılar’ın yüzde 85’inin fakir, beyazların yüzde 87’sininse orta sınıf veya üst orta sınıf olduğu’ aktarılıyor.

Yazının sonunda IMF’nin ülkenin yapısal problemlerine dikkat çektiği belirtilirken bu yapısal problemlerin giderilmemesi durumunda Mandela’nın müreffeh, eşitlikçi, birbirine bağlı toplum rüyasının yakalanmasının zor olacağı aktarılıyor.

Suriyeli muhaliflerin radikal gruplara karşı ‘sosyal planı’
Independent’ta Richard Hall imzasıyla yayınlanan Suriye ilgili haber göze çarpıyor.

Haberde Suriye’deki 'ılımlı muhalif' grupların radikal İslamcı gruplara karşı insanları kazanmak için yeni bir kampanyayı hayat geçirdikleri ve muhaliflerin denetimindeki yerlerde radikal grupların da yaptıklarına benzer şekilde fazladan yardım ve kamu hizmeti vaat ettikleri belirtiliyor.

Hall öncelikle Suriye’de IŞİD gibi radikal İslamcı grupların bulundukları yerlerde yemek ve yardım dağıtımı, okulların ve mahkemelerin kurulması gibi yöntemlerle etkinliklerini artırdıklarını belirtiyor.

Buna göre 'ılımlı gruplar' da benzer yardım kampanyaları için kolları sıvamış.

Independent’a konuşan, muhalif Yüksek Askeri Konsey’in bir üst düzey danışmanı şunları söylemiş: “El Kaide’yle mücadele etmek için onlara sadece askeri olarak değil sosyal anlamda da karşı koymamız gerektiğinin farkına vardık.”

Plana göre Suriyeliler eğer radikal gruplardan mı yoksa ılımlı gruplardan mı destek alacaklarını seçebilecekleri durumda ikincisini tercih edecekler.

Gazeteye konuşan danışman ayrıca insanların aşırı uçtaki inançları nedeniyle IŞİD’i sevmediğini ancak çaresiz oldukları için yardımları geri çeviremediklerini belirtmiş.

Yüksek Askeri Konsey bu yeni plan doğrultusunda yiyecek ve tıbbi malzeme dağıtımını artırmak adına Halep, İdlib ve Şam’ın kenar mahallelerinde ofisler kurmuş.

Konsey’in ayrıca bir polis gücü kurmayı ve eğitim programlarını daha fazla hayata geçirmeyi planladığı da söyleniyor.

‘Arap ülkeleri ABD’ye tepkili’
Daily Telegraph’ta ise Bahreyn Veliaht Prensi Şeyh Salman bin Hamad al Khalifa ile yapılmış röportaj dikkat çekiyor.

Gazetenin Savunma Editörü Con Coughlin’in yaptığı röportajda Bahreyn’in ABD’ye yönelik uyarısı göze çarpıyor.

Şeyh Salman, İran’la son nükleer anlaşma sonrası Washington ve bazı Arap ülkeleri arasında keskin gerilimler ortaya çıktığını söylemiş.

ABD’nin Orta Doğu’ya 'şizofrenik' yaklaşımın değiştirmesi gerektiğini söyleyen Şeyh Salman, ABD’nin yanlış politikaları nedeniyle birçok Arap ülkesinin Rusya ile ilişkilerini artırdığını belirtiyor.

Almanya Basını
Dünya Ticaret Örgütü’nün Endonezya'nın Bali adasında küresel ticaretin liberalleşmesine yönelik paket üzerinde uzlaşmaya varmasını hayırlı bir haber olarak değerlendiren Süddeutsche Zeitung yorumuna şöyle devam ediyor:

“Gazetelerde hep kötü haberlerin yer aldığı söylenir. Alın size iyi, gerçekten iyi bir haber! 159 ülkeyi temsil eden Dünya Ticaret Örgütü, Bali’de yeni bir ticaret antlaşması üzerinde uzlaşmaya vardı. Neredeyse 20 yıl aradan sonra böyle bir sonuca varılmasından dolayı bu antlaşmanın çağdaş anlamını yakalamak için konuya ayrıntılı bakmak lâzım. Dünya Ticaret Örgütü’nün iç tüzüğü uyarınca tüm üye ülkelerin onay verdiği sözleşme üç ana temelden oluşuyor. Gümrük işlemlerinde bundan böyle bürokrasi azalacak. Bu kulağa çok teknik bir konu gibi gelebilir, ancak uzmanlar (ister inanılsın, ister inanılmasın) bu konuda alınacak önlemler sayesinde bir trilyon dolarlık bir kaynağın elde edileceğini ileri sürüyorlar. Ayrıca kalkınmakta olan ülkelerin önemli pazarlara dâhil olması kolaylaştırılacak ve sanayi ülkelerinin tarım sektöründe kendi ürünlerine uyguladıkları sübvansiyonlar da giderek azaltılacak.”

Başka bir konuya geçiyoruz. Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un Rusya’nın Soçi kentinde düzenlenecek Olimpiyat Oyunları'na katılmayacağını açıklaması Almanya’da epeyce yankı buldu. Berlin’de yayımlanan Die Welt gazetesinin konuya ilişkin yorumunda şu görüşlere yer veriliyor:

“Gauck'un (Soçi'ye) seyahat etmemek için olduğu kadar seyahat etmek için de haklı sebepleri var. Çünkü insan hakları konusunda -bu konuda akla hemen gelenler arasında hapis yatan iş adamı Mihail Hodorkovski ya da Pussy Riot müzik grubu üyeleri bulunuyor- ancak karşılıklı konuşarak baskı uygulama imkânı ortaya çıkabilir. Ayrıca dünyanın geri kalan ülkeleri söz konusu olduğunda Soçi sonrası dönemi de düşünmek gerekir. Çünkü büyük gündemler, örneğin ticaret, hammadde kaynakları, Suriye’de çığrından çıkmakta olan iç savaş, İran’ın önlenmesi zor nükleer testleri, Kuzey Kore, Çin ve Doğu Çin Denizi’ndeki gelişmeler söz konusu olduğunda Rusya yine ister istemez gündeme gelecek. Almanya Cumhurbaşkanı etik mesajlar verirken, Alman hükümeti pragmatik yaklaşımlarda bulunmalıdır.”

Stuttgarter Zeitung da aynı konuyu yorum sütunlarına taşımış:

“Neler oluyor? Cumhurbaşkanı Joachim Gauck Soçi’deki Olimpiyat Oyunları’na gitmiyor. Aslında Cumhurbaşkanı Gauck’un katılmadığı ama bundan dolayı boykotla eşdeğer tutulmayan her gün onlarca organizasyon var. Ayrıca eğer Gauck'un mesajı Soçi’de düzenlenen Olimpiyat Oyunları’nı ve bu organizasyonun arkasında duran isim olan Putin'i protesto etmek olsaydı, bu niyetini yanlış anlamalara izin vermeyecek şekilde açıklayabileceği kanalları vardı. Ama durum hiç öyle gözükmüyor. Tam tersine, Cumhurbaşkanı'nın Rusya'ya yapacağı resmî bir ziyaret konusunda hem Berlin, hem de Moskova'da yoğun bir biçimde çalışmalar sürüyor.”

Almanya'da eylül ayında yapılan genel seçimlerde yüzde 5'lik barajı aşamayarak, Federal Meclis'in dışında kalan liberal Hür Demokrat Parti (FDP) kendini yenileme gayreti içinde. Parti genel başkanlığına parti içinde genç ve aktif bir isim olan Christian Lindner getirildi. Kölner Stadt-Anzeiger gazetesinin ve bugünkü Alman gazetelerinin büyük bir çoğunluğunun yorumları tamamen bu konuyla ilgili:

“Hür Demokrat Parti'nin trajik öyküsü, masallarda olduğu gibi bir 'Mutlu Son'la mı bitecek acaba? Eğer yeni seçilen parti başkanı kendi söylediklerine inanıyorsa, o zaman partinin şansı çok yüksek görünmüyor.

Christian Lindner'in başarısı, Hür Demokrat Parti'yi 2017'deki seçimlerde Federal Meclis'e yeniden dâhil etmeyi başarıp başaramaması ile ölçülecek. Ancak o kadar zamanı yok! Gelecek yıl Avrupa Parlamentosu seçimleri, Saksonya eyalet seçimleri, ayrıca bir sürü yerel seçim gündemde. Bu sebeplerden dolayı Lindner'in daha şimdiden, 2014 yılından itibaren varlık göstermesi gerekiyor. Bu anlamda yeni parti başkanının bulunduğu konumun pek kıskanılacak bir tarafı yok!”

Fransa Basını
Le Republician Lorrain gazetesi Nelson Mandela'nın ölümü hakkında şunları yazıyor:

"Bir ahlak abidesi... Uzlaşmanın dünya çapında ikonu... Nelson Mandela hakkında bu sözleri, aynı ülkeden Nobel Barış Ödülü sahibi Desmond Tutu söylemişti. Ve bu sözler Güney Afrika’nın ilk siyahî devlet başkanının içinde bulunduğu yüzyılın tarihi açısından önemini iyi özetliyor. Siyasi bir liderin ölümünden sonra dünya çapında anılmasının bu kadar meşru olması enderdir. Zira Mandela'nın karakteri kendi kıtasının ve çağının sınırlarını aşıyor."

İspanya Basını
Mandela'nın ölümüyle ilgili sol liberal İspanyol gazetesi El Pais ise eleştirel bir yoruma yer veriyor:

"Nelson Mandela'nın ölümüyle birlikte Güney Afrika ve tüm Afrika kıtası örnek alınan önemli bir şahsiyeti kaybetti. Güney Afrika'nın şimdi rehberi olmadan yaşamayı öğrenmesi gerekecek. Mandela ile vedalaşan ülke tehlikeli bir biçimde eski devlet başkanının ideallerinden uzaklaştı. Siyahlarla beyazları barıştırırken Mandela'nın koyduğu yüksek ahlakî iddialardan haleflerinde eser yok. Güney Afrika geleceği belli olmayan bir barut fıçısına döndü. İktidardaki Afrika Ulusal Kongresi (ANC) iç çatışmaları ve yolsuzluklarıyla Afrika ülkelerindeki diğer hükümet partilerinden pek bir farklılık taşımıyor. Mandela'nın mirasını korumak ve buna belli güçlerin el koymasını engellemek tüm Güney Afrikalıların ödevidir."

Hollanda Basını
Hollanda gazetesi De Telegraaf yorumunda Nelson Mandela'nın vizyonunun Güney Afrika'da hayata tam olarak geçmediğine dikkat çekiyor:

"Tutarlı duruşuyla Mandela ülkesi için başka bir geleceği mümkün hale getirdi. Bu, şiddetin olmadığı bir gelecek olmalıydı ancak tam olarak öyle olmadı. Bununla birlikte beyazlarla siyahlar arasında korkulan kanlı hesaplaşma da meydana gelmedi. Mandela uzlaştırıcı tarzıyla buna belirgin bir katkı sağladı. Daha ölümünden önce Mandela bir efsane hale gelmişti. O, tüm dünyanın düşüncelerinde yaşamaya devam edecek. Mandela her yerde gençler kadar yaşlılar için de umudun sembolü. Daha iyi daha adil bir gelecek umudunun… Ama Mandela'nın güzel Güney Afrika vizyonunun tamamen gerçekleşmediği de ne yazık ki doğru. Ülkenin bazı bölgeleri şiddet ve yolsuzluk nedeniyle terörize olmuş durumda. İlk serbest seçimlerden beri söz söyleme hakkına sahip olan Afrika Ulusal Kongresi diktatörce eğilimler sergiliyor.“

Danimarka Basını
Danimarka gazetesi Politiken ise Güney Afrikalı liderin ölümüyle birlikte küresel bir vizyonun da sona erdiğini belirtiyor:

"Mandela'nın cesaretine ve örnek olma fonksiyonuna ne kadar değer biçilse azdır. Öne çıktı ve tereddüt etmeden yüksek bir bedel ödedi. Ama özgürlük baskı karşısında, insanlık ırkçılık karşısında, uzlaşma nefret karşısında, demokrasi ayrımcı apartheid sistemi karşısında zafer kazandığında bunu herkes ilk başta Güney Afrika halkıyla birlikte başka türlüsünü kabul etmemek için direnen güçlü ve angaje olmuş orta sol kanatlara borçluydu. Bununla günümüz arasında yüksek derecede bir karşıtlık var. Nelson Mandela öldü ve onunla birlikte dünya üzerindeki küresel orta sağ kanatların özgürlük ve adalet için verdikleri mücadele de."

(dw türkçe/bbc türkçe)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.