Header Ads

Ali İsmail Korkmaz İçin Adalet

- ÖZNUR SEVDİREN -

Türkiye ’de yargı erki mensupları, emsal nitelikteki bazı önemli kararlar dışında, genel olarak kolluk güçleri tarafından uygulanan şiddet karşısında kayıtsız, yer yer tarafgir ve giderek hayırhah bir tutum içinde. Yargının bu pratiğini sayılarla izah etmenin Türkiye’ye ve istatistiki verilerin toplanmasına ilişkin muhtelif zorlukları bulunuyor. Fakat örneğin, sadece eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in bir soru önergesine verdiği yanıta göre, 2002-2012 yılları arasında ‘zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması’ suçundan 7036 polis hakkında ceza soruşturması başlatılmış ve bu kişilerden 134’üne hapis cezası, 68’ine para cezası verilmiş. Bu sayıların, ertelenen ve açıklanması geri bırakılan hapis cezalarını da mı içerdiği sorusu bir yana, cezai yaptırıma maruz kalan personelin oranının sadece yüzde 2,9 civarında olması dahi durumun vahametinin bir göstergesi.

Nitekim, İHD ve TİHV gibi insan hakları örgütleri tarafından yıllık yayımlanan raporlar, ‘zor kullanma yetkisinin aşılması’, ‘işkence’ ve ‘kasten öldürme’ olarak nitelenebilecek fiillerin resmi rakamların çok üstünde olduğunu ortaya koyuyor. Bu bakımdan, kolluk güçlerinin işlediği suçlarda cezaya mahkûmiyetin, mahkûmiyet söz konusu olduğunda ise fiilin ceza mevzuatına uygun biçimde tavsifinin Türkiye açısından çok çeşitli nedenlerle istisnai bir nitelik taşıdığını belirtmek herhalde yanlış olmayacaktır.

Kolluk tarafından işlenen suçlarla ilgili bu biçimde tezahür eden cezasızlık eğilimi, haliyle, yaz aylarında yaşanan ölümler ve TTB tarafından sadece haziran ayı sonunda 8041 olarak açıklanan yaralama fiillerinin sorumlularının idari ve cezai açıdan etkin biçimde soruşturulacakları ve yargılanacakları konusunda ümitli olmayı güçleştiriyor.

Kolluğun şiddetini kamera kayıtları ile hazin bir biçimde ifşa eden Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesi davasında dahi, aşağıda kimi detaylarıyla tartışılacağı gibi, faillerin hukuka uygun bir biçimde yargılanacağı ve cezalandırılacağı konusunda ciddi tereddütler bulunuyor.

Kolluğun şiddeti münferit mi mündemiç mi?

Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesi soruşturmasının gidişatında belirleyici bir nokta, hiç kuşkusuz Eskişehir Valisi’nin bir televizyon programında Ali İsmail Korkmaz’ın darp edilmesinden göstericilerin sorumlu olabileceği, polisin bu olaya ‘karışmadığı’, ‘karışmış’ ise de ancak ‘münferit’ olarak meydana gelmiş olabileceğini belirten sözleriydi. Bu sözlerin arka planında Türkiye’de, mülki idare amirlerinin geleneksel olarak kolluk şiddetini mümkünse tekzip, gerekirse münferit ilan eden tedrisatının yanında, Başbakan’ın haziran ayında yapılan Polis Akademisi mezuniyet töreninde polisin ‘hukuk içinde kalarak adeta kahramanlık destanı yazdığı’, ‘itidal içinde davrandığı’, ‘hata yapmışsa da açıkyüreklilikle söyleyeceğini’ belirten beyanlarının bulunduğu düşünülebilir. İdarenin bu tutumunun, delillerin toplanması ve muhafazası sürecine ilişkin etkileri ise Ali İsmail Korkmaz soruşturmasında yadsınamaz nitelikte. Bu etkinin, en trajik haliyle bilirkişi olarak atandığı dosyada Ankara Jandarma Kriminal Laboratuvarı’nda yapılan inceleme neticesinde kayıtlarda tahrifat yaptığına dair kuvvetli şüphe bulunan kişinin fiilinde ortaya çıktığı iddia edilebilir. Kamuoyunun yakından takip ettiği bir soruşturmada, bir kamu görevlisinin, gerçeğe aykırı bilirkişilik ve resmi belgede sahtecilik olarak değerlendirilmeye elverişli bir fiile tevessül etmesini sadece bireysel bir tasarruf olarak nitelemek herhalde pek mümkün değil.

Esasen, kolluk güçlerinin suç işlemeyeceği, işleseler dahi devletin ‘yüksek menfaatleri’ dolayısıyla mazur görülebileceği yaklaşımı bu yönüyle münferit bir durumdan vazife çıkarma değil, geleneksel olarak 1990’lı yıllarda tepe noktasına varmış bir siyasi tercih, yargısal teamül ve ‘etik’ bir kod. Biz ve onlar ayrımının bu kadar alenen telaffuz edildiği, yargıya talimat sözleri ile bir aydınlanma tasavvuru olarak ideal düzlemde hukuk devletinin temeli olan kuvvetler ayrılığının bu denli itibarsızlaştırıldığı bir konjonktürde ise kabul etmek gerekir ki adaletin tecellisi çabası son tahlilde kişisel vicdan ve cesaret meselesi haline gelmiş durumda.

Soruşturma, iddianame ve dava

Biri kolluk görevlisi beş kişinin tutuklu, üç kolluk görevlisinin de tutuksuz yargılanması dolayısıyla nispeten istisnai bir nitelik arz eden Ali İsmail Korkmaz davasında hem usule hem de esasa ilişkin normlar konusunda kolluk güçleri lehine bir bakışın hâkim olmadığını söylemek güç. Sondan başlanırsa, davanın Eskişehir’den Kayseri’ye nakli konusundaki hukuki gerekçeler dayanaktan yoksun. Davanın nakli ile ilgili karar veren Yargıtay 5. Ceza Dairesi’ne hitaben Adalet Bakanlığı tarafından gönderilen Ali İsmail Korkmaz’ın avukatlarını töhmet altında bırakan talep ise ceza yargılamasının başta masumiyet karinesi, doğal yargıç, delillerin doğrudan doğruyalığı olmak üzere muhtelif ilke ve kabullerini ihlal eden bir lisan ile kaleme alınmış.

Ceza yargılamasının akıbeti ile ilgili daha önemli bir karar ise Eskişehir Başsavcılığı’nın Ali İsmail Korkmaz davasında şüphelilerden sadece birinin kasten öldürme suçu, diğerlerinin ise öldürmeye yardım dolayısıyla ceza sorumluluğu bulunduğuna ilişkin iddianameye yansıyan görüşü. Bu değerlendirmeye de katılmak mümkün değil. Zira suçu birlikte işleyen kişiler, hukukumuzda müşterek fail olarak kabul edilir. Aynı sokakta bulunan işyerlerine ait söz konusu iddianamenin temelini oluşturan ve basına da yansıyan kamera kayıtları, faillerin tümünün, Türk Ceza Kanunu md. 37 gerekçesinde de belirtildiği üzere ‘müşterek faillik’ için mevcudiyeti zorunlu ‘fiil’ üzerinde müşterek hâkimiyet tesis etmiş oldukları yönünde görüntüler içeriyor. Kamera kayıtlarına yansıyan bu duruma rağmen, sanıkların ‘fikir ve eylem birliği içinde hareket ettiklerini kabule yetecek kesin deliller bulunmadığı’ gerekçesi ile bir polis memuru dışında sivil kişileri ve diğer kolluk görevlilerini sadece yardım eden sıfatıyla sorumlu tutan iddianame metnine katılmak mümkün değil. İddianamede her ne kadar iştirak ile ilgili bu husus tartışılmış ise de, sonuç itibariyle diğer sanıkların öldürme fiilindeki rolleri ve katkıları ‘destekleyici, hazırlayıcı ve kolaylaştırıcı’ olarak değerlendirilmiştir.

Fail ve yardım eden arasındaki bu ayrımın ceza yaptırımı bakımından sonuçları son derece önemli. Kasten öldürme suçu için Türk Ceza Kanunu’nda müebbet hapis öngörülürken; TCK md. 39 uyarınca bu suça yardım etme fiili 10 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılıyor. Dolayısıyla, Ali İsmail Korkmaz davasında, eğer fiil şerikler açısından kasten öldürme olarak değerlendirilirse, bu suça iştirakleri ‘yardım eden’ olarak belirlenen kişiler için müebbet hapis cezası yerine somut cezanın saptanmasında, 10 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasının dikkate alınacağı anlamına gelecektir.

Nihayet, soruşturmanın sadece kamera kayıtlarında görünen kişiler ile sınırlı tutulması da, Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünden sorumluluğu söz konusu olabilecek hukuka aykırı emir ve talimat veren kişilerin cezadan bağışıklığı sonucunu doğurabilir. Elbette, anayasaya (md. 137/2) ve Türk Ceza Kanunu’na göre (md. 24/3) konusu suç teşkil eden emir hiçbir biçimde yerine getirilemez. Fakat kimi basın yayın organlarında dile getirildiği gibi gösteri yürüyüşü hakkını kullanan göstericilerin hukuka aykırı bir biçimde engellenmesi, korkutulması ve darp edilmesi gibi bir operasyon emri verilmiş ise emri icra edenler kadar verenlerin de yargılanması zorunludur.

*Öznur Sevdiren, Yrd. Doç. Dr., Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi

**

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.