Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (24 Eylül 2013)


İngiltere Basını
İngiltere gazetelerinin manşetlerinde Kenya'da alışveriş merkezine düzenlenen ve Somalili radikal İslamcı örgüt Eş-Şebab tarafından üstlenilen saldırı var.

Times gazetesinin baş sayfasında saldırıda hayatını kaybeden Türkiye kökenli Hollanda vatandaşı Elif Yavuz ve İngiliz partneri Ross Langdon'ın fotoğrafları var.

Gazete, Elif Yavuz'un iki haftaya doğacak bebeği için alışveriş yapmak üzere çarşıda bulunduğunu aktarıyor, birçok ülkede kayıplar için yas tutulduğunu belirtiyor.

'Çok uluslu terör gücü'
Independent gazetesi de manşetinde saldırıda hayatını kaybedenlerin 'çok uluslu bir terör gücünün" kurbanı olduklarını kaydediyor. Gazete, Eş-Şebab'ın saldırı sırasında yazdığı Twitter mesajlarına atfen, kurbanlar gibi militanların da Amerika'dan Dağıstan'a dünyanın farklı yerlerinden geldiğine dikkat çekiyor.

Financial Times'ta yer alan bir analizde, militanların Batı'yı uzaktan vurduğu kaydediliyor. Yazıda özetle şöyle deniyor:

"Westgate alışverişine düzenlenen saldırı, Afrika ülkelerinde İslami terörizmin nasıl yükselişe geçtiğini gösteriyor. Son yıllarda Eş-Şebab, Boko Haram ve Mağrip'teki El Kaide gibi örgütler bölgedeki yönetimlerle savaşlarında bir dizi saldırı düzenlediler. Batılı istihbarat örgütlere göre bu örgütlerden hiçbiri Avrupa ya da Amerikan topraklarına doğrudan saldırı düzenleyebilecek durumda değil. Bunu yapabilecek, tek cihat yanlısı grup Yemen'de üslenen Arap Yarımadası'ndaki El Kaide örgütü."

'Afrika'da Batı'yı vurdu'
"Ancak uzmanlara göre alışveriş merkezi saldırısı bu grupların Amerikan ya da Avrupa topraklarında saldırılar düzenleyemeseler bile Afrika'da Batılıları hedef alma kabiliyetlerini artırdıklarını gösteriyor. Kapasitelerinin artmasının bir kaç nedeni olabilir. Libya'da Kaddafi rejiminin devrilmesinden sonra çok miktarda silahın el değiştirmesi bunlardan biri. İkinci faktör üç grubun işbirliği yapması. Örneğin Mağrip'teki El Kaide örgütünün Eş-Şebab üyelerine eğitim verdiği yolunda haberler var. Üçüncü faktör de bölgedeki hükümetlerin militanlarla mücadele zayıf kalması."

Independent yazarı Ian Birrell ise 'Evet İslamcı ama Eş-Şebab, bir ülkenin çökmesinin sonucunda doğdu" diyor:

Yazıda özetle şöyle deniyor:

"Sığ El Kaide kıyaslamaları bizi yanıltmasın. Evet teröristler, saldrııda Müslümanların gitmesine izin vererek ve geçen yıl El Kaide'ye bağlılıklarını bildirerek gösterdikleri gibi İslamcı militanlar. Ama bu cani grup, temel olarak Somali'ye dış müdahalelere tepki olarak ortaya çıkan milliyetçi bir oluşum. Geleneksel Somali Sufiliği Suudi parasıyla yayılan Vahabilik tarafından gasp edildi. Yakın zaman önce Somali'yi işgal eden ordu insan hakları ihlalleriyle suçlanıyor ve Birleşmiş Milletler Kenyalı subayların milislere milyonlarca dolar kazandıran yasa dışı kömür ticaretine yardımcı olduğunu söylüyor. Ve Batı yine savaşan aşiretler arasında taraf tuttu. Ve tarih bize yabancıların meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirmemek için ihtiyatlı davranmasını ve tüm taraflara eşit olması gerektiğini söylüyor."

Guardian gazetesi de başyazısında şöyle diyor:

"Eş-Şebab'ın Kenya'yı vurma tehdidi artık kabadayılık değil, gerçek. Örgüt Afrika boynuzunda faaliyet gösteren en ölümcül militan harekete dönüştü. Örgütün daha da büyümesini engellemek için Kenya tüm kaynaklarını seferber etmeli, başkalarının deneyimlerinden dersler çıkarmalı. Terörle mücadele kendi isyanını yaratmamalı ve beslememeli."

'Batı İran'ı dinlemeli'
Daily Telegraph gazetesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları için Amerika Birleşik Devletleri'ne giden İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin ABD Başkanı Obama'yla bir araya gelme olasılığına dikkat çekiyor.

Gazete, iki liderin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun'un vereceği öğle yemeğinde bir araya gelme ihtimalinin bulunduğunu, bunun diplomatik ilişkilerin kopmasından 33 yıl sonra iki ülke liderleri arasında yapılacak ilk görüşme olacağını vurguluyor.

Daily Telegraph'a göre Amerikalı yetkililer, Obama ile İran lideri arasında bir görüşme planlanmadığını söylediler ancak böyle bir olasılığı dışlamadılar.

Ruhani Amerika'ya hareketinden önce Amerika ziyaretinde İran'ın kültürlü ve barışsever bir ülke olduğunu göstermek için çaba harcayacağını, nükleer krizi sona erdirmek için Batı'yla görüşmelerde ısrarlı olacağını söylemişti.

Eski İran cumhurbaşkanlarından Muhammed Hatemi de Guardian gazetesinde yayımlanan makalesinde Batı'ya, İran'a sırtını dönmemesi çağrısında bulunuyor.

Hatemi, yazısında "Batı'nın yaptırımlarla can yakıcı bir şekilde hedef alınan İran'ı dinlemesi cesaret ve iyimserlik gerektiriyor" diyor ve barış fırsatının kaçırılmasının iki tarafta da aşırılık yanlılarının güçlendireceğini vurguluyor.

Almanya Basını
Seçimlerde tek başına iktidara gelecek çoğunluğu elde edemeyen Hrıstiyan Birlik partileri (CDU/CSU) koalisyon arayışlarına başladı. Frankfurter Allgemeine Zeitung konuyla ilgili şu yoruma yer veriyor:

"Sonuç, açıkça partinin en iyimser beklentilerini de aştı. Başbakan'ın zaferinden bahsediliyor… Ancak yine de Merkel'in yüzde 41,5'lik oy oranı, salt çoğunluğa yetmedi. Almanların güvendiği kadın bile yönetmek için bir koalisyon ortağına muhtaç; üstelik rakip cepheden birine. Çünkü Sol Parti'nin belirli bir çoğunlukla Federal Meclis'e girmesi de seçim gecesinin gerçeklerinden biri. Hrıstiyan Birlik Partileri şimdi sağ yelpazedeki tek temsilci konumunda. Başbakan'a şimdi sadece Sosyal Demokratlar ile Yeşiller arasında bir tercih yapmak kalıyor. Sosyal Demokrat Parti ile yeniden bir büyük koalisyon oluşturabilir ya da Yeşiller ile bir ittifaka cesaret edebilir. Bu görünüm potansiyel koalisyon ortaklarından hiçbirinde heyecana neden olmuyor."

Berliner Zeitung ise Birlik partilerinin başarısının sırrını mercek altına alıyor:

"Radikal bir değişim yönünde toplumdan baskı gelmediği sürece Hrıstiyan Demokrat Birlik partileri (CDU/CSU) önde olmaya devam edecktir. Hrıstiyan Birlik partileri muhafazakâr bir anlayışı benimsiyor. Dolayısıyla hiç kimse onlardan bir alternatif üretmelerini beklemiyor. Sadece toplumsal değişikliklere uyum göstermek zorundalar. Toplum mühendisliğine girişmeye ihtiyaçları yok. Bu da onların gücünü oluşturuyor. Sosyal Demokrat Parti ise tam aksine değişiklik yapmaya ve demokrasiyi daha fazla egemen kılmaya muhtaç."

Badische Neueste Nachrichten gazetesi ise seçim sonrası Angela Merkel'i bekleyen zorlukları ele alıyor:

"Meclis aritmetiğine bakıldığında sol bir çoğunluk elde edilmesi mümkün. Ancak üç sol parti, birlikte yönetme kabiliyetine sahip değil. Angela Merkel, tarihî seçim zaferine rağmen çifte baskı altında. Bir yanda Almanya için Alternatif Partisi (AfD) diye yeni bir güç türedi, diğer yanda da Sosyal Demokrat Parti koalisyon müzakerelerinde bir hayli taviz talebinde bulunacaktır. Şimdi Başbakan'ın görevi seçim zaferinden bir şeyler ortaya çıkarabilmek. Bu pek kolay olmayacak ve çok hızlı da ilerlemeyecektir."

Bielefeld'de yayınlanan Westfalen-Blatt gazetesi ise Hrıstiyan Birlik Partilerinin yüzde 41,5'lik oy oranı büyük bir başarı olarak görülse de pratikte parti için büyük bir getirisi olmadığı görüşünü savunuyor:

"İbrelerin büyük bir bölümü büyük koalisyonu gösteriyor. Ancak bu Almanya'nın sosyal demokratlaşmasının ilerlediği anlamına gelir. Özellikle vergi politikası ve asgari ücret gibi meselelerde bu ilginç sonuçlar doğurabilir. Federal Almanya Cumhuriyeti'de liberal seslerin eksikliği çok yakında bariz bir şekilde hissedilecektir. Hrıstiyan Birlik partililer de Hür Demokrat Parti'ye sadece yüzde 0,2 oranında ödünç verilmiş olsaydı, hükümet etmenin ne kadar kolay olacağı konusunda hayıflanacaktır. Zira kesin olan şu ki; elde edilen yüzde 41,5'luk muazzam sonuç, ancak ve ancak Sosyal Demokrat Parti ile bir koalisyona yetiyorsa bu, Hrıstiyan Birlik partileri ve Başbakan Angela Merkel için oldukça küçük bir başarı demektir."

Fransa Basını
Fransız La Charente Libre gazetesi Almanya Başbakanı Angela Merkel'in başarısını şöyle yorumluyor:
"Angela Merkel'in zaferi bekleniyordu, ancak onun kişisel başarısının tarihî boyutu, Avrupa'nın geri kalanına, özellikle de Başbakan'ı başlarındaki belanın sorumlusu olarak görme eğiliminde olan güneydeki ülkelere bir mesaj. Angela Merkel öyle bir konumda ki Euro krizini aşmak ve küreselleşme nedeniyle ortaya çıkan değişikliklere en kısa sürede ayak uydurmak için Almanya'nın çalışma hızını kabul etmesi gereken Avrupa'nın tek şefi olduğunu hiç olmadığı kadar güçlü bir biçimde iddia edebilir."

Bir başka Fransız gazetesi, muhafazakâr Le Figaro ise aynı konuyla ilgili yorumunda şu satırlara yer veriyor:

"Almanya Başbakanı Angela Merkel'e duyulan güven, onun önümüzdeki yeni dönemde belirleyici rol oynayacak en önemli kozu. Almanya Başbakanı tarih yazmak için gerekli azme sahip ve tarih yazmaya daha yeni başlıyor. Avrupa'da, Almanya'nın komşularında da yeni bir proje ve yeni bir dinamik beklentisi hâkim. Daha fazla dayanışma, daha fazla rekabet gücü, daha fazla büyüme ve Avrupa Birliği'nin uluslararası toplumdaki siyasi ağırlığının daha da güçlenmesine doğru bir gidişat söz konusu. Bu, Almanya-Fransa motorunun yeni bir başlangıç yapmasını gerektiriyor. Bunun işlemesi için, Fransa'nın Almanya'nın seviyesine ulaşmayı denemesi şart. Almanya'nın çok arkasında kalamaz."

Letonya Basını
Letonya'dan Diena gazetesi ise aynı konuyla ilgili yorumunda şu satırlara yer veriyor:

"Bazıları için Almanya Başbakanı Angela Merkel istikrarlı ve sorumluluk sahibi bir AB politikasının güvencesi, bazıları içinse sıkıcı tasarruf önlemleri ile Almanya'nın hâkimiyetinin sembolü. Bu konuda görüşler farklı ama kesin olan Almanya Başbakanı'nın AB sürecinde büyük bir etkiye sahip olduğu ve dünkü genel seçim sonuçlarının sadece Almanya'da değil, AB sınırları içinde yaşayan bütün vatandaşlar üzerinde etkisinin olacağı. Seçim kampanyalarındaki en önemli kavram güvendi. Ancak Almanya'nın geleceği ve Avrupa ile ilgili sorular konusunda somut planlar yeterince sorgulanmadı, bu konuda fazla açıklama yapılmadı. Tatsız konuların çözümü de tartışılmadı, bu sorulara da genel seçimler yüzünden yanıt verilmesi gecikmiş oldu."

Bulgaristan Basını
Bulgaristan'ın 24 Tschassa gazetesi ise Merkel'in partisinin seçimlerden galip çıkmasını şöyle yorumluyor:

"Hrıstiyan Demokrat Birlik partisinin tek başına mı, yoksa bir koalisyonla mı iktidarda olacağı sorusundan bağımsız olarak kesin olan bir nokta var: O da Angela Merkel'in üçüncü kez başbakan olacağı. Almanya'daki seçim, yılın en önemli olayıydı. Üstelik sadece bu büyük ülke için değil, Avrupa geneli için. AB içindeki en büyük ekonomiye sahip ülkeyi önümüzdeki dört yıl boyunca kimin yöneteceği, hiçbir sosyolog ya da siyaset bilimcinin son dakikaya kadar yanıt veremediği bir soru olarak kaldı. Şayet büyük koalisyon gündeme gelirse, Merkel verdiği birçok sözden vazgeçmek ve Euro krizinde yumuşamak zorunda kalacak."

(bbc türkçe/dw türkçe)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.