Avrupa Basınında Bugün (30 Aralık 2013)
İngiltere Basınıİngiltere'de gazeteler bugün Türkiye'de hafta sonunda yaşanan gelişmelere ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın içinde bulunduğu duruma, Rusya'da gerçekleşen bombalı saldırıya, ve Suriye'yle ilgili gelişmelere yer ayırıyor.
Times gazetesi için yazan Piotr Zalewsky, kaleme aldığı haberinde Türkiye'deki yolsuzluk skandalının ve parti içindeki uyuşmazlıkların Başbakan Erdoğan'ın "geleceğini tehlikeye attığını" yazıyor.
Zalewsky, haberinin girişinde Türkiye'de üç bakanı koltuğundan eden rüşvet ve kara para aklama iddialarıyla tutuklamaların ülkenin "en kuvvetli adamı olan Recep Tayyip Erdoğan'a" yaklaşmaya başladığını yazıyor.
"İslamcı koalisyon içinde büyüyen uzlaşmazlıkların" Başbakan'ı savunmaya geçirdiğini yazan Zalewsky'nin haberi şöyle devam ediyor:
"Savcılar, aralarında memurların, siyasetçilerin, iş adamlarının ve teröristlere para verdiği iddia edilen bir kişinin de olduğu 41 kişinin tutuklanmasını istedi. Polis bugüne kadar tutuklamaları gerçekleştiremedi. Savcıysa polisin bu yapmayı reddettiğini söylüyor.
Listedeki bir isim ise dikkat çekici: Başbakan'ın oğlu Bilal Erdoğan.
Savcıların şimdi araştırdığı, ve Başbakan'la bağı olan çeşitli işyerlerinin ve kuruluşların arasında Türgev de var. Türgev'in yönetim kurulunda, aralarında Bilal'in de olduğu birçok Erdoğan ailesi üyesi var.
Kurul'da ayrıca yolsuzluk operasyonu çerçevesinde 17 Aralık'ta kısa süreliğine tutuklanan belediye başkanı Mustafa Demir de var.
Öğrenci yurtları inşa eden Türgev'in yerel yetkililerin aracılığıyla yasadışı arazi devirlerinden kâr ettiği iddia ediliyor. Savcılar, Başbakan'ın oğlunun normalde 1 milyar dolar değerindeki bir araziyi 460 milyon dolara ihalesiz satın alan bir şirketle bağı olup olmadığına bakıyor.
(…) Erdoğan ise hükümetini ve ailesini şiddetle savunup, savcıları kendisini indirmek için bir yolsuzluk soruşturması başlatmakla suçluyor.
Erdoğan geçen hafta "Türgev aracılığıyla oğlunun hedef alındığını" söylemişti. Hafta sonu boyunca çeşitli mitinglerde Erdoğan, bir bakanının tabiriyle "darbeden" uluslararası güçleri ve kendi evinde yetişen İslami bir hareket olan Gülen toplumunu sorumlu tutmaya devam etti.
Yolsuzluk iddialarına karşı toplumda artan öfke İstanbul'da sokağa döküldü. Cuma akşamında İstanbul sokaklarında polis ve protestocular arasında çatışmalar çıktı.
Türkiye'yi yaz aylarında etkisi altına alan protestolarda söylenen "Her yer Taksim, her yer direniş" sloganını hatırlatırcasına eylemciler "Her yer rüşvet, her yer yolsuzluk" diye bağırdı.
(…) Yolsuzluk soruşturması ailesine yaklaşırken Erdoğan sersemleşmiş olsa da düşmüş değil. Washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan ABD Alman Marshall Fonu'nun (The German Marshall Fund of the United States - GMF) Ankara Ofisi Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı "Destekçilerini harekete geçirerek [Erdoğan] bu durumdan kurtulabilir." dedi.
Kendisi ayrıca "Her şey ekonomiye ne olduğuna bağlı. Türkiye'de ekonomi iyi durumda olduğu sürece seçmenler yolsuzluğa çok duyarlı değil." dedi.
Ama iddialar ve hükümetin sakarca tepkisi ekonomide etkisini göstermeye başladı. Liranın dolar karşısında değeri geçen hafta rekor seviyeye düşerken, borsa da son 17 ayın en düşük seviyesine geriledi.
Spiro İktidar Stratejileri'nin genel müdür Nicholas Spiro "Son risk önleme girişimi tümüyle Türkiye'yi kapsıyor. Türkiye Merkez Bankası'nın şu anda kesinlikle istemediği bir şey varsa o da siyasi bir kriz." dedi.
Financial Times: 'AK Parti'nin ak görünümü tarihe karışma riskiyle karşı karşıya'
Financial Times gazetesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ekonomiyi sallayan ve iktidarına büyük tehdit oluşturan yolsuzluk soruşturmasından silkinmeye çalışırken, bunu başlatan savcıya "saldırısını ikiye katladığını" yazıp soru-cevap kısmında "Bu Erdoğan'ın sonu mu" sorusunu cevaplıyor.
Erdoğan'ın Pazar günü yaptığı konuşmada sarf ettiği sözlerin "hükümetle yargı arasında yükselen gerilimi arttırabileceğini" yazan Financial Times, "başbakanın yargının bağımsızlığının kesin olmaması gerektiğini ima ettiğini" belirtiyor.
Financial Times, Erdoğan'ın "oğlu Bilal dahil hükümete yakın isimleri ifadeye çağıran Savcı Muammer Akkaş'ı tehdit eder gibi göründüğünü" ve daha sonra "Bu nasıl savcı? Başsavcı ondan dosyayı istiyor diye, feryad ediyor! Dur bakalım seninle daha işimiz var." dediğini aktarıyor.
Gazete için yazan Daniel Dombey makaleye ek sunulan bir bölümde Erdoğan'ın geleceğiyle ilgili çeşitli soruları cevaplandırıyor. Makalenin soru-cevap kısmı şöyle:
"Bu Erdoğan'ın sonu mu?
Hayır – ya da henüz değil. Erdoğan'ın ilk attığı adım, gücü daha da merkezde toplayıp emniyet üzerinde daha fazla kontrol sağlamak ve kendisine sadık insanlardan oluşan bir kabine atamak oldu. Daha da genel olarak bakarsak, Erdoğan, siyasi yeteneği ve AKP'nin aşılması zor örgütlülüğü sayesinde son 10 yıldır Türk siyasetinde egemen bir rolde. Parti yenilmez olduğunu kanıtladı.
Bu sırada ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi ise seçilemez olduğunu kanıtladı. O zaman Erdoğan'ın, rakiplerinin cevabı Mart seçimlerinde alacağını söylemesine şaşmamalı.
Asıl sorulması gereken soru Erdoğan'ın siyasi bakımından ayakta kalıp kalmayacağı değil; 'ne pahasına ayakta kalacağı' olmalı.
Kendisi bundan yara almadan mı kurtulacak?
Hayır. Türkçede ismi beyaz anlamına gelen AK Parti, ülkenin eski iktidarı yolsuzluk skandalları yüzünden halkın gözünden düştükten sonra iktidara geldi. Savcıların iddialarının tutması durumunda –ki iddiaların tümü kamuoyuna açıklanmadı- partinin ak görünümü tarihe karışacaktır.
Skandal daha şimdiden Erdoğan'ın başkan olma hayallerini suya düşürmüş olabilir. Öyle bir durumda tek seçeneği yola başbakan olarak devam etmek. Bu da daha yumuşak olan cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Erdoğan'la yer değiştirip Türkiye'nin söylemini değiştirmesi ümitlerinin baltalanması anlamına geliyor.
Skandal Türkiye'nin küresel konumu bakımından ne anlama geliyor?
Erdoğan, yolsuzluk skandalının hükümete karşı yürütülen uluslararası boyutlu bir komplo olduğunu iddia ediyor – o kadar ki bakanlar bir çeşit darbeden bahsediyor. Böylece isim vermeden Fethullah Gülen'e işaret ediyorlar.
Ama hükümet yanlısı medya daha da ileriye gidip soruşturmayı Amerika Birleşik Devletleri'nin organize ettiğini söylüyor. Bu sırada Avrupa Komisyonu, polislerin görevlerinden alınması ve yargının bağımsızlığını baltalama girişimlerinden "endişelendiğini" söyledi.
Tüm bunlar piyasalar ve ekonomi bakımından ne anlama geliyor?
Birçok anlama. ABD Merkez Bankası'nın parasal teşvik politikalarını azaltma girişimine olan zafiyetinden dolayı Türkiye "kırılgan beşlide" en çok dikkat çeken ülke.
Türkiye'nin kamu finansmanı imrendirici seviyede. Ama ülke rahatsız edici derecede sıcak paraya bağımlı. Cari hesap açığının %80'i kısa dönemli fonlara bağlı olduğundan siyasi risklere fazlasıyla açık.
Bu yüzden de Cuma günü liranın rekor seviyeye düşmesi şaşırtıcı değil.
Uzmanlar Türkiye'nin uzun dönemde daha fazla doğrudan yabancı yatırıma ihtiyacı olduğu görüşünde. Ama bu yolsuzluk iddiaları yabancı yatırımcıları sevindirmeyecektir."
Guardian: 'Olimpiyatlardan haftalar önce intihar bombacısı Rusya tren istasyonunu hedef aldı'
Guardian gazetesi, Rusya'nın güneyinde bulunan Volgograd şehrinin tren istasyonunu hedef alan intihar eylemine yer veriyor.
İntihar eylemcisinin üstündeki bombaları patlatmasıyla 16 kişinin öldüğünü ve 50 kişinin yaralandığını yazan gazete, Kış Olimpiyatları'na haftalar kala bölgenin güvenlik bakımından ne kadar savunmasız olduğunun gözler önüne serildiğini öne sürüyor.
"Rusya'da geçmiş saldırılarda olduğu gibi Kafkaslar'dan kişilerin sorumlu tutulabileceğinin öne sürüldüğünü" aktaran gazete, kendilerine konuşan Rus güvenlik uzmanı Andrey Soldatov'un Kuzey Kafkaslar'dan gelen militanların Soçi Olimpiyatları öncesinde "bombalı saldırı gerçekleştirebilmek için yeteneklere ve yeterli kişilere sahip olduklarını kanıtladıklarını" söylediğini yazıyor.
Telegraph: 'Suriye silahlar için tarihi kaçıracak'
Telegraph gazetesi, Suriye'nin kimyasal silahlarını Akdeniz'e kıyısı olan bir limana kaydırmamasından dolayı ülkeyle varılan silahsızlanma anlaşmasında öngörülen takvimde gecikme olduğuna dair uyarıların yapıldığını yazıyor.
Gazete, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'nün de (OPCW) silahların yarına kadar nakliye edilemeyeceğini söylediğini ve Şam yönetiminden nakliye konusunda çabalarını yoğunlaştırmasını istediğini yazıyor.
Times: 'Farage Suriyeli mültecilerin yere ihtiyacı olduğunu söylüyor'
Times gazetesi, Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi UKIP genel başkanı Nigel Farage'ın şaşırtıcı bir şekilde Suriyeli mültecilerin İngiltere'de barınmasına izin verilmesi çağrısında bulunduğunu yazıyor.
Gazete, İngiltere'ye Avrupa'dan göç yapılmasına muhalefetiyle tanınan UKIP liderinin Batı'nın Suriyeli mültecilere karşı "sorumluluğu" olduğunu söylediğini ve "mültecilerin ekonomik göçe oranla çok farklı bir durum olduğunu" dile getirdiğini aktarıyor.
Independent: 'Blair ve Bush'un gizli Irak görüşmeleri yayınlanacak'
Independent gazetesi, Irak savaşı öncesinde dönemin İngiltere Başbakanları Tony Blair ve Gordon Brown ile dönemin Amerika Başkanı George Bush arasında geçen yüzden fazla gizli görüşmenin kamuoyuna açıklanması için hükümetin çalışmalar yaptığını yazıyor.
Gazete, kendilerine konuşan bir hükümet yetkilisinin amaçlarının "olabildiğince şeffaf olmak olduğunu" söylediğini aktarıyor. Independent, belgelerin İngiltere'nin Irak savaşına girmesini araştıran Irak Savaşı soruşturmasının başında bulunan Sir John Chilcot'a verileceğini de habere ekliyor.
Independent'ın haberine göre hangi belgelerin kamuoyuna sunulacağına süreci idare eden bakan Jeremy Heywood karar verecek.
Almanya BasınıNeue Osnabrücker Zeitung Başbakan Erdoğan'ın siyasi sonunun yaklaştığı görüşünde:
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yolsuzluk skandalında, köşeye sıkıştırıldığı için panik halinde sağa sola saldırdığı izlenimini uyandırıyor. Polis ve savcılık üzerindeki muazzam baskı, alelacele yapılan kabine revizyonu ve Brüksel'den gelen eleştirilerin geri çevrilmesi, onun iktidarı kaybetme korkusunu gözler önüne seriyor. Ağırbaşlılıkla suçlamaların aydınlatılması iradesini gösterip siyasi büyüklük örneği vermek yerine yine sertliğe sığınıp zaafını gözler önüne sermiş oluyor.
Onun tek derdi siyasi geleceğini kurtarmak. Önümüzdeki yıl cumhurbaşkanlığına seçilme hedefine kilitlenmiş olan Erdoğan yolsuzluk skandalının siyasi sonunu getirebileceğini biliyor. Eski bakanlarından biri yolsuzluk ve sahtekârlıkla ilişkilendirilen marifetlerden başbakanın da haberdar olduğunu söylemişti.
Erdoğan kendini kurtarabilmek için radikal tedbirlere başvuruyor. Dolayısıyla da bir zamanlar reformcu olduğu için göklere çıkartılan başbakan demokrasi anlayışını ne kadar az benimsediğini belli ederek kendi kuyusunu kazmış oluyor. Hukuk devletini yerinden oynatma teşebbüsündeki arlanmazlığına paralel olarak kendisine gösterilen direniş de artıyor. Bu yolda devam ederse, Erdoğan'ın batışını önlemek mümkün olmayacaktır.”
Münih'te yayımlanan Süddeutsche Zeitung, Avrupalı politikacıların Türkiye'deki gelişmeleri yorumlayış şeklini eleştiriyor:
“Türkiye'deki yolsuzluk skandalıyla ilgili yorum ve demeçlere bakınca, bunların çoğunun yerinde olup olmadığı sorusu akla geliyor. Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Elmar Brok, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yıldızının sönmeye başladığını söylüyor. Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir Türkiye Başbakanı'nı Vladimir Putin ile kıyaslıyor. Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier bile skandalın aydınlatılmasının başbakan için büyük bir sınav olacağını söylüyor.
Bunların çoğu doğru olabilir. Yolsuzluk skandalı Türkiye'nin modernleşme sürecindeki hayatî bir dönüm noktasıdır. Mamafih bütün bunlar Avrupalı ve Alman politikacıların Türkiye'deki hadiseleri küstahça yorumlamaları için bir neden olamaz. Nedense Avrupa başka hiçbir ülkeye Türkiye'ye yaptığı gibi tepeden bakıp, vasilik etmeye kalkışmıyor. Muhtemelen bu fenomenin birbirine zıt iki nedeni var. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olanlar bu ülkeye duydukları soğukluğu teyit edici her şeyi ön plana çıkarıyorlar. Türkiye'nin üyeliğini isteyenler de cömertliklerinden kendilerinde söz söyleme hakkını görüyorlar.
Yüz binlerce Suriyeli mülteciye kapılarını açan bir ülkenin hükümeti, her mülteciyi parmakla sayan Almanya hükümetini ahlakî açıdan sorgulamaya kalkışsa, Berlin yönetimi iç işlerine müdahale edilmesine kesinlikle müsamaha göstermezdi.”
Norveç BasınıOslo'da yayımlanan Norveç gazetesi Dagsavisen, Soçi Olimpiyatı'nın son derece gergin bir havada geçeceğine işaret ediyor:
“Turnuvanın terör korkusuyla ilişkilendirileceği, Başkan Putin Kış Olimpiyat Oyunları'nı ülkesine almayı başardığı gün belli olmuştu. 2014 yılına yaklaştığımız şu günlerde gündemi Rusya'daki terör eylemleri belirliyor. İntihar saldırılarından yüzde yüz korunmanın mümkün olmadığını herkes biliyor. Volgograd'daki bombalı saldırıların hedefi Olimpiyat Oyunları değildi. Ama Soçi'ye 70 mil mesafede düzenlendi. Birkaç gün sonra Soçi ve çevresi normal trafiğe kapatılacak. Güvenlik önlemleri, ne kadar gergin bir ortamda bulunulduğunu herkese hatırlatacak.”
Hollanda BasınıAmsterdam'da yayımlanan Hollanda gazetesi de Volkskrant ABD Başkanı Barack Obama'nın dış politikasını konu alan yorumunda şu satırlara yer veriyor:
“Başkan George W. Bush'un Afganistan ve Irak'a demokrasiyi getirme denemesinin başarısızlığa uğramasından sonra Amerikalılar yeniden evlerine kapanmaya başladılar. Irak iki yıldır ayakta kalmakta güçlük çekiyor. Afganistan'daki Amerikan birlikleri de önümüzdeki yıl ülkeyi tamamen terk etmiş olacak. Böylelikle aktif Amerikan dış politikası sona eriyor. Müdahale ve ‘devletleştirme' deneylerinin modası geçti. Obama onun yerine tehlike ihtimalini savuşturma politikasını tercih ediyor. Müdahale kaçınılmaz olduğunda da Amerikalılar bu görevi müttefiklerine devrediyor, kendileri ise arka planda kalıyorlar. ‘Arkadan liderlik' Cumhuriyetçilerin sert eleştirilerine yol açsa da, Amerikan kamuoyu bu stratejiye tam destek veriyor.”
Avusturya BasınıAvrupa Birliği Komisyonu'nun fakir üye ülkelerden zengin ülkelere yapılan göçle ilgili tartışmada "bekle, gör" taktiği uygulaması eleştirilere neden oluyor. Avusturya'nın önde gelen günlük siyasi gazetelerinden Die Presse'nin yorumu:
“Kriz döneminde, istihdam piyasasındaki rekabet baskısı artarken, işini kaybetme korkusu ve zaten küçülen pastadan daha az pay alabilme endişesi hüküm sürüyor. Kamuoyu aydınlatılmadığı ve kesin kurallar konmadığı için bu korku popülistlerin ekmeğine yağ sürmek oluyor ki bunun AB Komisyonu'nun işine geleceğini söylemek mümkün değildir. Komisyon, izlediği tutumla arzuladığı sonucun tam aksine davetiye çıkarmış oluyor. Dolayısıyla doğru yolda atılacak ilk adım, problemin varlığını kabul etmek ve kamuoyuna aydınlatıcı bilgi vermek olabilir.”
(dw türkçe/bbc türkçe)

YORUM YAZIN