Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (27 Eylül 2013)


İngiltere Basını
İngiltere'de gazeteler bugün İran'ın nükleer programı hakkında Amerika'yla gerçekleştirilen görüşmeye, Yunanistan'daki protestolara ve Türkiye'nin bölgedeki konumuna yer veriyor.

Telegraph gazetesi, Birleşmiş Milletler'de İran'ın nükleer programı hakkında ülkenin dışişleri bakanı Muhammed Zarif ile Amerikalı meslektaşı John Kerry'nin görüştüğünü yazıyor.

İran'ın altı küresel güçle Birleşmiş Milletler'de yaptığı görüşmenin ülkenin nükleer programı konusunda son on yıldır devam eden tıkanmanın önüne geçebilecek çabalara yol açabileceğine dikkat çekiyor Telegraph.

İngiliz Dışişleri Bakanı William Hague'in toplantıları "büyük gelişme" olarak nitelediğine yer veren Telegraph, tarafların Cenevre'de 15 ve 16 Ekim'de görüşmeye karar verdiğini de yazıyor.

Gazete, Tahran'ın yumuşayan sözlerine rağmen aralarında Amerika'nın da olduğu küresel güçlerin gelişmelere temkinli yaklaştığını, ve İran'ın verdiği sözlerin sınanmasını bekleyeceklerini yazıyor.

Telegraph ayrıca Avrupa Birliği'nin Dış Politikadan Sorumlu Yetkilisi Catherine Ashton'ın görüşmeyi "güzel ve enerji dolu bir atmosferde gerçekleşen kapsamlı bir toplantı" olarak nitelediğini ve "Geleceğe doğru nasıl hareket edebileceğimizi ve kısa sürede büyük yol kat edip edemeyeceğimizi konuştuklarını" söylediğini aktarıyor.

BM'de ikinci gündem maddesi: Suriye
Telegraph gazetesi için New York'tan bildiren Jon Swaine, batılı diplomatlara dayanarak yazdığı haberde Birleşmiş Milletler'in önde gelen güçlerinin Suriye hükümetinin elindeki kimyasal silahları imha etmeye zorlayacak bir önerge üzerinde anlaştığını aktarıyor.

Swaine, İngiltere'nin BM büyükelçisi Mark Lyall Grant'ın Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin "bağlayıcı bir taslak önerge" üzerinde uzlaştığını söylediğini yazıyor.

Telegraph'da yayınlanan habere göre Suriye krizi başladığından bu yana Güvenlik Konseyi'nin üzerinde anlaştığı ilk önerge, Suriye'nin kimyasal silahlarını uluslararası kontrole devretmesini öngören ve Rusya ve Amerika'nın uzlaştığı anlaşmayı destekliyor.

FT: 'Türkiye kendi bölgesinde müttefiksiz kaldı'
Financial Times gazetesi için yazan Daniel Dombey, Arap dünyasındaki çalkantılar ve Avrupa'nın kendi içine kapanması yüzünden Türkiye'nin belirsizlik içinde kaldığını söylüyor.

Dombey'nin makalesi şöyle: "Türkiye'nin frenlenemeyen başbakanı Recep Tayyip Erdogan en son Birleşmiş Milletler koridorlarında 2011 yılında yürüdüğünde o yıl Mısır, Tunus ve Libya'da kendisine sevgi gösterilerinde bulunulmuştu. Ama o zamandan bu yana çok şey değişti.

O sıralarda Türkiye, Orta Doğu'yla artan ticaretin Avrupa'ya olan bağımlılığını azalttığını söylüyordu. Ama bu yılın ilk yedi ayında Türkiye'nin Orta Doğu ve Kafkaslar'a ihracatı %13 oranında düştü.

(…) Türkiye'nin vaktinde heveslerini yansıttığı Orta Doğu artık Erdoğan için devasız dertlerle dolu gibi görünüyor.

Suriye düşman. İran ve Irak da onun ardından geliyor. İki Türk Hava Yolları pilotunun kaçırılmasının ardından Lübnan da gidilmesi yasak bölge ilan edildi.

(…) Avrupa'ya yönelik görünüm de bulutlu. Türk polisinin Haziran ayında protestoları bastırılış yönetimini Angela Merkel eleştirdiğinde Türkiye'nin AB Bakanı Egemen Bağış, Alman başbakanın siyasi varlığını çantada keklik sanmaması gerektiğini söylemişti. Merkel'in rahatlıkla yeniden seçildiğine bakılırsa Bağış'ın tahmini hatalı çıkmış gibi…

(…) Ama ufukta değişim belirtileri de var. Erdoğan, azınlık haklarını arttıracak ve yurt içinde ve AB'yle gerginlikleri rahatlatabilecek bir "demokratikleşme paketi" sunmaya hazırlanıyor.

Türkiye ayrıca 2015'de BM Güvenlik Konseyi üyesi olabilme çabalarına devam ediyor. Bunun sonucu ülkenin uluslararası konumunu gözler önüne serecek."

Independent: Filistin'in haritadan silinen köyü Makhul
Independent gazetesi Filistin'de bulunan Makhul köyünün yıkılışının, uluslararası kınamalara rağmen İsrail'in Ürdün Vadisi'ni ne kadar değiştirdiğini ortaya koyduğunu yazıyor.

Gazete, İsrail ordusunun Makhul'u "izinsiz yapılanmaya karşı ve emniyet nedenlerinden" dolayı yıkmak zorunda kaldıklarını söylediğini aktarıyor.

Yıkımdan sonra çadırların kurulmasına da izin verilmediğinden dolayı, Independent, köy halkının açıkta yatmak zorunda kaldığını yazıyor.

Independent, duruma insanlar hakları kurumlarının büyük tepki gösterdiğini şu sözlerle okuyucularına aktarıyor: "Kurumlar, ordunun AB ve Kızılhaç tarafından sağlanan yardımın geçişini engelleyerek uluslararası insan hakları kanunlarını ihlal ettiğini söylüyor.

Hafta sonunda Avrupa Birliği'nin İsrail'i eleştirmesinin ardından İsrail yüksek mahkemesi ordunun insani yardım geçişini durdurarak fazla ileriyle gittiğine kanaat getirdi. Mahkeme, önümüzdeki iki hafta boyunca ordunun bölge halkını tahliye etmesini yasakladı."

Guardian: 'Yunanistan'da demokrasi tehlike altında'
Guardian gazetesi, yeniden protestolara sahne olan Yunanistan'a yoğunlaşmış. Gazete, İngiliz düşünce kuruluşu Demos tarafından hazırlanan bir raporda "Yunanistan kadar demokraside geri adım atılan bir ülke olmadığının" yazıldığını aktarıyor.

Demos raporunun Yunanistan'ın ekonomik, sosyal ve siyasi kargaşaya sürüklediğine dikkat çektiğini yazan Guardian, bu sırada Yunan ordusu dahilindeki bir özel timde bulunan bir grup ihtiyat personelinin internet üzerinden darbe çağrısı yaptığını okuyucularıyla paylaşıyor.

Demos tarafından yayınlanan raporun Yunanistan'ın ve Macaristan'ın "demokraside en çok geri adım atan iki AB üyesi ülke olduğuna" kanaat getirdiğini aktarıyor Guardian.

Gazetenin haberine göre Demos raporu ayrıca Yunanistan'da artan aşırı sağcı eğilimden doğan endişelere de yer veriyor.

Almanya Basını
Almanya’da Başbakan Angela Merkel’in seçim zaferinin ardından Hrıstiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU), kiminle koalisyona gideceği merakla bekleniyor. Halkın büyük bir kısmı Hrıstiyan Birlik partileri ile Sosyal Demokratlardan oluşan bir Büyük Koalisyon'dan yana. Koblenz ve Mainz’da yayımlanan Rhein Zeitung Büyük Koalisyon'dan Sosyal Demokratların zararlı çıkacağını savunuyor:

"Sosyal Demokrat Parti, zamanı geriye alabilse belki birçok şeyi farklı yapacak olsa da bir Büyük Koalisyon'un sonucunda yine kaybeden taraf olacaktır. Bu risk gerçekten çok yüksek. Yine de bunu parti üyelerinin oylamasına sunup karar vermek çok kolay. Ama eğer partinin tabanının çoğunluğu Hrıstiyan Birlik partileri ile bir koalisyona karşı oy kullanırsa, partinin kendini tamamen yenilemesi gerekecek. Peki yeni bir başlangıç, eski Büyük Koalisyon'da yer alan Sigmar Gabriel ve Frank-Walter Steinmeier gibi isimlerle yapılabilir mi? Büyük Koalisyon pazarlıkları sürdüğü müddetçe, bu iki personel hiçbir şekilde söz konu olmaz."

Hrıstiyan Birlik partilerinin koalisyon ortağı arayışında vergi politikasından taviz verip, yüksek gelirlilerden daha fazla vergi alınmasına razı olabileceği iddia ediliyor. Zira Sosyal Demokrat Parti de seçim kampanyasında bunu savunuyordu. Berlin’de yayımlanan Tagesspiegel gazetesi konuyu yorum sütunlarında şöyle ele alıyor:

"Seçim yalanı suçlaması çoktan kendine yer buldu bile, Hrıstiyan Demokrat Birlik (CDU)partisinin konuyu yalanlaması da. Evet, pazar yeri kuruldu, ürünlerin taklidine başlanabilir. Ama akıllara şöyle bir soru takılıyor: Merkel'in koalisyon ortağı bulmak için vergi artışına ihtiyacı var mı? Ya da çok daha önemlisi, vergi artışı, acaba maliye, ekonomi ya da kamu bütçesi açısından gerekli mi? Sorulardan ikincisi, gayet basit bir şekilde 'Hayır' ile yanıtlanabilir."

Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), hazırladığı beşinci raporu, cuma sabahı kamuoyuna sunmadan, Birleşmiş Milletler İklim Sekretaryası Başkanı Christiana Figueres, alarm zillerini çalmaya başladı bile. Figueres, iklim değişikliğinin beklenenden çok daha hızlı ve güçlü ilerlediği uyarısında bulundu. Frankfurter Rundschau gazetesi konuyu şöyle değerlendiriyor:

"Durum endişe verici… İklim değişikliğine dair uluslararası müzakereler, 1992 yılında Rio’daki Birleşmiş Milletler İklim Değişik­liği Çerçeve Sözleşmesi ile başlamış olsa da, o günden bu yana küresel karbondioksit emisyonu sadece düşmemekle kalmadı, aksine ciddi oranda artış gösterdi. Hem de her zaman olduğundan da daha hızlı bir biçimde. 2009 yılında Kopenhag’da yapılan İklim Zirvesi‘nden bu yana süren 2 derecelik küresel ısınma limiti, artık durdurulabilecek gibi değil. O zamanlar dünya politikasına yön veren politikacılar, yani Obama, Ven Ciabao, Merkel ve benzerleri, Kyoto Protokolü’nün yerini alacak yeni bir iklim sözleşmesini bizzat reddettiler. 2015 yılına kadar yeni bir sözleşme üzerinde uzlaşılması ve bu sözleşmenin 2020 yılında yürürlüğe girmesi gerekiyor. Yani neredeyse 10 yıllık bir gecikmeyle... Ve böylece iklim değişikliği için kullanılabilecek en önemli zaman, değerlendirilememiş olarak kaldı."

Mittelbayerische Zeitung da açıklanacak rapor çerçevesinde Almanya’daki enerji dönüşümü planlarını değerlendiriyor ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’i eleştiriyor:

"Almanya resmî olarak nükleer enerjiden dönme kararı aldı. Ancak yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmaktansa, en büyük sera gazı üreticileri olan termik santraller, bir rönesans yaşamaya başladı. Federal hükümet, bu şekilde kendi karbondioksit hedeflerini suya düşürdü. İklim raporu, Angela Merkel’in oturup bir zamanlarki 'İklim Başbakanı' rolü hakkında düşünmesi için vesile olmalı. Merkel’in, eski Çevre Bakanı, şimdiki Sosyal Demokrat Parti Genel Başkanı Sigmar Gabriel ile Arktika’daki buz dağlarında gemiyle tanıtım turu yapmasının üzerinden sadece birkaç yıl geçti. Şimdi bu intibayı düzeltmek ve bu tiyatronun tek maskaralık olduğunu kanıtlamak için Merkel’in elinde bir şans bulunuyor. O da, enerji dönüşümü için adına yaraşır kilit bir konsept ortaya koymak."

Hollanda Basını
Hollanda'dan de Volkskrant gazetesi Suriye'deki gelişmeleri ele aldığı yorumunda Suriyeli muhaliflerin Batının gözündeki önemini yitirdiği değerlendirmesinde bulunuyor:
"Suriye'deki önemli muhalif gruplar, Batı'nın şimdiye kadar en önemli muhatabı olan Suriye Ulusal Koalisyonu'na sırt çevirdi. Ağırlıklı olarak İslamcılardan oluşan 13 muhalif grup, Türkiye merkezli Suriye Ulusal Koalisyonu'nun otoritesini artık tanımadıklarını açıkladı. Suriye'deki isyanda uzun süredir çelişkiler ve çatışmalar söz konusu. Ilımlı güçlerle cihatçılar arasında ve bunun yanı sıra Suriye'de hayatını tehlikeye atan savaşçılarla sadece yurtdışında faal olan muhalifler arasında. Muhalif grupların yaptığı şimdiki açıklama, Batı ve Körfez'deki Arap ülkeleri tarafından desteklenen Ulusal Koalisyon'un giderek önemsiz hale geldiğini gösteriyor."

İspanya Basını
İspanya'dan El Pais, ABD ile İran arasında nükleer anlaşmazlık konusunda yaşanan yakınlaşmayı taşıyor yorum sütunlarına:

"ABD Başkanı Barack Obama BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, Ortadoğu'daki sorunları çözmeye kararlı olduğunu söyledi. Ancak geçen yıllar, Obama'nın niyet beyanları ile atılan somut adımlar arasında büyük bir uçurum olduğunu gösterdi. ABD'nin Afganistan, Filistin ya da Suriye sorunlarında sergilediği tereddüt, Başkan'ın güvenilirliğini yıprattı. Bunun yanı sıra ABD'nin kriz bölgesindeki nüfuzunun azaldığı izlenimi hakim. Tahran'dan gelen ılımlı söylemlere rağmen nükleer sorunun halledilmesi, hiç de kolay olmayacaktır. İran'ın nükleer planlarından bir günde vazgeçeceğine inanmak saflık olur."

Avusturya Basını
Avusturya'dan Die Presse ise aynı konuyla ilgili yorumunda şu satırlara yer veriyor:

"Ulvî sözler ve açıklamalar dışında Hasan Ruhani'nin cazibe atağından geriye elle tutulur bir şey kalmadı. Tahran'ın bu 'U dönüşünün' ne derece ciddi olduğunu asıl New York, Cenevre ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın merkezi Viyana'daki müzakereler gösterecek. Nükleer sorundaki görüş ayrılıkları, İran'ın inandırmak istediğinden çok daha büyük."

Fransa Basını
Fransız L'Alsace gazetesi ise Fransa'da yaşayan Romanlarla ilgili tartışmaları ele alıyor. AB Komisyonu'nun, Fransa'nın Sosyalist İçişleri Bakanı Manuel Valls'in Roman ve Sintiler'le ilgili yaptığı açıklamaları eleştirdiğine dikkat çekilen yorumda şu satırları okuyoruz:

"Bu zehirli tartışmayı özellikle bir konudaki başarısızlığa borçluyuz: AB'nin Romanlar ve Romanlar'ın geldiği ülkelerle ilgili başarısız politikasına. AB Komisyonu'nun adaletten sorumlu üyesi Viviane Reding Fransa'yı eleştiriyorsa, bu biraz küstahça. AB Romanlar'ın entegrasyonu için 20 milyar euro ayırdı, ama hiçbir başarı sağlanamadı. Ne Bulgaristan, ne de Romanya bu sorunu çözdü. Brüksel hâlâ Sofya ve Bükreş'i entegrasyon politikasına zorlayacak durumda değil. Anlaşılan Romanlar'ı ülkeye alan Fransa'yı kınamak, mafya ya da yolsuzlukla mücadelede daha uzun yol kat etmeleri gereken ülkeleri (Romanya, Bulgaristan) kınamaktan daha kolay geliyor."

(dw türkçe/bbc türkçe)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.