Anna Karenina ve Kadın Özgürlüğü
![]() |
- SİMLA SUNAY - |
Hangisi daha
feminist: Anna Karenina mı Darya Aleksandrovna(Dolli) mi?
"Kadın özgürlüğünün başlıca
simgelerinden biri olduğuna inandığımız Anna Karenina karakteri, ‘sınıfının’
(ve erkeklerin) onu yalnızlığa itmesini umursamadan bildiği yolda ilerler, her
ne kadar kendisi için trajik sonuçlar doğuracak olsa da. Kendini aşka adamış
bir kadındır Anna ve bu uğurda feda edemeyeceği hiçbir şey yoktur.”[1]
Aşkı özgür yaşayabildiği müddetçe kadının
özgür olabileceği düşüncesi çıkabilir yukarıdaki paragraftan. Bir de tam
tersinden bakalım, Cengiz Aytmatov’un Selvi
Boylum Alyazmalım adlı romanı ve uyarlanmış filmleri… “Sevgi emektir”
diyerek hepimizi ağlatan Türkan Şoray'lı, Kadir İnanır'lı filmde, kadın serseri
ve sorumsuz aşkı değil de güvenli ve huzurlu sevgiyi seçmiştir. Seçmiştir
seçmesine ama bir kadının kurtuluşu yine bir erkeğin yanında mümkün
kılınmıştır. (İyi bir erkek bul ve korun!)
Tolstoy’un tüm zamanların en harika
romanları arasında başı çeken Anna
Karenina’sı bir ‘kadın özgürlüğü’ tahlili amacıyla
yazılmamıştır elbette… Ancak yazarın bazı emelleri olduğu kesindir. Kitabın
açılışını da yapan İncil’den bir epigraf, İçim
nefretle dolu, öcümü alacağım,[2]
bize bunu söylemektedir. Tolstoy'un yaşadığı zorlu sürecin parçası olan, bu
süreçte gelişip değişen Anna Karenina, son halini alıncaya dek dört kez elden
geçirilmiş, önemli değişikliklere uğrayan yapıtın ilk taslaklarından beri
korunan en belirgin tek yanı epigrafı olmuştur.[3] Bu epigraf edebiyat
tarihine geçen romanın ilk cümlesinin gölgesinde kalmıştır, pek dikkati çekmez,
Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her
mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır. Tolstoy kendisi de zaman
zaman farklı kaynaklarda söylemiştir ana ‘amacı’ toplumun ahlak yapısını ve
aile kavramını irdelemektir.
Vladimir Nabokov, romanı tahlil
ederken neden Tolstoy’un İncil’den bu alıntıyı yaptığını şöyle yorumlar,
“Birincisi, toplumun Anna’yı yargılamaya hakkı yoktu; ikincisi, Anna’nın da
intikam dolu intiharıyla Vronski’yi cezalandırmaya hakkı yoktu.”[4]
Tolstoy’un, Anna karakterini Puşkin’in
büyük kızı Maria Hartung’dan esinlenerek yazdığı söylenir. Ancak Anna tek bir
kadın değildir. Tolstoy onu çevresindeki pek çok kadını birleştirerek yaratmıştır.
İntihar eden komşu kadın, evlilik dışı hamile kalan kendi kız kardeşi,
bunlardan sayabildiklerimiz.
Tolstoy’un, Anna Karenina’yı karısıyla
arasının kötü olduğu dönemde yazdığı bilinir, yazar aile kavramı üzerine
yoğunlaşmıştır. Ahlakçı bir bakışla, intikam duygusu içinde yazmaya başladığı
ama yazdıkça Anna’yı anladığı ve ona hak verdiği de yorumlar arasındadır. Tolstoy'un
Anna'yı ne denli benimsediğini 8 Mart 1876 tarihinde yazdığı mektupta görmek
mümkündür: "Benim Anna beni bezdirdi, (....) ama bana onunla ilgili kötü
şeyler söylemeyin (...) ne de olsa onu evlat edindim". Daha sonraysa
Tolstoy'un ahlakçı yanın iyice belirginleşmesiyle Anna Karenina'yı tamamen
yadsıdığı 1881 yılındaki mektubunda açıkça dile gelecektir.
Pınar Kür ise Anna Karenina
çözümlemesinde Tolstoy’un her şeye rağmen Anna’dan yana olduğunu söyler ve bunu
da tren rayları altında bile onu, yüzü bozulmamış, güzel olarak betimlemesine
bağlar. Anna Karenina masumdur.
Gelelim pek çok kez sinemaya uyarlanan
Anne Karenina’nın son yönetmeni Joe Wright’ın romanı nasıl yorumladığına. Muhtemelen
gelecekte de uyarlanmaya devam edecek hikâyeyi mekânsal açıdan son derece özgün
bir dille anlatmayı başarıyor Wright. Kentin geçtiği sahnelerin tiyatro diliyle
anlatılmasına karşın kırsalın geçtiği sahneler gerçek mekânlarla kurgulanmış.
Kent ile kırsalı böylesi keskin bir şekilde ayırması romanın da ikiliğinin
(Anna ve Levin) altını çizmiş. Sosyetenin, burjuvazinin, bürokrasinin,
politikanın ve dedikodunun hüküm sürdüğü kentte (Moskova-St.Petersburg)
insanlar sanki yaşamıyor da bir tiyatro oynuyor. Tiyatro dili sadece sahnenin
üzerindeki kısımla kalmıyor, perde arkası, kayan düzlemler, iplerle çekilen
tavanlar, katlar, merdivenler, aynalar, ışıklar, kostümler, suflörler,
makyözler, dublörler… Oyuncular giyinir soyunurken, set ekibi yardım ederken
yani tiyatro ve sinema mutfağından olan ve genellikle gizlenen her şey apaçık
izleyiciye soft-müzikal biçimle gösteriliyor. Tıpkı kentte yaşamak gibi… Şeffaf
olduğunu sandığımız, yani temiz ekmek aldığımıza inandığımız kent…
Anna’nın karşısında yaratılmış bir
karakter olan Levin’in uçsuz bucaksız buğday tarlalarındaki sahneleri, ahşabın rengi
ve gıcırdayan sesi, gaz lambasının ve divitlerin sıcaklığı, tüm gerçekçi
atmosfer kırsal alan içindir. Az önce opera atmosferinde süslü seksapel,
‘güzel’ Anna’yı görürüz az sonra da Levin’in yanından geçen kırmızı pelerinli
köylü, doğal ve ‘güzel’ kadına bakarız. Bu mekân ayrışımı ve dozu iyice
kısılmış, bazen sadece oyuncuların ahenkli yürüyüşleriyle ifade edilen, müzikal
dil filmin en büyük başarısı olarak karşımıza çıkıyor.
Keira Knightley’nin bedeninde tüy gibi
hafif ve incecik Anna, kendi vicdanı ve toplum onu eliyle tutana kadar aşkın
rüzgârıyla uçuyor. Senarist Tom Stoppard’un eliyle romandan çekilip alınan ve
üste çıkarılan diyaloglar kadın özgürlüğü üzerine bir hayli düşünme olasılığı
sunuyor. Daha filmin başında Anna ile çapkın erkek kardeşi Prens Stepan
Arkadyaviç Oblonski (Stiva)’nın eşi Darya Aleksandrovna (Dolli)’nin diyalogları
beni bu yazıyı yazmaya itiyor. Arayı düzeltmeye çalışan Anna, Dolli’ye onca
çapkınlıkları affetmesini doğrudan öğütlemese de yolunu açmaya çalışıyor. “Onu
bağışlayabilecek kadar seviyorsan, bağışla!”[5] diyerek Dolli’yi kendi
sevgisini ölçmeye zorluyor. Oysa Dolli aldatılmanın sonucunda kendi hayatına
dair bir uyanış içinde:
“Evet, gençtir güzeldir o kadın. Ama
benim gençliğimi de güzelliğimi de kim aldı biliyor musun, Anna? O ve
çocukları. Bunca yıl hizmetçilik ettim ona. Bu yolda her şeyim yok oldu.” [6]
Anna (daha sonra aşk ve özgürlük için
mücadele edecek olan Anna) şöyle der Dolli’ye: “…Bu tip erkekler ihanet eder
etmesine ama, aile yuvaları, karıları kutsaldır onlar için. Bu kadınları küçük
görürler aslında. Aile hayatlarında bunların en küçük bir etkisi olmaz…” [7]
Anna, Dolli’nin “peki sen bağışlar
mıydın?” sorusuna önce duraklar sonra “evet bağışlardım” diye yanıt verir ve
söz konusu ‘tümüyle bağışlamaktır’ başkası mümkün değildir. Anna, Dolli’yi ikna
etmiştir. [8]
Kont Vronski ile olan ilişkisi
nedeniyle yaşadığı buhranların birinde şöyle der Anna: “Kanunları kocalar ve
babalar yapar!” Onu kurtaracak kimse yoktur oysa Anna, Stiva’yı kolayca
kurtarmıştır. Yaşadığı mağduriyet onu biraz olsun aydınlatmıştır ama aşka
yenilecektir bu sefer de. Jude Law’ın bedeninde ‘iyi yürekli dindar adam’
portresi ile gönülleri kazanan Aleksey Aleksandroviç Karenin senaristin
kıyağından nasibini alır. Romana oranla çok daha merhametli görünen aldatılan
koca Karenin eğer izleyicilerde acıma duygusu uyandırmayı başaramasaydı senaryonun
kadın özgürlüğünü merkeze aldığını söyleyebilirdik. Ama hikâye bu ya, en sonda,
hayat, sevaplar ve Anna’nın iki güzel çocuğu da Karenin’e kalır. Anna, romanın
belkemiğini oluşturan tren yolunda can verirken Vronski ise Osmanlılarla
savaşmak için yola çıkar.
Feminizmin ‘kadınların aşağılık
kompleksi’ ya da ‘adlandırıldığı için sorunu var eden bir tür hegemonya’
olduğunu söyleyen genç kızlar, kadınlar, entelektüeller ve aydınlar için
yazının başındaki soru da anlamsız olacaktır. 19.yüzyıl feminizm için erken bir
dönemdir üstelik. Peki, neden bu soruyu sormakta bu kadar ısrarcıyım?
Kadın özgürlüğünün simgesi gibi
görüldüğü iddia edilen Anna Karenina,
kadın sorunsalına ne kadar yakındı? Yoksa bireysel bir mücadele mi veriyordu?
Oysa Anna Karenina’dan 25 yıl önce intihar eden Emma Bovary[9] de bireysel özgürlüğünü
elde edememişti. Darya Aleksandrovna
(Dolli) hiç özgür olamamıştı-denememişti bile- ama evli ve 5 çocuklu, ekonomik
özgürlüğü olmayan kadının zorluklarını nasıl da dile getirebiliyordu. (İdrak.)
Tolstoy’a göre kutsal aile her zaman
kazanacaktı. Kutsal ailenin devamı için de kadın susup, dizini kırıp toplum ne
derse onu yapacaktı (Dolli görneği), Anna gibi Stiva olmaya kalkmayacaktı.
Başbakan Tayyip Erdoğan ne demişti, kadınlar ve erkekler ‘eşit’ değildi ve
hiçbir zaman olamayacaktı. Realist-klasik-roman da yaşamı aynadan aksettirmiyor
muydu? Anna da Emma da özgürleşmeye yaklaşmış ama mutlu
olamamıştı.
Neyse ki ‘demokrasi’ kadından yanaydı.
(Öyle değil mi?)
Mutlu(evli) olan her kadın özgür
demekti.
Düzeltilecek bir şey yoktu ki… Karşı
bir söyleme(feminizm veya adını siz koyun) ihtiyaç duyulsun.
Simla Sunay
[1] ÖZGÜRLÜĞÜN TRAJİK SONUÇLARI, Murat Özer, Radikal Kitap Eki, 30/09/2011
[2] Dedi Rab-Romalılar,
XII, satır 19, İncil
[3] İÇERİĞİYLE EPİGRAFIN UYUM ÇERÇEVESİNDE ANNA KARENİNA, M. Özlem Parer,
http://www.littera.hacettepe.edu.tr/TURKCE/16_cilt/ozlem.htm
[4] Son Söz, Vladimir Nabokov, sayfa: 817, Anna
Karenina, Lev Tolstoy, İletişim Yayınları, 2004
[5] Anna Karenina, Lev Tolstoy, sayfa: 76,
İletişim Yayınları, 2004
[6] Anna Karenina, Lev Tolstoy, sayfa: 75,
İletişim Yayınları, 2004
[7] Anna Karenina, Lev Tolstoy, sayfa: 76,
İletişim Yayınları, 2004
[8] Anna Karenina, Lev Tolstoy, sayfa: 77,
İletişim Yayınları, 2004
[9] Madame Bovary, Gustave Flaubert,
İletişim Yayınları
YORUM YAZIN