Avrupa Basınında Bugün (28 Kasım 2013)
İngiltere BasınıÇin'in, Doğu Çin denizi üzerinde Japonya'nın hak iddia ettiği adaları da içeren bir alanı "Hava Savunma Tanıtma Bölgesi" ilan etmesiyle başlayan gerginlik İngiltere basınında geniş yer buluyor.
Çin Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, bu bölgeye giren uçakların belirlenen kurallara uymaması halinde "acil savunma önlemleriyle" karşı karşıya kalacağını duyurmuştu.
Bakanlık, 'bölgeye girecek uçakların uçuş planlarını bildirmesi, çift yönlü telsiz bağlantısına geçmesi ve uçağın kimliğinin belirlenmesine yönelik sorulara doğru ve zamanında yanıt vermesi gerektiği, aksi halde Çin silahlı kuvvetlerinin acil savunma önlemlerine başvuracağı' belirtilmişti.
Japonya kararı tanımadığını açıklarken, ABD Pekin yönetiminin açıkladığı yeni hava savunma kurallarına meydan okuyarak, iki B52 bombardıman uçağını bölgede uçurdu.
'Çin'in güç gösterisine izin verilemez'
Çin ise bu uçuşları 'izlediğini' duyurdu. Konuyu başyazılarından birinde ele alan Independent Washigton'ın hamlesine destek veriyor. Ancak Japon Başbakanı Şinzo Abe'nin milliyetçi eğilimlerine de dikkat edilmesi gerektiğini söylüyor. Dikkat çeken satırlar şöyle;
"Washington'ın yaptığı doğruydu. Çin'in böyle bir güç gösterisi yapmasına izin verilemez. Pekin'in bir egemenlik iddiası varsa, bunun tek taraflı bir şekilde mecazi bir süngü göstererek değil, yasal olarak kanıtlamalı. Ancak Japonya'da göğsünü yumruklamaya fazla hazır görünüyor ve Abe zaman zaman rahatsız edici ölçüde milliyetçi eğilimler sergiliyor. ABD bölgesel dengeyi korurken, bu tür tavırları teşvik etmemeli. Çin'in ekonomik yükselişi kaçınılmaz olarak, dengeleri de bozdu. Pekin ve Tokyo'nun ülke dışında güç gösterisi yapmaları için içeride büyüyen bir baskı altında kaldığı bir ortamda ABD'yi Asya'da tehlikeli bir diplomatik görev bekliyor. Senkaku veya Diaoyu uzak adalar belki ama 21. yüzyıldaki en büyük jeopolitik problemlerden birinin çıkış noktası da olabilir."
Ruhani'ye darbe tehdidi
Times geçen haftasonu ülkesinin nükleer programı konusunda dünyanın başlıca güçleriyle uzlaşan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin bir darbe tehdidiyle karşı karşıya kaldığını yazıyor.
Gazete, Cenevre'den tatmin edici bir uzlaşmayla dönülmemesi halinde, sertlik yanlılarının Ruhani'yi bir darbeyle devirmeyi planladığını söylüyor.
Cenevre'de günler süren yoğun müzakerelerin ardından varılan anlaşma uyarınca, İran nükleer tesislerinin daha sık denetlenmesine izin verecek, uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin bir bölümünü durdurması, bunun karşılığında da yaptırımların hafifletilmesiyle Tahran'a yaklaşık 7 milyar dolarlık ekonomik rahatlama sağlanması öngörülüyor.
Times'ın haberine göre Cenevre görüşmelerinden önce bir dizi toplantı yapan üst düzey siyasetçiler ve güvenlik yetkilileri bir dizi toplantı yapıp, İranlı müzakerecilerin daha önce belirlenen "kırmızı çizgileri" geçmesi halinde olağanüstü hal ilan etmeyi planladı.
Bu şekilde görevi kötüye kullanmakla suçlanabilecek Ruhani'nin görevden alınması mümkün olabilecekti.
Ancak Times'a göre İran Dışişleri Bakanı'nın Cenevre'den Batılı güçlerin nihai çözüm için İran'ın uranyum zenginleştirme hakkını zımnen kabul ettiği bir anlaşmayla dönmesi üzerine bu plan boşa çıktı.
Haberde adı açıklanmayan İranlı bir kaynak da "Plan Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney'in [Cenevre] anlaşmasına destek vermesiyle boşa çıktı. Ancak muhafazakar kesimin ağır topları İran'daki değişimi önleme yolları bulmak için toplantılar yaptı." diyor.
Mısır'da gözaltında cinsel taciz
Times'ın dünya haberleri sayfalarında dikkat çeken bir başka haber de Mısır'daki gözaltılar.
Haberde geçen hafta Mısır Parlamentosu'nun üst kanadı Şura Konseyi'nin önünde, ordunun sivilleri yargılayabilmesini öngören anayasa değişikliğini protesto ederken gözaltına alınan 60 kişi arasındaki14 kadının güvenlik güçlerinin cinsel tacizine uğradığı ve gece geç vakitte çöle terk edildikleri belirtiliyor.
Gözaltına alınan kadın eylemcilerden Ayda El Kaşif de savcılığa götürülmelerinden sonra sivil giyimli 10 kişinin kadınlara saldırdığını anlatıyor. El Kâşif "Bizi sürükleyip dövdüler. Çünkü hala gözaltında olan erkekleri bırakıp gitmedik. Kadınlardan biri beş erkek birden dövdü" diyor.
Haberde gözaltındaki kadınların daha sonra bir polis kamyonuna bindirildikten sonra Kahire'deki birkaç karakola gittikleri ve sonunda kentin 10 kilometre dışındaki çölde terk edildikleri söyleniyor. Kadınların, birinin cep telefonunu saklamayı başarmasıyla kurtulduğu kaydediliyor.
Times'ın haberinde önceki dün de İskenderiye kentindeki bir mahkemenin, devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi yanlısı gösterilere katıldıkları gerekçesiyle aralarında yedi küçüğün de bulunduğu 21 kadını 11'er yıl hapse çarptırdığı vurgulanıyor.
'Para mutluluk getirmiyor'
Independent'ta paranın mutluluk getirmediğini bilimsel olarak da kanıtlayan bir araştırma haberleştirilmiş.
İngiltere'deki Warwick Üniversitesinde yapılan araştırmaya göre, bir ülkenin gayri safi yurt içi hasılası arttıkça, mutluluk da artıyor. Ancak bunun da bir sınırı var.
O sınır da yıllık 22,100 sterlin yani yaklaşık 71 bin lira.
Bu sınır aşıldıktan sonra yaşam kalitesi beklentileri büyüyor ve büyük beklentiler de genelde hayalkırıklıklarına ve mutsuzluğa yol açıyor. Ancak araştırmanın yazarlarından Eugenio Proto eşitlik faktörüne de dikkat çekiyor.
Proto "Komşunuzun sizden çok çok daha zengin olduğunu düşünün. Onunla yarışma arzunuz gerçekçi olmaz. Dolayısıyla, en mutlu ülkelerin Danimarka, İsveç ve Finlandiya gibi dünyanın en eşit ülkeleri olması sürpriz değil" diyor.
Almanya BasınıFrankfurter Rundschau gazetesi Almanya'da koalisyon müzakerelerinde sağlanan uzlaşmayı şöyle yorumluyor:
"Koalisyon sözleşmesini ülkemizin reform ihtiyacıyla ölçüp karşılaştıranlar, bu programı vicdanları rahat bir biçimde kabul edemez. Sosyal Demokrat Parti Genel Başkanı Sigmar Gabriel ve ortaklarının, Büyük Koalisyon'un somut reform adımları atılmaksızın olamayacağı yönündeki iddialarına inananlar bile, bunu koalisyon sözleşmesinde boşu boşuna arayacaklardır. Başbakan Angela Merkel, herkesin refahı için gerçek bir ilerleme sağlamaya cesaret etmeksizin, bizi, orta ve üst tabakanın refahını uzun süre hem Almanya, hem de Avrupa'da daha alt kesimdeki mağdurlara karşı koruma konusunda kandırdı. Ancak bunun uzun süre işlemeyeceği görülecektir. Ve bu olduğunda Sosyal Demokrat Parti de bir sonraki ekonomik durgunluğun sonuçlarının sorumlusu olacaktır. Bu durum Sosyal Demokrat Parti'ye, şimdi tavır koyup, yeniden seçimlere gidilmesi riskini de göze alıp, Hrıstiyan Birlik Partileri ile ittifakı reddetmesinden daha fazla zarar verecektir."
Sächsische Zeitung ise aynı konuyla ilgili yorumunda, şu satırlara yer veriyor:
"Beş haftalık, 'dile benden ne dilersen' sonucunun çıktığı son geceki buluşma da dahil çetin müzakerelerin ardından, önümüzdeki yıllarda gerçekten iz bıracak çok az sonuç ortaya çıktı. Koalisyon sözleşmesi Hrıstiyan Birlik Partileri ile Sosyal Demokrat Parti'nin, önümüzdeki yıllarda her iki tarafı da daha çehresiz hale getireceği bir zorunlu kucaklaşma."
Berliner Zeitung ise koalisyon sözleşmesini, iklimin korunması ve enerji konularında belirlenen hedefler açısından yorumluyor. Yorum eleştirel:
"Koalisyon sözleşmesi utanç verici. Almanya elektrik kullanan müşterilerin üzerine binen yük nedeniyle kaygılı. İklimin korunması için belirlenen hedefler azaltıldı. İklim değişiminin fırtınalar ya da sellere maruz kalan insanlar üzerindeki gerçek sonuçlarının ne olduğu konusu ikinci sıraya atıldı. Peki biz ne yapıyoruz? Ne zaman sorumluluk üstleneceğiz?"
Bugünkü gazetelerin yer verdiği bir başka konu ise İtalya eski Başbakanı Silvio Berlusconi'nin Senato üyeliğini dolayısıyla dokunulmazlığını kaybetmesi. Süddeutsche Zeitung'un yorumu şöyle:
"Silvio Berlusconi İtalyan yasalarına ve ülkenin resmi kurumlarına saygı duyma konusunda son dakikaya kadar başarısızdı. Tüm hâkimlerin ve senatörlüğünü elinden alan Senato'nun meşruiyetini reddediyor. Berlusconi böylece Başbakan olduğu dönemde de hiç çekinmeksizin 20 yıl boyunca sergilediği tavra sadık kalmış oldu. Cumhurbaşkanı'ndan, Anayasa'ya, yargıdan Senato'ya kadar, kendi çıkarlarına engel olan herkese, her kuruma kızıp küçümsedi. Bu, Berlusconi döneminin en skandal işareti. Bunun İtalya'da yolaçtığı zarar uzun süre kalacaktır."
İsveç Basınıİsveç gazetelerinden Svenska Dagbladet İran ile İsrail arasındaki anlaşmazlığa şu satırlarla değiniyor:
“İran'ın gizlice yürüttüğü tahmin edilen nükleer programına odaklanılması, İran ile İsrail arasındaki gerginliğin aslında bölgenin gelişmesi üzerindeki nüfuz ve kontrol kavgası olduğu gerçeğini perdeliyor. İsrail'in, İran ile ilgili yaptırımların azamî düzeyde tutulmasındaki ısrarının nedeni de zaten bu. İsrail açısından yaptırımların tek nedeni İran'ın tahminî nükleer programının sona erdirilmesi değil ama aynı zamanda ülkenin ve Tahran rejiminin zayıflatılmasıdır da.”
İsviçre Basınıİsviçre gazetelerinden Neue Zürcher Zeitung yeni İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin ekonomi politikalarına nasıl yön vereceği hakkında şu tahminde bulunuyor:
“Ruhani bürokrasiyi küçültme, özel teşebbüsü güçlendirme ve petrole bağımlılığı azaltma sözü verdi. Merkez bankasının yetki ve özerkliğini artırdı ama kamu kuruluşlarını yarı kamu kuruluşlarına satmaktan ibaret olan özelleştirme politikasını değiştirmedi. Gerçek özelleştirmede karar kılsaydı, dinî vakıflar ve devrim muhafızları gibi güçlü vakıflarla başı derde girebilirdi. Ruhani'nin bu gibi gruplarla kendini kabul ettirmeyi başarabileceği şüphe götürür.”
Fransa BasınıFransız gazetelerinden Le Figaro şiddetin tırmandığı Afrika ülkesinin kendisinden korunması gerektiğini yazıyor:
“Mali'nin aksine Orta Afrika Cumhuriyeti'nin cihatçılardan değil, kendisinden korunması söz konusu. Bu ülkedeki 4 milyon Afrikalı kaderine terk edilemez. Kıtanın merkezindeki güvenliğin geleceği üzerinde Orta Afrika Cumhuriyeti'nin önemli rol oynadığı unutulmamalı. Fransa bu ülkenin 50 yıllık bağımsızlık tarihindeki hükümet darbelerine yaptığı müdahalelerle güvenlik faktörünün önemini bizzat tecrübe etmiş bir ülkedir. Cumhurbaşkanı François Hollande bu haklı dava için Birleşmiş Milletler yetkisinin de ötesinde sağlam bir uluslararası koalisyon oluşturmalıdır.”
YORUM YAZIN