Header Ads

Avrupa Basınında Bugün (14 Haziran 2013)



İngiltere Basını
İngiliz gazetelerinin sabah baskıları, Türkiye'de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Gezi Parkı temsilcileriyle yaptığı toplantı öncesinde basıldığı için bu toplantıdan çıkan sonuçlar gazetelerde yer almıyor.

Ancak gazeteler, bu gelişme öncesindeki değerlendirmeleri aktarıyor okurlarına.

Times gazetesi, dün Avrupa Parlamentosu'nun, Gezi Parkı protestolarında polisin aşırı güç kullanmasını kınayan kararının Erdoğan'ı öfkelendirdiğini belirtiyor.

Gazete, Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin yeni bir krize girdiğini, karar karşısında Başbakan Erdoğan'ın "Avrupa Birliği Parlamentosu'nun bizlerle ilgili alacağı kararı ben tanımıyorum" dediğini aktarıyor. Times, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine destek veren İngiltere'nin Avrupa Parlamentosu milletvekili Richard Howitt'in 'ilişkiler çok tehlikeli bir dönemeçte' görüşüne de yer veriyor.

'Ödül vermenin zamanı değil'
Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle ilişkilerini değerlendiren bir başka gazete ise Financial Times.

"Almanya, Avrupa Birliği müzakerelerinin ertelenmesi için bastırıyor" başlıklı yazıda gazete, hükümetin protestoları ve gösterileri sert bir şekilde bastırmasının Almanya'da rahatsızlık yarattığını belirtiyor ve üst düzey bir Alman diplomatın, "Erdoğan'a bir ödül vermenin hiç zamanı değil şimdi" sözlerini aktarıyor.

Ankara ve Brüksel arasında 26 Haziran'da başlaması planlanan görüşmelerde üç yılı aşkın sürenin ardından yeni bir müzakere başlığının açılması öngörülüyor.

Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Türkiye'yle müzakerelere karşı çıktığını hatırlatan Financial Times, diplomatik bir gerginliğe neden olmamak için Alman diplomatların teknik gerekçelerle müzakereleri geciktirmeyi planladığını ifade ediyor.

Yabancı yatırımcı güveni tehlikede
Haftalık Economist dergisi, Türkiye'de devam eden siyasî ve toplumsal gerginliğin piyasalara etkisini değerlendiren bir yazı yayımlıyor bugün.

"Güçlü ama korumasız" başlıklı yazısında dergi, Türkiye'nin, yabancı yatırımcıların güvenini kaybetmeye çok açık bir dönemden geçtiğini yazıyor.

"Recep Tayyip Erdoğan'ın seçmenleri çekmek için kullandığı başlıca kozlardan birisi ekonomideki performansı. İstikrarsız geçen 1990'ların ardından 2001'de yaşanan büyük çöküş sonrası, AKP istikrarlı bir büyüme oranı ve düşük enflasyonu yakaladı" diyen Economist, 2010 ve 2011'de Türkiye'nin, tıpkı Çin gibi yüzde 9'a varan bir büyüme yakaladığını, bunun piyasalarda 'aşırı ısınma' tehlikesini de beraberinde getirdiğini vurguluyor.

"Türkiye yoğun şekilde nakit akışına, dolayısıyla da yabancı yatırımcıların güvenine bağımlı. İşte bu nedenle, Taksim Meydanı'ndaki protestolar başladığından bu yana para piyasalarındaki sarsıntı çok önemli" diye yazan Economist "22 Mayıs'ta tüm zamanların en yüksek seviyesine çıkan İstanbul borsası bu hafta ortasında yüzde 20 değer yitirmişti" saptamasında bulunuyor.

Büyüme oranının 2012'de yüzde 2'ye gerilediğini belirten dergi, "Türkiye'yle ilgili en büyük endişe ülke dışında. Yavaşlayan ekonomi cari borç açığını azalttı ama bu yıl yine de yüzde 6 seviyesinde olacak. Dahası, cari açık, kısa dönemli nakit akışlarıyla dengeleniyor. Türkiye aşırı risk karşılığında güçlü büyüme oranı ve iyi bir getiriye sahip bir ekonomi" değerlendirmesinde bulunuyor.

Economist yazısını, "Siyasî huzursuzluk, Türkiye'nin en büyük ihracat ortağı Euro Bölgesi'ndeki resesyon, Suriye ve bölgedeki diğer çatışmalar yatırımcı güvenini kolaylıkla zedeleyebilir. Bu, Erdoğan'ın bu hafta yaptığı gibi, yabancı yatırımcılara ve kendi tanımıyla 'faiz lobisine' karşı saldırgan bir tutum alması için aptalca bir dönem" ifadesiyle tamamlıyor.

Tur operatörleri

Para piyasaları kadar olmasa da siyasî ve toplumsal gerginlikten etkilenen sektörlerden birisi de turizm.

Times gazetesi, devam eden sorunların, İngiltere'den Türkiye'ye tur operatörlüğü yapan Thomas Cook ve TUI Travel gibi şirketler üzerinde endişe yarattığını aktarıyor.

Times, değerlendirme yazısında, "Tur operatörlerinin kazançları karşısındaki en büyük tehdit bölgesel faktörler. 11 Eylül saldırıları, İzlanda'daki yanardağdan püsküren küller ve Arap Baharı'nın bu sektör üzerindeki felaket etkiler ortada. İngiltere merkezli şirketlerin başlıca uçuş noktaları olan Mısır ve Tunus'taki siyasî sarsıntının etkileri sürerken, tur operatörleri Türkiye'de yaşananları huzursuz bir şekilde izliyor" diye yazıyor.

"Başlıca tur operatörleri 'şimdilik herşey yolunda' diyerek işlerini sürdürüyor. İstanbul ve diğer kentlerdeki daha küçük çaplı protestoların, müşterilerini gönderdikleri tatil merkezlerine fazla bir etkisi olmadığını söylüyorlar" diyen Times, yine de gerginliğin uzamasının müşteri güveni üzerindeki etkisinin görülmeye başladığını ifade ediyor.

Sektör yetkililerinin "Türkiye, satışlarını çabuk ve erken yaptığımız bir tatil noktası. Yaşanan olaylar rezervasyonlarda bir yavaşlama getirdi ancak çok ciddi bir sıkıntı görmüyoruz" dediklerini vurguluyor.

Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı
Ve son olarak Guardian gazetesinin günlük karikatürünü aktaralım.

Gazetenin usta çizeri Steve Bell, bu sabah Türkiye'yi konu ediyor köşesinde.

Arka planda bir gaz bulutunun içinde elleri coplu polislerin siluetinin görüldüğü karikatürde, Başbakan Erdoğan Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı, TOMA olarak resmedilmiş.


Üzerinde bir Türk bayrağı asılı olan TOMA'nın önü ise başına bir hilâl yerleştirilmiş ve bir filin hortumuna benzetilmiş burnundan tazyikli su fışkırtan Recep Tayyip Erdoğan'ı gösteriyor.

Almanya Basını
Türkiye'de devam eden protestolar ve Başbakan Erdoğan'ın referandum önerisi, bugünkü Alman basınının ağırlıklı yorum konusu.

Berlin’de yayımlanan Der Tagesspiegel gazetesinin, Türkiye, İran ve Mısır'ı birlikte değerlendirdiği yorumunda şu satırları okuyoruz:
"Batılı ülkeler için bu ülkelerle ilişkiler, hiç kuşkusuz inişli çıkışlı bir atmosfere sahip ve toplumun seküler kesimine İslamî hegemonyanın dayatılmasına göre değişiklik gösteriyor. Bu filmin başrol oyuncuları çoğulculuk, evresel hukuk ve hoşgörülü kültür anlayışı gibi temel değerleri, Batı’nın ıvır zıvırı olarak kötülüyor. Bu değerleri önemseyen ve yaşatmaya çalışan vatandaşlar da ajan olmakla suçlanıyor. Ancak bu saldırgan yaylım ateşi kimsenin aklını karıştırmasın. İster Türkiye, ister İran ister Mısır olsun, bu ülkelerde toplumun gelecekteki çehresi için verdiği mücadele, henüz bitmedi. O nedenle İslamî tahakküme karşı özgürlük hakları için mücadele veren insanları desteklemek önemlidir. “

Başkent Berlin'de çıkan bir başka gazete Tageszeitung ise yorum sütunlarında Başbakan Erdoğan'ın referandum önerisine yer veriyor:
"Gerçekten de Erdoğan hiçbir şekilde demokratik bir riske girmiyor. Zira devlet organı ona ait, seçim kampanyası tecrübelerine sahip binlerce parti üyesi var ve medyayı da büyük ölçüde kontrol ediyor. İstanbul’un, AKP’nin egemen olduğu kenar mahallelerinde yaşayan ve hayatında hiç Gezi Parkı’nı görmemiş milyonlarca kişi, Erdoğan’ın parkı işgal edenlerin radikal bir azınlık olduğu yönündeki sözlerine inanıyor. Hükümetin kontrol ettiği basın dışında başka hiçbir bilgi kaynağından beslenmeyen bu insanları, referandumda istenen oyu vermeye ikna etmek için pek fazla çaba gerekmiyor. Gezi Parkı’nı işgal edenlerin gerekçelerini zaten hiçbir yerde duyamayacaklardır. Ondan sonra da Erdoğan, daha önce olduğu gibi, kendi geniş tabanlı çoğunluğuna atıfta bulunabilecek. Kısa vadede bu manevra Erdoğan’a nefes aldırabilir. Ama uzun vadede karşı koyma ruhunu, yeniden şişeye tıkamaz."

Kassel’de yayımlanan Hessische Niedersächische Allgemeine ise Türkiye'nin belki de AB'ye girmeyi denememesi gerektiğini savunuyor.
"İstanbul’un Sultanı' ya da 'İslamcı despot' nitelemeleri, Erdoğan'ın seçimden gelen meşruluğunu, dindar Anadolu kentlerinde yaşayan insanların ve ekonomik açıdan başarılı orta sınıfın, onun arkasında olduğu gerçeğini göz ardı ediyor. İsyan eden İstanbul’un genç kuşağı, manşetlere damgasını vurup bizim sempatimizi kazanabilir ama onlar Türkiye’nin çoğunluğunu temsil etmiyor. Erdoğan’ın geçmişte Türkiye’de sivil bir toplumun oluşturulması için yaptıkları şüphe götürmez. Geçen haftalarda gördüğümüz, özgüveni yüksek gençlerin protestosu, bunun bir örneğidir. Ama Erdoğan'ın son adımlarının, AB’nin ortak değerlerine yakınlaşmaya hizmet etmediği de doğrudur. Belki de bunu artık denememeliler."

Basın turumuzu Mittelbayerische Zeitung'un aynı konuya dair yorumu ile noktalıyoruz:

"Osmanlı İmparatorluğu yıkılmaya başladığı dönemde 'Boğazlardaki Hasta Adam' kavramı ortaya çıkmıştı. Ama bugünkü Türkiye 'Hasta Adam' değildir, en azından ekonomik açıdan bakıldığında. Bununla birlikte Taksim Meydanı’ndaki görüntüleri gören ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın protestocular hakkındaki sözlerini dinleyenler, 19’uncu yüzyıldan kalma 'Hasta Adam' tasvirinin çok da yanlış olmadığını düşünecektir. Hastanın iyileştirilmesi için birçok yöntem var. Bunlardan, Avrupa’da hâlihazırda en çok tartışılanı, izolasyon. Başta muhafazakâr siyasi partiler, 'Türkiye'de yaşanan olaylar ülkenin Avrupa Birliği üyeliğine hazır olmadığının en iyi kanıtı' diyerek bu tutumu gerekçelendiriyorlar. Bu gerekçe, temelde doğru olabilir ama Türkiye'ye uygulanacak bir izolasyonun sorunun çözümüne hiçbir faydası olmaz. Erdoğan’ın Gezi Parkı'na yapılması planlanan AVM projesini referanduma götürme önerisi, bir ilerleme olarak görülebilir. Zira protestoları başlatan da o parktaki ağaçların kesilmesiydi. Ama Erdoğan’ın bu önerisi, edep yerine kapatmaya yarayan bir incir yaprağından öte bir şey değildir. Zira sorunun özü, ağaçların kesilmesi değildir."

Avusturya'nın Der Standard gazetesi, Türkiye'deki eylemleri yorum sütunlarına taşıyor:
“Bir politikacının mutlak kudreti ile tartışmasız on yıldır ülkeyi yöneten, ülkesi ve kendisi için neyin iyi olduğunu çok iyi bilen Erdoğan, bir söz söylüyor, on dakika sonra da tersini konuşuyor. Partisi ve bakanları da onu izleyecektir. Ama şimdilik. Erdoğan, İstanbul'da parkı işgal edenlere ‘son bir uyarı‘ yapıyor ve anlaşmazlıkları zirveye tırmandırıyor. Öte yandan parti sözcüsüne Gezi Parkı'nın geleceğine dair bir referandum yapılacağını söylettiriyor ve ilk kez siyasi bir çözümün önünü açıyor. Referandum önerisini çok da ciddiye almamak lazım. Eğer gerçekten bu yola gidilirse Başbakan'ın referandumda kime oy verme hakkı tanıyacağı önemli: Beyoğlu sakinlerine mi yoksa İstanbul'da yaşayan milyonlara mı? Beyoğlu'nda Erdoğan kaybeder, İstanbul ise genelinde kazanabilir.”

Lüksemburg'da yayımlanan Luxemburger Wort gazetesi İran'da başlayan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin demokratik ve şeffaf bir ortamda yapılacağından duyduğu kuşkuyu aktarıyor:
“Molla rejiminin içten değişime uğradığı yönünde umutlar ülkeyi yöneten ruhani lider - Ayetullah Humeyni'nin takipçisi Ayetullah Ali Hamaney – buna izin vermediği sürece gerçekçi değil. Acil durumda istenilmeyen gelişmelerin yönünün değiştirilebildiği dört yıl önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde açıkça görüldü: ‘Yeşil Hareket' ve reformcu adayı Mir Hüseyin Musavi seçimlerde usulsüzlük, polis baskısı, ev hapsi ve tutuklamalar ile nefes alamayacak hale getirildi. Elbette sert yönetiminden ödün vermeyenlerin yerine reform yanlısı güçlerin kazanması sevindirici olurdu. Ancak böyle bir sonucun çıkması durumunda rejimin bu kez nasıl bir tutum sergileyeceği önemli bir soru: Yine seçim sonucu sonradan düzeltilecek mi ya da nasılsa makamın gücü sınırlı diyerek, seçmenin tercihine saygı mı gösterilecek?”

Yunanistan hükümetinin kamu radyo ve televizyon kurumu ERT'yi kapatması nedeniyle ülke genelinde grev yapılıyor. Gazetecilerin başlattığı grev tüm ülkeye yayıldı. Fransa'da yayımlanan Le Journal de la Haute-Marne gazetesi konuyu yorum sütunlarına taşıyor:
“Devlete göre radyo ve televizyon kurumu ERT pahalıya mal oluyor. Ancak onun kapanması ülkeyi iflastan kurtarmayacak. Ülkede kapsamlı grevler yapılırken göze çarpan en etkileyici slogan muhtemelen ‘her şeyi ucuza satıyoruz' idi. Hatta televizyon kanalını da. En totaliter devletlerin bile tehdit altında hissettiği anda kontrolü ele almakta tereddüt etmediği özgürlük sembolü televizyon. Belki de Yunanları son derece öfkelendiren de budur. Özgürlüklerinden bir parçanın çalınması. Kötü bir televizyon şovunun yaptığı etkiyi yapıyor.”

İspanyol gazetesi El País yorumunda, Euro'yu kurtarma konusunda Alman Merkez Bankası ile Avrupa Merkez Bankası'nın izlediği farklı politikalara değiniyor:
“Alman Merkez Bankası Euro'yu kurtarma önlemlerinin görüşüldüğü Federal Anayasa Mahkemesi'nde süren davada Avrupa Merkez Bankası'nın tam tersi duruş sergiliyor. Bu tutumuyla gereksiz yere finans piyasalarında depreme yol açtı. Alman Merkez Bankası'nın kaygıları hiçbir açıdan haklı değil. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi zaten kriz ülkelerinin hazine bonolarının satın alınmasını sıkı koşullara bağlamıştı. Henüz hiçbir ülke bu yönde başvuru yapmadı. Yetkilerini aşan Avrupa Merkez Bankası değil Alman Merkez Bankası çünkü bu tür enstitülerin uyması gereken ihtiyatlı olma siyasetini izlemedi. Tutumu sorumsuzca ve piyasalarda zarara yol açıyor.”

(bbc türkçe/dw türkçe)

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.