Kürt Sorunu ve Gelecek: Özgürlükçü Sosyal Demokrasinin Dört Talebi
Türkiye siyasal hayatının en büyük sorunu olan Kürt sorununun çözümünde sürecin hızlanmış olması beraberinde, öncelikli olarak Türkiye solunda, akıl tutulmalarını ve kafa karışıklıklarını getirdi. Hassasiyetlerin perdelendiği bu süreçte kamuoyu oluşturmak adına yöntem tartışılmaya başlandı ve öze bir türlü gelinemedi. Başbakan Erdoğan’ın “bana güvenin” dileğinden fazlasının masada olmadığı, muğlaklığın içerisinde CHP’nin 16 maddelik demokrasi paketinin de milli medya eliyle çöpe gönderildiği bu sürece dair sükunetle ve rasyonelliğin dışına çıkmadan çözüm önerileri sunmak hem Kürtlerin hem de Türklerin, yani kısacası başta Kürt coğrafyasında yaşayan yurttaşlar olmak üzere Türkiye’nin özgürleşmesine yardımcı olacaktır.
Bu doğrultuda, öze ilişkin, yapılacak her çalışma başta “seçmenin peşinde olma” eğilimi içerisinde olan siyasal partilerin alanını daraltacak ve bir tür çözüme yönelik pratiklerde bulunan demokratik kamusal alan oluşturacaktır. Bu alan, öyle ki, siyasal partilerin hamlesine dayanan ve meclis-siyaset çevrelerinde üretilen, olur ya, siyasal partiler bir çözüm yakalayabilirse bu çözümün toplumda içselleştirilmesine katkı sağlayacaktır. Formel olmayan ve bireylerin çıkar ilişkisine dayanmayan bu demokratik kamusal alan Kürt sorununun bütün ayrıntılarıyla tartışılmasına, soruna dair rasyonel çözümler yaratılmasına ve tüm bunlar yapılırken hassasiyetlerin korunmasına da yardımcı olabilir. Bunun için gazeteler, televizyonlar, internet, demokratik kitle örgütleri; zor, meşakkatli buluşmaların ve temasların gerçekleşeceği mecralardır.
Sürece dair geride kalan her çalışmayı da önümüze katmak şu aralar iktidar partisi ve milli medya eliyle şişirilen ve öze ilişkin tartışmaların bir türlü gündeme getirilmediği bir ortamda yolumuzu aydınlatır. O halde hem kritik bir çalışmaya dönmek hem de kitlesel anlamda Türkiye solunun önemli bir bölümünü kaplayan CHP-SHP çizgisini incelemek ve bugünkü “sosyal demokrat hat”ta çözüm önerilerinde bulunmak farz sayılmalıdır.
Bu bağlamda bugünkü CHP’nin üretebildiğinden ileride bir metin olarak görülebilecek SHP’nin meşhur “89 Kürt Raporu” Kürt coğrafyasında bir dilin yasaklanıyor olmasını şu cümlelerle eleştiriyor: “Totaliter yönetimlerde bile örneğine az rastlanan bir düzenleme ile Türkiye’de Türkçe’den farklı ana dillere sahip yurttaşlara kendi ana dilleri ile konuşma, yazma ve iletişim yasağı getirilmiştir. Türkiye’de isyanların, ayaklanmaların zaman zaman sürdüğü tek parti döneminde bile uygulanmamış, dünyada faşizm rüzgarlarının estiği 1930’lu yıllarda bile düşünülmemiş anadil yasağının 1980’den sonra getirilmiş olması, bu dönemdeki kestirmeci ilkel politikaların başlıcalarından biridir.”
Bugün dahi tartışıyor olduğumuz anadil sorununa dair 24 yıl önce yazılmış bir rapor çözüm üretmeye devam ediyor: “Hiç kimse biyolojik olarak belirli bir dili konuşma yeteneğine sahip olarak doğmaz. Ancak her normal çocuk herhangi bir dili öğrenme yeteneğine sahip olarak doğar. Hangi dili öğreneceği biyoloji ve fiziksel özelliklerine göre değil, içinde yetiştiği aile ya da çevreye bağlıdır. Bu çerçevenin dili, insanın ana dilidir. Konuyla ilgili yasa, bu çok basit ve sıradan gerçeği bile kavramaktan uzak bir anlayışla hazırlanmış, kaba ve etnik amaca dönük bir asimilasyon aracı olarak düzenlenmiştir.”
SHP’nin dönemin şartlarına göre ne kadar ileride olduğunu anlamak için Mart 1993’te Anayasa değişikliği teklifleri metnini incelemek gerekiyor. Meclisteki partilerin görüş belirterek Anayasa’da çeşitli değişiklikler yaptığı toplantılarda SHP, dönemin CHP’sinin aksine 2.maddesinde belirtilen “Atatürk milliyetçiliği” ifadesi ile 5.maddede belirtilen “Türk milleti” ifadelerinin Anayasa’dan çıkarılmasını talep etmişlerdir.
SHP’nin partideki ve meclisteki bu talepleri bizi iki yola çıkarıyor. Bunlardan hiç şüphesiz birincisi olan “anayasal yurttaşlık” konusunun özellikle ulus-devletin geçerliğinin sorgulanmaya başladığı son dönemde tartışmaların odağı olması kaçınılmazdır. CHP-SHP çizgisinin dönemin şartları nedeniyle savunmadığı-savunamadığı anayasal yurttaşlık, bugün kaçınılmaz bir tanıma bizi götürüyor. “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” temeline dayanacak bir tanım, sosyal demokrat hattın ve onu temsil eden partinin/partilerin artık kendini kaçıramayacağı bir madde olarak Anayasa görüşmeleri sırasında savunulmalıdır.
SHP’nin anayasa değişikliği teklifleri görüşmelerinden çıkan ikinci sonuç ise milliyetçiliğin yurtseverliğe dönüşmüş olması. Öyle ki SHP, bugünkü CHP’nin içinden çıkamadığı halde sahiplendiği “hem sosyal demokrat hem milliyetçi parti” söylemini doğru formüle ediyor. Tekrar edelim, ulus-devletin geçerliğinin sorgulandığı bir dönemden geçerken yeni tahayyülünü demokrasi ve barış temasıyla kurgulaması gereken sosyal demokrat hattın “yurtseverliği” milliyetçiliğe kurban etmesi rasyonel bir tutum değildir. Rasyonel olmayan tutumun sosyal demokrat olma iddiasında olan partide içselleştiriliyor olması beraberinde CHP’nin demokratik kamuoyu ile değil; milliyetçi cephe ile anılmasına neden oluyor. Sosyal demokrat hatta yurtseverliğin yeniden tanımlanması ve siyasal iktidarın her hamlesinde milliyetçi cepheye savrulan kitlelerin kafasının berraklaştırılması gerekiyor.
Siyasal iktidarın geçtiğimiz günlerde medyanın gündemine taşımadan “işi bitirdiği” yerel yönetimler reformu “etkin yerelleşme”yi savunan kitlelere göre bir reform olmaktan çok geriye gidiş oldu. Merkezin gücünün yerele aktarılmasının beklendiği bir dönemde merkez güç kazandı. Valilik kurumunun sorgulanmasından, yerel yönetimlerin vergilerini kendinin toplamasına ve kendi alanında kullanılmasına kadar pek çok konuyu içeren reform paketi, merkezin yerel yönetimler üzerinden rant ilişkilerini nasıl yönettiği gözler önüne sermesi açısından önemliydi. Türkiye solu başta olmak üzere, özellikle, Türkiye sosyal demokrat hareketinin bütün ayrıntılarını kamuoyuna anlatması gereken “etkin yerelleşme” süreci beraberinde Türkiye’nin iktisadi kalkınma bölgelerine ayrılması ve geri kalmış bölgelerin kalkınmasına öncelik verilmesi ile bunun “kamu öncelikli” bütün ayrıntılarının belirlenmesi, yerel yönetimlerin “hane başı gelirin yükseltilmesine” yardımda bulunması, yerel yönetimlerin bütçelerinin ihtiyaçlara göre bizzat kendileri tarafından belirlenmesi, merkezin ve yerelin görev tanımının yeniden yapılması, merkez ile yerel arasındaki rant ilişkisinin daha sıkı yargısal denetimden geçirilmesi, etkin yerelleşme sürecinin sağlıklı işlemesi için devlet aygıtı algısının kamuoyuna en doğru şekilde anlatılması ve “aktif yurttaşlığın” teşvik edilmesi gibi birçok konuyu kapsıyor. Buradan da anlaşılacağı gibi “sosyal belediyeciliği” kanunlaştıran kadrolar/kitleler için “etkin yerelleşme” önümüzdeki dönemde önemli bir argüman olabilir.
SHP’nin 24 yıl önce çekinerek ve satır aralarında gündeme anayasadan kaldırılmasını getirdiği “Atatürk milliyetçiliği” ve “Türk milleti” kavramları bugün halen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda mevcuttur. Bugün sosyal demokrat hattın, dolayısıyla SHP’nin temsilcisi olduğunu iddia eden partinin milliyetçi dürtülerinden sıyrılarak anayasal yurttaşlığı, eğitimde çiftdilliliği, etkin yerelleşmeyi ve daha fazlasını; çekingenliğin daha da ilerisinde bir cesaretle savunması gerektiği açıktır. Türkiye sosyal demokrat hareketinin argümanlarını savunarak oluşturması gereken partinin hem Kürt sorununun çözümü sürecinde çemberin içinde olması hem de sosyal demokrasinin yeniden üretilmesi aşamasında öncü olması gerekmektedir. Nevruz’da Türkiye bayrağının olup olmadığının sorgulanması taban hassasiyeti açısından anlaşılır olsa da sosyal demokrat olma iddiasındaki bir parti için önemli olan, Kürtlere hiçbir dayatmada bulunmadan Kürtlerin kendi isteğiyle ve hiçbir olumsuz duygu hissetmeden Türkiye bayrağını asacakları zemin ve koşulu yaratmak görevidir.
Kuşkusuz, bu zemini yaratmanın araçlarından biri de, öncelikli olarak temsiliyetteki adaletin sağlanması olmalıdır. SHP-CHP çizgisi, kendisinin küçülmesine neden olma olasılığına karşın yıllardır savunmakta olduğu seçim barajı uygulamasının kaldırılması ya da Sezgin Tanrıkulu’nun verdiği kanun teklifindeki gibi %3’lük temsili bir düzeye çekilmesi için çabalarını Kürt muhalefetini de dâhil ederek artırmalıdır. Sosyal demokrat hattın, temsiliyet yeteneği güçlendirilmiş bir parlamentonun, sağ siyasetin neredeyse yarım asırdır özlemini çektiği başkanlık, yarı-başkanlık vs. gibi Türkiye için otoriterliğe kayması yönünde ciddi emareler gösteren bir idari sistemden demokratik olarak daha güçlü olacağına yönelik hiçbir çekincesi bulunmamalıdır.
İktidar paradigmasının içinde hareket etmek, haddizatında solun yurtseverliğine değil, sağın milliyetçiliğine evrilmek; bu ülkede Kürt Sorununun en temel nedenlerinden biri olan Türk İslam sentezi içinde kaybolmaya işaret eder.
Bir ülkede dezavantajlı kesimlere seslenmeyen, onlara dönük söylem üretmeyen bir partinin solculaşması, sosyal demokrat iktidar kurması mümkün değildir.
Bugün temel tartışma hattının, Kürt sorunun çözümü, Alevilerin temel taleplerinin karşılanması, neo-liberal vahşetin altında inleyen milyonlarca sendikasız, sigortasız, işsiz, yoksul ve yoksun kesimler olması gerekirken muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin içinde dönüşmüş kitlelerden sağ söylem ve düşük profilli hamasi ataklarla oy beklemek bir büyük zaman kaybıdır.
Baykal döneminde yenilmiş bir söylemi ve politik hareket tarzını yeniden tedavüle sokmanın ikinci bir defa kaybetmek olacağı malumun ilamıdır.
Türkiye solu ve sosyal demokratları bu ülkede ancak ve ancak demokrat, özgürlükçü ve eşitlikçi bir merkeze oturdukları zaman iktidar olacaklardır.
AKP’nin paradigmalarını aşamayan, parti içi dar grupçu zihniyete mahkûm olan bir CHP’nin kendisine de bu ülke halklarına da bir katkısı olmaz, olmamaktadır.
Tek yol, özgürlükçü, eşitlikçi, örgütsel ve bütünsel bir hareket ve söylemle yeni bir siyaset ve algı yaratmaktır. Bunun yolu da on altı maddelik demokrasi paketine dört temel unsur daha eklemekten geçmektedir: Anayasal yurttaşlık, etkin yerelleşme, eğitimde çiftdillilik ve temsiliyeti güçlendirilmiş parlamento.
İbrahim Adıgüzel
Eren Aksoyoğlu
Onat Çetin
Kutay Çiçekçiler
Seçil Erdem
Dr. Ali Haydar Fırat
Ahmet Erdi Öztürk
Tunç Toker
Elif Uzunşimşek

YORUM YAZIN