Header Ads

Özel Harp Dairesi Diye Bir Şey Varmış…

- AYÇA SÖYLEMEZ -
Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun raporu, Ergenekon davasına bakan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne Cuma günü gönderildi. Bu raporla tarih, gerçeklerin yalanlarla karılmasıyla baştan yazılıyor.

Komisyonun raporu, herhangi bir Ergenekon iddianamesinden çok farklı değil. İstanbul’daki davada nasıl bir kontrgerilla yargılaması yapılmıyorsa ve yapılamazsa, Meclis komisyonunun raporu da gerçekleri açığa çıkarmaktan çok bu davaya tarihsel arka plan oluşturma niteliğinde.

Ve tabii yanlı yorumlar ve yanlış bilgilerle dolu.

Türkiye gibi bir ülkede, rapor, “Özel Harp Dairesi”ni 2013 yılında keşfetmiş gibi davranması ve bunu büyük bir “buluş” gibi sunuyor.

Ancak darbelerin tertiplenmesinde ve amacına ulaşmasında Özel Harp Dairesi’ni gösteren komisyon, 90’larda ve 2000’li yıllarda olup bitenlerle ilgili bir daha geri dönüp kurcalamıyor bu organizasyona ne olduğunu.

Sahi, neydi bu organizasyon?

“İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Birleşik Devletler’in Türkiye’yle ilgili öncelikli düşüncesi, ülkeyi Batılı antikomünist savunma sistemine entegre etmek oldu.

Türkiye Soğuk Savaş boyunca NATO’nun en doğu karakolu durumundaydı. Türkiye 4 Nisan 1952’de NATO’ya katıldığında, Albay (Alpaslan) Türkeş’in de katkılarıyla ülkede çoktan bir gizli ordu kurulmuştu.
 Karargahın adı Seferberlik Tetkik Kurulu’ydu. 1965’te yeniden yapılandırıldı ve adı Özel Harp Dairesi olarak değiştirildi.”

Daniele Ganser’in “NATO’nun gizli orduları” isimli kitabından “hikaye”nin başlangıcı böyle özetlenebilir.
Komisyon ne diyor peki?

“Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla 27 Eylül 1952 yılında Silahlı Kuvvetler bünyesinde ve Millî Güvenlik Kurulu işlevini gören Millî Savunma Yüksek Kurulu'nun kararıyla kurulan, Özel Harp Dairesi’nin tarihi aynı zamanda Türkiye'nin gizli tarihidir. Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye'nin gizli ordusunun yani Özel Harp Dairesi'nin adı gizlendi. Daire kâğıt üzerinde Seferberlik Tetik Kurulu olarak gözüktü. Ancak görevliler kendi aralarında dairenin gerçek adını kullandılar.”

Çelişkiler ve yanlışlıklar bununla kalsaydı önemsemeyebilirdik. Ancak yola Özel Harp Dairesi diye “bir şeyin” varlığını keşfederek çıkan; onu da birkaç sayfada üstün körü anlattıktan sonra detaylarına inmeden ve eylemlerini/eylemlerinin nedenlerini ve sonuçlarını anlatmadan geçen Darbeleri Araştırma Komisyonu hızlı ve basit bir çözüme varıyor:

“Askerin etkinliğini azaltırsak darbe yapamazlar.”

Rapor da zaten bu sonuca varmak için yazılmış.

Bu darbelerin en baştan neden yapıldığı ve şimdi küresel sistemin Türkiye’de neden bir darbeye ihtiyaç duyabileceği, Özel Harp Dairesi’nin gerçekte kime karşı kurulmuş olduğu, şimdi böyle bir “tehlikenin” var olup olmadığı, bu dairenin dünyadaki diğer örnekleri, ABD’nin diğer ülkelerde organize ettiği darbeler komisyonu pek de ilgilendirmemiş. Bu tür bilgiler komisyonda dinlenenlerin anlatımlarının satır aralarında kalmış, raporun sonuç bölümünde de itibar görmemiş.

Bu sonuç, bir eksiklikten ya da komisyonun muhakeme gücünün yetersizliğinden ileri gelmiyor elbette.
Çünkü “iş daha fazla kurcalanırsa” Tansu Çiller mağdur olarak dinlenemez, asıl amacı 28 Şubat’ı yazmak olan komisyonun raporunun ucu “istenmeyen yerlere dokunabilirdi.” 28 Şubat’a ya da 13 Ocak 2013’e nasıl gelindiğini kurcalamak, hiçbir şey olmasa bile 90’ları kurcalamayı gerektirir ki, 90’ların bir ucu Sapanca’daki “ölüm üçgenine” dayanıyorsa diğer ucu Körfez Savaşı’na, Işık Evleri’ne, sadece Mehmet Ağar’a değil Mehmet Eymür’e de, Sivas katliamına, Gazi katliamına dayanır.

Başbakan Erdoğan’ın dediği gibi, “bu dalgalar onları da boğar.”

O yüzden rapor, Ergenekon iddianamesi gibi artık devletin bir zamanlar çok işine yaramış ancak artık ihtiyacı kalmadığı için iktidarı elinden alınmış bir kesimi üzerine yoğunlaşarak aslında devletin kendisini aklıyor.

O yüzden raporda, sermayenin ve sivil örgütlerin darbelerdeki rolü yer almıyor.

O yüzden raporda öldürülecek Kürt işadamları listesi var ama Sapanca’ya “gömülen” onlarca devrimcinin adı yok.

O yüzden raporda Özdemir Sabancı’nın öldürülmesi var (onun da nasıl yer aldığı ayrı bir yazı konusu), ama Ümraniye Cezaevi’nde öldürülen dört devrimcinin adı yok.

O yüzden raporda devletin Kürt hareketine nasıl bir tehlike atfettiği var ama NATO’nun gizli ordularını (onca farklı ülkede onca sermaye dökerek) aslında kime karşı kurduğu yok. (SSCB de bir tişört markasıydı zaten, değil mi?)

O yüzden raporda darbe sonrası cezaevlerinin durumu az da olsa var ama o yıllarda (hatta öncesinde) temeli atılan “Yeşil kuşak” yok, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin nasıl desteklendiği, orada kimlerin yetiştiği, Işık Evleri, Fethullah Gülen yok.

Tarihe not düşen bu rapor, Türkiye ve dünya tarihini baştan yazmaya soyunuyor.

NATO kendini feshetti de bizim mi haberimiz yok? Ya da Türkiye’nin stratejik konumu mu değişti ya da ülkede devrim oldu ve kontrgerilla mı yargılandı? Ne oldu da 40’lardan beri Birleşik Devletler organizasyonları ile küresel sistemin bir parçası (hatta emireri) olan Türkiye bir anda “demokratikleşme” yoluna girdi?

Ya da tüm bunlar aslında olmadı mı?

Başbakan Erdoğan yıllardır ilk kez “derin devleti” suçladı geçenlerde, malum Hakan Fidan onun hassas noktası. Peki bu “derin devlet” 10 yıldır, 20 yıldır neredeydi?

Derin devletin bir devlet organizasyonu/devletin parçalarından biri olduğu artık ayyuka çıkmışken, devleti yöneten Başbakan bunu bilmiyor muydu? Başbakan’a göre, askeri vesayetin yerini bürokratik vesayet aldı.

Yani “derin devlet”, yani küresel sistem yöntem mi değiştirdi? Peki Başbakan bunu yeni mi fark etti?

Yoksa devlet “yapboz”unun bazı parçaları yerinden mi oynadı?

Tüh, tam da demokratikleşecektik!

90’ların Başbakanı Tansu Çiller “mağdur”, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile tetikçisi Mehmet Ağar “akil adam”, 90’larda kontrgerilla tarafından katledilen devrimciler de “kontrgerillanın kendisi” olacaktı.

Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz?

Ayça Söylemez

*ilk olarak BirGün'de yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.