Avrupa Basınında Bugün (13 Haziran 2013)
İngiltere BasınıTürkiye'de devam eden Gezi Parkı eylemleri ve gelişmeler İngiliz gazetelerinde yer bulmaya devam ediyor.
Dün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın farklı gruplarla yaptığı görüşmeler ardından Gezi Parkı konusunda bir referanduma gidilmesi olasılığı gündeme geldi. Ancak polisin Taksim Meydanı'nı boşaltmak için yaptığı sert müdahalenin yankıları bugünkü gazetelere de yansımış.
Af Örgütü'nden eleştiri
Independent gazetesi, 'Görülmemiş polis şiddeti' başlığıyla verdiği haberde, Uluslararası Af Örgütü'nün polisi orantısız güç kullanmakla eleştirdiğini ve örgütün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı göstericileri tahrik etmeye çalışmakla suçladığını belirtiyor.
Gazete Af Örgütü'nden Andrew Gardner'ın yaptığı "Polis şiddetinin bu kadar yaygın ve uzun süreli devam ettiği bir dönem olmamıştı. Bunun başka bir örneği yok" açıklamasını aktarıyor.
Gardner "Polis biber gazını kalabalıkları dağıtmak yerine, kimi zaman bireyleri hedef alarak bir ceza aracı olarak kullanıyor. Bu şiddet, Başbakan Erdoğan'ın tahrik edici sözlerinin sonucudur" görüşünü savunuyor.
'Erdoğan korku sembolüne dönüştü'
Guardian gazetesinde bir yazısı yayımlanan Timothy Garton Ash ise, "Avrupa, ortak değerlerimizi savunanları desteklemeli. Ama Türk demokrasisinden mucize beklemeyin" değerlendirmesini yapıyor.
Ash, yazısını şöyle sürdürüyor:
"Farklı bir yıl, farklı bir meydan. Prag, Kiev, Tahran, Moskova... Bu kez, İstanbul ve Taksim. Kırmızı elbiseli genç bir kadın, Ceyda Sungur, polisin biber gazının karşısında duruyor. Ülkeler, bayraklar, renkler değişiyor ama görüntüler hep aynı. Genç, şehirli, muhtemelen laik bir kadın, silahlı, kasklı ve yüzü görünmeyen bir adama karşı. İster ayetullahların, ister Vladimir Putin'in isterse padişah olmak isteyen Recep Tayyip Erdoğan'ın emrinde olsun, bu adam, direnişe verilen tepkiyi, otoriterliği, baskıyı temsil ediyor."
Guardian yazarı, "Bu görüntüler karşısında hepimiz kimin tarafında olduğumuzu biliyoruz. Taksim, polis tarafından şiddetle boşaltılana kadar her kesimden insan oradaydı. Hepsinin amacı, gelecek yıl başkan olmaya hazırlanan Erdoğan'ın ülkenin yeni padişahı olmasını engellemekti." diyor.
Ancak son gelişmeler ışığında, iktidarda kalsa bile Erdoğan'ın uluslararası imajının önemli bir yara alacağını belirten Ash, "Erdoğan izlediği tutumla, bölgesel bir umut meşalesinden korkunun sembolüne dönüştü" ifadesini kullanıyor.
"Yaşananların ne olmadığını da saptamak lazım" diyen yazar, değerlendirmesini şöyle sürdürüyor:
"Taksim hiçbir zaman Tahrir olmadı çünkü Türkiye bir diktatörlük değil. Kusurları olsa da, hukukun gücü erimiş olsa da, azınlıkların hakları ihlâl ediliyor olsa da, basın baskı altında ve yönlendirilmiş olsa da Türkiye bir demokrasi. Bir diğer önemli nokta ise, bu, Erdoğan'ın iddia ettiği gibi, Batı'nın bir komplosu da değil. Geçen hafta bir Türk yorumcuya, yaşananlar karşısında Avrupalı liderlerin ne yapması gerektiğini sordum. Bana 'Hiçbir şey. Bunu Türklere bıraksınlar" dedi. O zaman ona hak vermiştim. Ama artık böyle düşünmüyorum. Halkına bu zorbalığı yapan Erdoğan'a karşı Avrupalı liderler seslerini yükseltmeli."
Timothy Garton Ash yazısının sonunda, Erdoğan'dan sonra Abdullah Gül'ün olası liderliğindeki AKP'nin yine iktidara yakın olduğunu belirtiyor ve laiklik, demokrasi ve İslam'ı aynı potada birleştirecek bir 'Türk modeli' demokrasinin yeniden hem Orta Doğu için cazip bir yönetim hem de Avrupa Birliği için ciddi bir aday ülke haline gelebileceğini yazıyor.
Ash yazısını, "İşte Türkiye, kısmen Taksim'de olanlar sayesinde önümüzdeki birkaç yılda bu yönde ilerlerse, o zaman biber gazına boğulan protestocuların gözyaşları boşa akmamış olacak" ifadesiyle bitiriyor.
Atatürk'ten çok Vladimir Putin misali
Financial Times gazetesinin başyazılarından birisi de yine Türkiye'ye ayrılmış bugün.
"Erdoğan'ın inadı siyasî mirasını riske sokuyor" başlıklı yazıda gazete Türkiye'nin 'reformcu bölgesel güç' imajının paramparça olduğunu, Avrupa Birliği’yle ilişkilerinin de risk altında olduğunu belirtiyor.
Gazete, "Eğer Başbakan kim olduğu belli olmayan spekülatörlere ve iş dünyasına çatmaya devam ederse zor elde edilmiş ekonomik istikrar buharlaşabilir" yorumunu yapıyor.
"Erdoğan, cesur bir kumar oynayarak 30 yıldır devam eden ve 40 bin kişinin canına mâl olan PKK sorununu sona erdirmek için harekete geçti. Bu girişim Kürtlere daha fazla özgürlük verilmesini de içeriyor. Ancak Erdoğan'ın, nüfusun geri kalanı için özgürlükleri kısıtlarken Kürtler'e nasıl daha fazla özgürlük sağlayacağını anlamak mümkün değil" diye yazan Financial Times, yorum yazısını şu sözlerle bitiriyor:
"Erdoğan hem sokakta hem sandıkta desteğe sahip. İsterse herşeyi, her yeri yıkıp geçebilir. Ama bu durumda, kendi itibarıyla birlikte, sosyal dokusu yıpranmış bir ülkenin başında olacak. Atatürk'ten çok Vladimir Putin misali. Böyle bir Erdoğan'ın Türkiye’si, on yıllık başbakanlığı boyunca takdir toplayan ülkeden çok farklı olacak."
'Demokrasi bir tramvaydır'
Times gazetesinin yorum sayfasındaki yazı "Erdoğan ve Demokrasi" başlığını taşıyor.
"Erdoğan'ın gitmesini bekleyenler fazla heveslenmesin. Üç açık seçim zaferi kazanan, etkileyici bir ekonomik büyümeyi yakalayan Erdoğan'ın sahip olduğu güç tartışılmaz. Ancak tartışmalı olan konu, Erdoğan'ın demokrasiye ne kadar bağlı olduğu" görüşünü savunan gazete Erdoğan'ın bundan 20 yıl önce söylediği, "Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz" sözlerini aktarıyor.
"Erdoğan istediği durağa ulaştıysa, bunu henüz açıklamıyor" diyen Times, yazısını "Erdoğan'ın Türkiye vizyonu şeriatın hâkim olduğu bir halifelik düzeni değil ama dindar bir muhafazakâr olarak çoğulculuğun incelikleriyle uğraşamayacak kadar sabırsız, ahlaki değerlerini kendisini desteklemeyen yüzde 48'e dayatacak kadar da korkusuz" sözleriyle sürdürüyor.
Times yazısını "Türkiye ve bu ülkenin İslam dünyasının lideri olma arzusunun karşısındaki yeni tehlike başbakanının kibri" saptamasıyla noktalıyor.
Eylemciler dijital ablukaya hazırlıkı
Türkiye, Independent gazetesinin teknoloji sayfalarında Rhodri Marsden'ın kaleme aldığı Siber Kültür köşesinde de gündemde bugün.
Marsden yazısına "Ne kadar kötü bir hafta geçirdiği konusunda Twitter'dan mesaj atacak son kişi herhalde sosyal medyayı 'baş belası' olarak niteleyen Recep Tayyip Erdoğan'dır" diye başlıyor.
Erdoğan'ın, iki haftadır süren protestoların ardından 'sabrının tükendiğini' açıkladığını belirten yazar, sosyal medyayı ve interneti yoğun şekilde kullanan protestocuların bunu bir tehdit olarak görmelerinin şaşırtıcı olmadığını söylüyor.
Marsden, "İşte bu yüzden, internette olası bir engellemeyi aşabilmek için telefonlarına ve bilgisayarlarına çeşitli uygulamaları indirmek için koşuşturmaya başladılar. Bunun yollarından biri sanal özel ağ uygulamaları" diyor ve bu uygulamalardan biri olan Hotspot Shield'ın Türkiye'deki günlük indirilme sayısının geçen hafta sonu 10 binden 100 bine fırladığını anlatıyor.
Rhodri Marsden yazısını, "Doğrusunu söylemek gerekirse, eylemler başladığından beri Türkiye'de internet çok nadir şekilde kesildi. Bu belki de bir tesadüftü. Ama yine de eylemciler kendilerini olası bir dijital ablukaya hazırlıyorlar" sözleriyle noktalıyor.
Almanya BasınıTürkiye'deki protestolar ve Erdoğan'ın tutumu, bugünkü Alman basının ağırlıklı yorum konusunu oluşturuyor.
Die Welt gazetesi, yaklaşık iki haftadır süren protestolara yer verdiği yorumunda Erdoğan'ın nasıl bir mesaj vermek istediğini irdeliyor.
"Gezi Parkı’nın yerine yapılması planlanan Topçu Kışlası projesine karşı düzenlenen protestolar, yerel politikalar, tarihin yorumlanması, sosyal zıtlıklar ve psikolojik uyuşmazlıklar gibi çeşitli sorunları içeriyor. Almanya açısından ise konu; öncelikle siyasi bir anlam taşıyor. Ekonomik kalkınma, demokrasi ile birlikte mi gelişmeli, yoksa uzun vadede otoriter metotlarla güvence altına mı alınmalı? Erdoğan’ın konuşmalarından anlaşılan, onun daha ziyade ikinci yolu seçtiği. Dış politikadaki durum, bunu teşvik eder nitelikte. Ortadoğu’daki kriz, Ankara’ya kendi jeostratejik önemini açıkça gösterebilir. Bununla birlikte AB, Erdoğan’ın tek gerçek ve güvenilir ortağıdır. Ama o, gerçekten de Türkiye’nin AB üyeliğinin pek de iyi bir fikir olmadığı izlenimini mi vermek istiyor?"
Kölner Stadt Anzeiger gazetesi ise Erdoğan'ın güç denemesinin kazanan tarafı gibi göründüğünü kaydediyor.
"Erdoğan’ın destekçileri olan Anadolu’nun dini bütün insanları ve Batılı yaşam tarzına sahip büyük kentler dışında ekonomik açıdan nüfuzu artan muhafazakâr - dindar orta sınıf ona bağlılığını sürdürüyor. Erdoğan, karmaşık komplo teorileri ile 'dış mihraklara', 'faiz lobisine' ve 'borsa spekülatörlerine' yaptığı çıkışlarla gücü ile övünüp protestoculara yönelik acımasızca tutumu ile de taraftarları arasında puan topladı. Onu eleştirenlere duyması ne kadar zor gelse de Erdoğan, bu güç denemesinin şimdilik kazanan tarafı gibi görünüyor."
Ludwigshafen’da yayımlanan Rheinpfalz gazetesinin aynı konuya ilişkin yorumunda ise şu satırları okuyoruz:
"Erdoğan hükümetinin ulaştığı nokta, tam da Mısır’ın Hüsnü Mübarek yönetimindeki hali denebilir. Ülkede basın özgürlüğü yok, onun yerine aykırı sesleri adil olmayan yargılamalarla bastıran ve siyasi kararlar alan mahkemeler var. Oysa Türkiye’nin ekonomik büyümesi ve temel demokratik yapılanması ile İslam dünyasına örnek olması gerekirdi. Ortadoğu demokrasisinde doğuştan gelen sakatlıkların giderilmesi için onlarca yılın geçmesi gerekiyor. Eğer yeni kuşak sorumluluk alır ve aldığı eğitim sayesinde hukuk devletini olması gerektiği gibi kavrarsa, o zaman evrensel bir vatandaşlık hakkından söz edilebilir."
Basın turumuzu Die Tagespost gazetesinin yorumu ile noktalıyoruz:
"Basının aktardığı siyah - beyaz tablo, birkaç gri tonu da kapsayabilir: Türkiye’nin iç politikası Almanya’nınki ile karşılaştırılamaz. Dindar bir Müslüman olan Erdoğan ne 'muhafazakâr' ne de 'sistemin adamı'. Ama Suudi İslam'ından da birkaç ışık yılı uzaklıkta. Erdoğan, demokratik yollarla seçildi ve hâlâ geniş bir kitle onu desteklemeyi sürdürüyor. Ama tıpkı Macaristan, İspanya, Fransa ve İtalya’da olduğu gibi Türkiye’de de derin bir çatlak var. Bu çatlak toplumun içinden geçiyor ve sadece siyasi duruş bakımından değil, aynı zamanda yaşam biçimi, kendini ifade etme ve gelecek beklentileri gibi birçok konuyu içeriyor. Bu çatlak, 20’nci yüzyılın ideolojik ateşli hastalığının bir sonucu. Bu çatlağı yapıştırmak, Erdoğan’ın en büyük gayretiydi. Bunu başarıp başaramayacağını önümüzdeki günler gösterecek."
Yunanistan hükümetinin kamu radyo ve televizyon kurumu ERT'yi kapatması da Avrupa basınında geniş yankı buldu. Ani bir kararla kapatılan ERT, yeniden yapılandırıldıktan sonra Ağustos'ta yeniden yayına başlayacak. İsviçre'de yayımlanan Neue Zürcher Zeitung şunları yazıyor:
“ERT'nin kapatılması olayı Yunanistan'da aylardır nelerin yanlış yürüdüğüne, üçlü koalisyon hükümetinin nelere hakim olamadığına bir örnek: Kamu kurumlarının acilen yeniden yapılandırılması zorunluluğu isteksizce gerçekleştiriliyor. Memurların azaltılması konusunda da hükümet zorlanıyor. Kamu radyo ve televizyon kurumlarının yapılandırılması uzun süredir tartışılıyordu. Troyka yetkilileri yine kapıya dayanınca, telaşla reform yapılmakta olduğu ispatlanmaya çalışıldı.“
Fransız Libération gazetesi de ERT'nin kapatılmasından, Avrupa Merkez Bankası, IMF ve AB Komisyonu yetkililerinden oluşan, reform talep eden Troyka'yı sorumlu tutuyor:
“Yunanistan Başbakanı Samaras, aylardır reformları yürürlüğe sokamıyor. Vaat ettiği özelleştirmeyi uygulamak için yatırımcıları ikna edemiyor ama yine de sorumluluğunu yerine getirmek zorunda. Ancak bu, Troyka'nın yükünü azaltmıyor. Gerçi AB Komisyonu'nun kamu radyo ve televizyon kurumunun kapatılmasını istemesi olasılığı düşük. Yunanistan'ın uygulamaya zorlandığı tasarruf politikaları, kapatma yönünde önlem alınmasının sebeplerinden biri.”
İspanyol El Pais gazetesi, ABD gizli servislerinin Facebook, Skype ve Apple başta olmak üzere çok sayıda firmanın kullanıcılarına ait verileri uzun süredir izlediği yönündeki haberleri Avrupalılar açısından değerlendiriyor:
“ABD'nin Avrupa vatandaşlarını yoğun olarak izlemesine AB kurumları göz yumdu. Bu casusluk, modern yaşamın bir parçası olarak algılanarak hafife alınmamalı. Telefon görüşmeleri ve internet verilerinin gözlemlenmesine engel olma mücadelesi günümüzde daha çok demokratik bir meydan okuma. 500 milyon Avrupalının haklarının savunulması, AB mercilerinin buna karşı girişim başlatması açısından yeterli gerekçe sayılmalıdır. Ancak AB çok savunmasız bir konumda. AB bir yandan dijital teknolojilerde ABD'ye bağımlı, diğer yandan da bu alanda verilerin korunmasına ilişkin etkili yasalardan yoksun.”

YORUM YAZIN