Avrupa Basınında Bugün (22 Şubat 2013)
Danimarka'nın sağ liberal Jyllands-Posten gazetesi bugün yer verdiği yorumunda Suriye'deki gelişmeleri ele alıyor. Gazete bugüne kadar Şam rejimine koşulsuz destek veren Rusya'nın politika değişikliğine gittiğine dikkat çekiyor:
"Batı dünyası Suriye'de barış için yürüttüğü çabada başarısız oldu. Bunda Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın en yakın destekçisi Rusya'nın Çin'le birlikte BM Güvenlik Konseyi'nde üç kez önemli kararları bloke etmesi ve yumuşatmasının etkisi büyük. İşte bu nedenle Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Suriye'nin tamamen yok olması konusunda uyarıp çatışmaların sona erdirilmesi çağrısında bulunması, büyük bir çelişki. Şimdi Rusya'nın açıklama yapmaktan daha fazlasını sunmaya hazır olup olmadığı görülecek. Ya da Lavrov'un açıklamalarıyla Rusya'nın Suriye'nin liman kenti Tartus'taki en önemli Rus deniz üssündeki çıkarlarını perdelemeye çalışıp çalışmadığı."
Fransız Le Monde gazetesi ise aylardır protesto gösterilerine sahne olan Tunus'a ayırıyor yorum sütunlarını. Gazete Başbakan Hamadi Cibali'nin istifasını ve ülkedeki gelişmeleri şöyle değerlendiriyor:
"İktidardaki En Nahda Partisi'ni bir engel olarak görmek, yanlış olur. Olaya kabaca bakıldığında ülkede iki ana akım göze çarpıyor. Bunlardan ilki, eski rejimin hapishanelerini tanıyan ve kısa bir süre önce istifa eden Başbakan Hamadi Cibali'nin temsil ettiği siyasi akım. Cibali hapishanede diğer muhalif politikacıları ve siyasi fikirleri tanıdı. Diğer akımsa En Nahda Partisi Genel Başkanı Raşid Gannuşi tarafından temsil ediliyor. 20 yıl sürgünde yaşayan Gannuşi sağlam siyasi fikirlerle, kendisine tamamen yabancılaşmış olan ülkesine geri dönmüştü. Tunus'un kaderi, İslamcılarla ülkenin geri kalanı arasındaki bu gergin ortamda belli olacak."
Fransız Le Republicain Lorrain gazetesi bugünkü sayısında, dünya genelinde son yıllarda çok sayıda Fransız'ın kaçırılmasını analiz ediyor:
"Bir ülkenin vatandaşları kaçırma eylemlerinin kurbanı oluyorsa, bu durum kıskanılacak bir durum değilse de, o ülkenin diplomatik ve askeri etkisini gösteren bir işarettir. Eğer bu belirti temel alınırsa, o zaman Fransa'nın dünya genelinde sahip olduğu etki de inkâr edilemez. Çünkü Fransa'nın günümüzde İslamcı ya da mafya diye nitelendirilebilecek grupların elinde olan rehinelerinin sayısına bakıldığında, bu konuda ABD'yi geçtiği görülüyor. Amerika 11 Eylül felaketini yaşadı. Ancak Paris her kesimden İslamcılar için hedef merkezi haline geliyor."
Geçiyoruz İspanya'ya. İspanya'dan El Pais, İspanyol hükümetinin yolsuzlukla mücadele çabalarını ele alıyor. Gazeteye göre İspanya Başbakanı Mariano Rajoy'un işi hiç de kolay değil:
"İspanya için hükümetle muhalefetin aralarındaki görüş ayrılıklarını aşarak ülke için gerekli temel reformlar üzerinde uzlaşma sağlaması, önemli. Ancak ulusun içinde bulunduğu durum konusunda bir tartışmanın başlayacağı konusunda hiç umut yok. Başbakan Mariano Rajoy da yolsuzluklar nedeniyle endişeli, çünkü ortaya çıkan skandallar ülkenin dışarıdaki imajına zarar veriyor. Ancak Rajoy'un bu sıkıntıya karşı öncü olarak mücadele etme konusundaki güvenilirliği, zorunlu olarak kısıtlı."
Almanya BasınıAlman basınında öne çıkan konular, Suriye'deki durum, siber savaş ve Katolik Kilisesi'nin tecavüz kurbanları için ertesi gün hapına yeşil ışık yakması.
Frankfurter Rundschau gazetesi Suriye'deki iç savaşa ilişkin yorumunda, uluslararası toplumun tutumunu eleştiriyor:
“Suriye'de bir dönemecin eşiğine gelindi. Ya her şey şimdiye kadar olduğu gibi devam edecek; yani uluslararası toplumun üyeleri birbirlerini suçlamayı, Körfez ülkeleri de el altından muhaliflere silah sevketmeyi sürdürecek, Suriye derin bir kaosa sürüklenirken, çatışma komşu ülkeleri de etkisi altına alacak... Ya da uluslararası toplum tutumunu değiştirerek, farklı taraflarla bir ortak paydada buluşacak. Tıpkı eski arabulucu Annan'ın arzuladığı gibi….”
Landeszeitung ise siber savaş alanında atağa geçen Çin'i ele alıyor:
“Yükselen güç Çin, 20'nci yüzyılın başlarında yükselen Almanya ve Japonya'nın hatalarından ders çıkardı. Bu ülkeler tam donanıma sahip olmadan küstah ve çığırtkanca çatışma arayışına girmişti. Pekin ise onların aksine kurnazca hareket ediyor. Çin, Sovyetler Birliği'ni çöküşe götüren, saldırı kabiliyetlerinin açıkça sergilendiği bir silahlanma rekabetine girmektense, savunmada kalan, ancak güç dengesini değiştirme potansiyeline sahip alanlarda silahlanmayı tercih ediyor, tıpkı siber savaşlar gibi. Çin, böylece açık ihtilaflardan uzak duracak kadar geri planda kalmayı, fakat buna rağmen ileride kendi düzenini dikte ettirebilmesi için gereken koşulları oluşturmayı istiyor. Fakat Washington zırhını kuşanmışken, bu hesabın tutması pek de mümkün görünmüyor.”
Almanya'nın Trier kentinde biraraya gelen Alman piskoposlar, Katolik hastanelerinde doktorların tecavüz mağdurlarına ertesi gün hapı vermesine yeşil ışık yaktı. Neue Ruhr Zeitung yorumunda, bu adımın Kilise'nin kadına yönelik bakışını değiştirmeye yetmediğine dikkat çekiyor:
“Köln Kardinali Joachim Meisner, dişlerini sıkarak Kilise'nin hata yaptığını kabul etti, fakat aynı cümle içinde klasik evliliğin ebedî geçerliliğini de vurguladı; ‘bunun için alaya alınsak ve görüşlerimiz kabul görmese de” diyerek… Diğer bir deyişle: Biz bir hata yaptık, ama bundan dönmeyeceğiz. Aşk, mutluluk ve yaşam anlayışı dogmaların gerisinde kalmalı. Peki bu nasıl bir ruhsal endişenin ürünüdür? Doğru, Kilise tavizde bulunmasının mümkün olmadığı temel inanç ilkelerinden hareket ediyor. Fakat Kilise modern dünyaya ayak uydurmak istiyorsa, reform yapmak zorunda. Papa 16. Benedikt tarafından frenlenen bu süreç, çok yavaş ilerliyor. Trier'de toplanan ve ertesi gün hapının kullanılmasına onay veren piskoposlar, kadının rolüne dair çok küçük adımlar attı. Dul kadınların yeniden evlenebilmesi ve kadınların papaz olabilmesi gibi konularda ise hiçbir değişiklik yapılmadı."
Aynı konuyla ilgili olarak Westdeutsche Zeitung'da yer alan yorumda da bu adımın Katolik dünyası açısından anlamına vurgu yapılıyor:
“Katolik hastanelerinde görevli doktorlara, tecavüz kurbanlarına ertesi gün hapı yazma izni çıktı. Gayet olağanmış gibi görünen bu durum Katolikler açısından bakıldığında bir sansasyon. Alman piskoposlar küçük bir çerçevede de olsa korunmanın yolunu açtı. Trier'de alınan karar şunu gösteriyor: Katolik Kilisesi hareket edebilir. Fakat Kilise bunu sadece toplum baskısı dayanılmayacak noktaya geldiğinde, tuttukları yolun çağdışı olmakla kalmayıp, etik de olmadığı tüm açıklığıyla ortaya çıktığında yapıyor. Dikkat çekici olan bir nokta da, muhafazakarlığıyla bilinen Köln Kardinali Meisner'in bu girişimde bulunmuş ve Kilise'nin hatasını teslim etmiş olması. Trier'de Kilise'nin toz tutmuş iç yapıları arasında hafif bir rüzgâr estirildi. Fakat kutsama makamlarında kadınlara yer açan, dul kadınlara yeniden evlenme olanağı veren modern bir Kilise'nin oluşması için hafif bir rüzgâra değil, fırtınaya ihtiyaç var.”
İngiltere BasınıFinancial Times gazetesi, PKK'nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan'la görüşmeye gidecek heyetle ilgili çıkmazın aşılmasının, kapsamlı müzakerelere başlanması umutlarını artırdığını belirtiyor.
Süreçle ilgili olarak Türk kamuoyunun ciddi çekinceleri olduğu vurgulanan haberde şöyle deniyor:
"Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç 'Bu ziyaret sürecin devam ettiğini gösteriyor. Sonuçtan umutluyuz' diyor. Ama birçok yorumcu sorunun uzun yıllardır devam etmesi ve Erdoğan'ın kendisine daha geniş yetkiler verecek yeni bir anayasa kapsamında bir anlaşmaya varmak istemesi nedeniyle görüşme sürecinin zorlu olacağını söylüyor.”
“ Bu hafta yayımlanan bir anket bu engellere işaret ediyor. Ankete katılanların yüzde 50'si Türkiye'nin terör sorununun askeri güçle çözülmesi gerektiğini söyledi. Yüzde 55'lik bir kesim görüşmelere karşı çıktı. Bununla birlikte Kadir Has Üniversitesi'nden Soli Özel, Erdoğan'ın bir anlaşmaya varma motivasyonu olduğunu, zira diğer yöntemlerin özellikle de güç kullanımının sonuç vermediğini söylüyor.
‘Avrupa’yla Türkiye arasındaki buzlar çözülüyor’
İngiliz Economist dergisi, Fransa'nın üyelik müzakerelerinde bir başlığın açılmasına itirazını kaldırmasıyla Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki buzların çözülmeye başladığını yazıyor.
Yazıda özetle şöyle deniyor:
"Fransa, eski Başkan Nicolas Sarkozy döneminde üyelik için tamamlanması gereken 35 başlıktan beşinin açılmasını bloke etmişti. Şimdi Fransa, bölgesel yardımlarla ilgili bir başlığın açılmasına vetosunu kaldırdı. Kıbrıs'ta Nikos Anastasiades başkanlık yarışında önde gidiyor. Anastasiades, 2004'te Türklerin kabul edip Rumların reddettiği birleşme planını desteklemişti. Nikos Anastasiades, Kıbrıs görüşmelerine ivme kazandırabilir ve bunun sonucunda Kıbrıs bazı başlıklara kendi itirazını kaldırabilir."
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun "Hiçbir güç bizi Avrupa Birliği'nden ayırmaz dediğini aktaran dergi öte yandan Başbakan Erdoğan'ın Şangay beşlisine katılmaktan söz ettiğini belirterek şöyle devam ediyor:
"Bu rahatsızlık anlaşılabilir. 2005'te görüşmelerin başlamasından bu yana Türkiye'de AB üyeliğine kamuoyu desteği yüzde 70'lerden yüzde 33'e düştü. Erdoğan'ın iktidarı döneminde Türkiye dünyanın 17'nci ekonomisi oldu. Avrupa uzmanı Cengiz Aktar, "Avrupa'nın Türkiye'nin yoksul bir ülke olduğu bahanesi saçma' diyor. 10 yıllık AK Parti iktidarı Türkiye'yi daha demokratik yaptı. Darbe planladıkları iddiasıyla çok sayıda general hapiste. Ancak Erdoğan karşıtları muhalefetin zayıflığı karşısında AK Parti'nin kibirli ve baskıcı hale geldiğini söylüyor. New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi'ne göre Türkiye gazetecileri hapse atmada dünya lideri. Muhalifler muğlak terörle mücadele yasalarıyla cezaevine gönderiliyor. Egemen Bağış'ın 'Türkiye'nin mükemmel olduğunu söylemiyorum ama dünün Türkiye'sinden daha iyi' sözleri birçok kişiyi tatmin etmeyecek."
Türkiye'nin dışarıda gücünü artırdığını, son 10 yılda dış yardımın 27'ye katlandığını belirten Economist'e göre geçen hafta Suriye sınırında patlayan bomba Türkiye'nin isyancıları desteklemekle karşı karşıya olduğu riskleri gösteriyor. Yazı şöyle noktalanıyor:
"Avrupa'yla buzların çözülmesi daha iyi bir zamana denk gelemezdi. Erdoğan hapisteki Kürt lider Öcalan’la görüşmeleri yeniden başlattı. Avrupa Birliği üyeliğinin cazibesi Türkleri ve Kürtleri bir anlaşmaya taşıyabilir. Kürtler daha fazla bölgesel özerkliğin yeni anayasaya girmesi gerektiğinde ısrar ediyor. Cengiz Aktar, Avrupa Birliği'nin vetoyu kaldırdığı bölgesel yardım başlığının bununla çok uyumlu olacağını söylüyor."
‘Kerry’nin önceliği Suriye olmalı’
Independent gazetesi başyazısında Pazartesi dokuz ülkeyi kapsayacak Avrupa ve Orta Doğu gezisi kapsamında Londra'ya gelecek olan yeni Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry'nin önceliğinin Suriye olması gerektiğini belirtiyor.
Yazıda özetle şöyle deniyor:
"Bugünlerde Amerikan dış politikası Beyaz Saray'da şekillendiriliyor. Kerry de selefi Hillary Clinton'ın yaptığı gibi kararları almakla değil, alınan kararları kabul ettirmekle görevlendirilebilir. Ama Kerry'nin konu seçimi askeri güç yerine yumuşak gücün kullanılması eğilimini yansıtıyor. Bir Vietnam gazisi olarak Kerry savaşın dehşetine yakından tanık oldu. Obama gibi, Amerika'yı Suriye yangınından uzak tutmak isteyecektir. John Kerry bölge ziyaretlerinde Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, Suriye muhalefeti ve bazı Arap liderlerle görüşecek. Şimdi zayıf da olsa çözüm bazı çözüm umutları var. Bunlar boşa çıkarsa, Amerikan Başkanı Obama ve yeni dışişleri bakanı isyancıları silahlandırıp silahlandırmamaya karar verecek.
(dw türkçe-bbc türkçe)

YORUM YAZIN