Avrupa Basınında Bugün (16 Ekim 2013)
İngiltere Basını
İngiliz gazetelerinin hepsinin bugünkü sayfalarında en fazla yer ayırdığı konu İngiltere’nin dün Polonya’yı 2-0 yenerek Dünya Kupası’na gitmeye hak kazanması.
Dünya Kupası’na ‘terör’ tehdidi
Times gazetesinde Brezilya Dünya Kupası’yla ilgili bir haber dikkat çekiyor.
Habere göre Brezilya’nın en büyük uyuşturucu karteli, hükümeti, liderlerinin daha sıkı korunan bir hapishaneye gönderilmesi durumunda Dünya Kupası sırasında saldırılar gerçekleştirmekle tehdit etti.
2006 yılında kartelin polise açıktan savaş ilan etmesi sonrasında çıkan çatışmalarda yaklaşık 500 kişi ölmüştü.
Grubun uyuşturucu ticaretinden yılda 20 milyon Sterlin’den fazla para kazandığı belirtiliyor.
Hükümet kartelin hapisteki liderini daha güvenli bir hapishaneye taşıma planları yapıyor.
İngiltere’de ‘açlık sorunu’
Independent’ın ana sayfa manşetinde İngiltere’de gıda yardımı alanların arttığına dikkat çeken bir haber var.
Habere göre geçen Nisan ayından bu yana İngiltere’de gıda yardımı alanların sayısı üç kat artarak 350,000’e yükseldi.
Bu durumu gazeteye yorumlayan İşçi Partili eski Çalışma Bakanı Frank Field, David Cameron hükümetini konuyla ilgili bir soruşturma yapmaya davet ediyor ve “Toplumun alt kesimlerinde çok ciddi bir şey oluyor” yorumunu yapıyor.
Habere göre İngiltere’deki ‘gıda bankalarının’ merkezi birimi Trussell Trust, Nisan ila Eylül ayları arasında İngiltere’de yaklaşık 120,000’i çocuk olmak üzere 355,985 kişiye gıda yardımı yapmış.
Geçen yılın aynı döneminde bu rakamın 113,264 olduğu bildiriliyor.
İngiltere’de Kızıl Haç, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez bu kış ihtiyacı olanlara yiyecek dağıtımı yapmayı planladığını açıklamıştı.
AB’de yaklaşık bir milyon köle
Independent’ta bir başka dikkat çeken haberse Avrupa Parlamentosu’nun AB çapında kölelik şartlarında çalışmayla ilgili raporu.
Rapora göre Avrupa Birliği’nde en az 880,000 kölelik şartlarında çalışmaya zorlanıyor.
Raporda AB üyesi 28 ülkede de bu koşullarda çalışanların var olduğu, kadınlar ve çocukların bu şartlar karşısında en savunmasız durumda olan kesimler olduğu belirtiliyor.
AB çapında kölelik koşullarında çalıştırılan yaklaşık bir milyon kişinin 270,000’inin cinsel sömürüye maruz kaldığı aktarılıyor.
Raporda AB çapındaki ekonomik sorunların kölelik koşullarında çalışmayı artırabileceği uyarısı da yapılıyor.
Ayrıca raporda, yolsuzluk ve organize suçların Avrupa ülkelerinin zorluk içindeki ekonomilerine yaklaşık 670 milyar Sterline mal olduğu da aktarılıyor.
AB içinde ve AB dışından birlik ülkelerinin içine yasadışı ticareti yapılan şeyler arasında insan organları, silahlar, uyuşturucular ve hatta nükleer maddeler bulunuyor.
Raporun önümüzdeki hafta Avrupa Parlamentosu’na sunulması bekleniyor.
Almanya Basını
Frankfurter Allgemeine Zeitung, İran'ın nükleer faaliyetleriyle ilgili Cenevre'de başlayan müzakereleri yorum sütunlarında şöyle ele alıyor:
"İran’ın nükleer programına ilişkin daha önce yapılan müzakere turlarının hiçbirinde atmosfer, Cenevre’deki görüşmelerin başlangıcında olduğu kadar iyi olmamıştı. Ancak yine de dünyayı 10 yıldan uzun bir süredir meşgul eden bir krizin, iki gün içerisinde çözülmesini beklemek gerçekçi olmaz. O nedenle Cenevre’deki müzakerelerden, ne Batı’nın İran’a uygun gördüğü ne de İran’ın üzerinde ısrar ettiği tüm detayları içeren bir çözüm çıkması beklenmiyor. Yine de ulaşılabilir bir gelecekte her iki tarafın da razı olabileceği bir sonucu kapsayan bir tür yol haritası üzerinde anlaşılacak gibi görünüyor. Böyle bir imkan mevcut, çünkü İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Ruhani, uluslararası yaptırımların acı baskısı altında ve selefi Ahmedinejad’tan farklı olarak müzakerelere yapıcı yaklaşıyor."
Münchener Merkur, İran'ın nükleer silah üretmesinin nelere mal olacağını irdeliyor:
"'Bomba' İran’ı bir anda Körfez’in dokunulmaz üstün gücü haline getirebilir. Tabii askeri müdahale riskini saymazsak, ardı arkası kesilmeyecek çok büyük bedeller karşılığında. Nükleer silahlardan vazgeçmek ise petrol zengini ülkeyi acı veren izolasyondan kurtarır ve uluslararası yaptırımların ortadan kaldırılması olağanüstü bir ekonomik canlanmaya yol açar. Bu da iç politikada istikrarı garantiler. Ayrıca bölgedeki dengelerin kimseyi rahatsız etmeden barışçıl yollarla değişmesi şansı yaratır. Bu kısaca klasik bir fayda - maliyet hesabı olarak adlandırılabilir. Tahran’daki şahinlerin de güvercinler gibi aynı kategoride düşünmeye hazır olup olmadıkları şimdi ortaya çıkacaktır."
Geçiyoruz Almanya’ya. Almanya’da Başbakan Angela Merkel’in partisi Hrıstiyan Demokrat Birlik’e lüks otomobil markası BMW'nin sahibi Quandt Ailesi tarafından yapılan 690 bin euroluk bağış, muhalefetin tepkisine neden oldu. Bağışın Avrupa Birliği’nde (AB) yeni egzoz gazı emisyonu düzenlemeleri tartışmasına denk gelmesi Alman hükümetini zan altında bıraktı. Berliner Zeitung konuyu yorum sütunlarında şöyle değerlendiriyor:
"Yapılan bağış tam da Merkel hükümetinin, Alman otomobil endüstrisinin işine gelmeyen AB'nin yeni iklim düzenlemelerini engellediği zamana denk geliyor. Bu da ortaya hoş manşetler çıkarmıyor. Bizler Angela Merkel’i otomobil branşının lehine siyasi bir girişim karşılığında, yüklü para aldığı gibi bir suçlama altında bırakmak istemiyoruz. Biz onu kesinlikle dürüst biri olarak tanımaya devam etmek istiyoruz. Ancak bağışı yapan Quandt Ailesi’nin Başbakan’ın partisine neredeyse yıllık kâr payını bağışlayarak en azından bir mesaj göndermeye çalıştığını düşünebiliriz."
Almanya turumuzu Leipziger Volkszeitung’un aynı konuya ilişkin yorumu ile noktalıyoruz:
"Lüks Alman otomobillerinin ortalığı hayli kirlettiği bir gerçek. Politikacılar uzun süre buna göz yumdu ve otomobil üreticileri, yeşil teknolojiye yatırım yapmakta çok geç kaldı. Dönemin Sosyal Demokrat başbakanı Gerhard Schröder de otomobil patronları tarafından sevilen bir başbakandı. Burada yanlış zamanda yanlış yere yapılan bir minnettarlık söz konusu. Bu aptalca bir durum. Şimdi birileri Almanya’da kararlar alınırken kaymak gibi işleyen bir sistem olduğunu düşünüyor. Quandt Ailesi içinse fark etmez... Ancak siyasi partilere bağış sistemi böyle bir işleyişi teşvik ediyor. Asıl sorun da işte bu."
Rusya Basını
Moskova'da yayımlanan Rossiyskaya Gaseta Suriye ile ilgili yorumunda Devlet Başkanı Beşar Esad'ın Batı açısından bir muhatap haline gelmesine dikkat çekiyor:
“Suriye'deki kimyasal silahların imha edilmesi için konulan en az bir yıllık süre, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı en azından bu zaman dilimi boyunca Batı'nın meşru bir partneri haline getiriyor. Basra Körfezi'ndeki monarşilerin coşkulu bir biçimde finanse etmek istedikleri Suriye'ye yönelik askerî operasyon, gündemden böylece kalkmış oluyor. Endonezya'daki en yeni buluşmalarında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Amerikan mevkidaşı John Kerry, Şam'ın kimyasal silahların imhası konusunda üstlendiği yükümlülükleri kapsamlı bir biçimde yerine getirdiğini teyit etti. Suriye muhalefetinin bir kısmının Kerry tarafından açıklanan 'Cenevre II' adlı barış konferansına katılmaması, belli ki Esad'ı Batı'nın yardımıyla devirmeyi başaramayan Suudi Arabistan ve Katar'daki monarkların intikamı niteliği taşıyor.”
Fransa Basını
Paris'te yayımlanan Fransız Le Monde gazetesi Washington'daki bütçe tartışmasını yorum sütunlarına taşıyor:
“Dünyanın en güçlü demokrasisi, iki haftadır tüm gezegenin nefesini tutmasına sebep oldu. Ultra muhafazakar milletvekillerinden oluşan bir grup herkesi kapsayan bir sağlık sigortasına engel olmaya karar verdiği için... Eğer Beyaz Saray ile ABD Temsilciler Meclisi 17 Ekim'e kadar bir uzlaşmaya varamazsa sadece ABD değil dünya ekonomisi için de yüksek risklerle dolu bir süreç başlayacak. Küreselleşmeyle birlikte birbirine sıkı bir şekilde bağlanmış olan hükümetler, piyasalar ve bankaların gözü kulağı Washington'da. İzledikleri tiyatro oyunu hazin olmanın yanı sıra herhangi bir olumlu gelişme beklentisine de imkan vermiyor. Son dakikada bir çözüm bulunacak olsa bile bu kriz Amerikan demokrasisinin işleyişindeki hataları ortaya koymuş oldu.”
Norveç Basını
Sosyal demokrat çizgideki Norveç gazetesi Dagsavisen Fransa'nın güneyindeki kanton seçimlerinde aşırı sağcı Ulusal Cephe'nin aldığı zaferi yorum sütunlarına taşıyor:
“Sol kanat zayıfladığında sağ kanat güçlenir. Avrupa politikalarındaki trendleri bu kadar kısa ve özlü bir şekilde toparlamak mümkün. Bu da endişeye sebeptir. Fransa'yı ele alalım. Marine Le Pen'in başında olduğu Ulusal Cephe yerel seçimlerde güçlendi ve yeni yapılan bir ankete göre ülkenin en güçlü partisi. Ve artık bu parti, aşırı sağcı parti olarak tanımlanmayı ve Noveç'te toplu katliam yapan katilin ideolojik çizgisine sokulmayı reddediyor. Le Pen partiyi ‘aşırı sağcı' olarak tanımlayan editörlere ve gazetecilere karşı hukukî adımlar atmayı tasarlıyor. Bu son derece rahatsız edici. Ulusal Cephe iktidara hazırlanıyor ama öte yandan da iktidar için ne kadar da ham olduğunu ortaya koyuyor.”
Avusturya Basını
Lüks harcamalarıyla Almanya'da büyük tartışma kopartan Limburg Piskoposu Franz-Peter Tebartz-van Elst Avusturya gazetesi Der Standard'a da konu oldu. Gazete, Piskoposun yaptırdığı piskoposluk rezidansı ve içindeki 15 bin euroluk küvet üzerinden şu yoruma yer veriyor sütunlarında:
“Hiç şüphesiz Franz-Peter Tebartz-van Elst Katolik Kilisesi'ne büyük zarar verdi. Ne var ki zaten yenilmiş olduğu için, inşa edilen piskoposluk konutundaki şatafat ve gösteriş düşkünlüğünün yarattığı şaşkınlık ve öfkeden sıyrılmak ve küvetin arkasına bakmak gerekiyor. Zira olay, bundan fazlası. Lüks meraklısı piskopos olumsuz bir simgeye dönüşmüş olsa da tüm bu çılgınlığı mümkün kılan yapıları da meydana çıkarmış oldu. Limburg piskoposluğundaki denetim mekanizmasının bozuk olduğu da ortaya çıktı.”
(dw türkçe/bbc türkçe)
YORUM YAZIN