Paramparçayız Hepimiz!
| - ÇAĞLAYAN ÇEVİK - |
Aslına bakarsak, Emrah Serbes’in bu yazıları daha önce nerede yayımladığının bir önemi yok. Neyi, neden yazdığının önemi daha büyük. O yüzden daha başlarda içbükey bakışlar metinler ifadesini kullandım. Bu kez bir anlatıcı olarak doğrudan Emrah Serbes’in sesini duyuyoruz. Üstelik birçoğu kendi ‘hayatından parçalar’. Kimi zaman babasının ölümü oluyor bu parça, kimi zaman ayrıldığı sevgilisi. Ölümlerin hayatında ve yüreğinde yarattığı boşlukları kapatamamanın sıkıntıları görünüyor birçok sayfada. Ve adam gibi yaşanamamış aşkların hayal kırıklıkları.
Daha fenaları geliyor sonra. Çünkü, sadece onun değil hepimizin acıları çıkıyor karşımıza. 99 depremi ve onun artçı yaralarını okuyoruz. Uzun süre belleklerden silinmeyecek hadisenin unuttuğumuz noktalarını çıkarıyor yeniden suyun üstüne. Yıllarca didinip uğraşıp ancak ev sahibi olabilen insanların dişiyle tırnağıyla kazıdıklarının bir saniyede yerle bir olmasından söz ediyor. Gülüp geçiyoruz. Çünkü ağlayarak, ben bir depremzedeyim demiyor. Aynı yıllarda “depremzedeler yüzünden” (gerçekten bu tamlamayı kullanan insanlara bile rastlamak mümkündü) burs alamayan öğrencilere “biz aldık da ne oldu ulan!” diyor Serbes. Sonra yine gülüp geçiyoruz, çünkü o bursu çatır çatır yediğini itiraf ediyor.
Şimdiki aklım olsaydıMeşhur örnektir: Tolstoy kardeşi için “Aslında benden daha iyi bir yazardı ama bir yazarı yazar yapan zaafları yoktu” der. Emrah Serbes, Hikâyem Paramparça’da bütün “fırlama diliyle” zaaflarını anlatıyor adeta. Bazen bir baltaya sap olamadığını, bazen bu uğurda sapın ucuna balta olmaktan son anda kurtulduğunu itiraf ediyor. Yatan altılı kuponlarını, son ayakta yatıran ata sövmeden anlatıyor.
Hikâyem Paramparça’yı nasıl anlatmalı. Deyim yerindeyse eteğindeki taşları döküyor Emrah Serbes. Günah çıkarıyor, eski sevgililerinden özür diliyor belki, aynı masada içki içtiklerinin şerefine kadeh kaldırıyor, onunla aynı bankta uyumak zorunda kalan yalın ayaklara selam ediyor. Hiçbiri onun yaşadığı hadiseler olmayabilir. Büyük bir yazarlık oyunu yaparak kendini birtakım kurmaca öykülerin kahramanı gibi gösteriyor olabilir. Bunun da bir önemi yok. Çünkü misak-ı millî sınırları içerisinde muhakkak birileri yaşamıştır bunları. Ve birileri söylemiştir en yakın arkadaşına, şimdiki aklı olsaydı o hatayı yapmayıp bugün buralarda olmayacağını... Arkadaşı içinden geçirmiştir, “ulan o zaman da şimdiki aklın olmazdı” diye. Emrah Serbes şimdiki aklıyla “o zamanlar”ını anlatıyor. Hiç de pişmanlık duymadan.
Bu kadar yazdıklarımıza bakıp, sadece kişisel itiraflar silsilesi sanmamalı kitabı. Başka notlar da aktarıyor. Büyük ustaların veya onların büyük eserlerinin bize söylediklerinin altını çiziyor yer yer. Dostoyevski’nin, Flaubert’in, Emil Ajar’ın bize anlattıklarını ele alıyor birkaç cümleyle. Ülkenin karnesindeki en büyük kırığı ve asla kullanılmayacak kanaat notunun sebebini izah ediyor. “1915’ten Hrant’a kadar.” Uzun uzun ahkâm kesmiyor, ama bir yandan aforizma “aforuyor” (şayet böyle bir fiil çekimi mümkünse) gedikleri eteğindeki taşlarla doldurmak için.
Okkalı hikâyelerTek tek neler yaptığını sayıp döktük. Eksik kalmamalı... Uzunlu kısalı öyküler yazdığının altını çizmeli Emrah Serbes’in. ‘Aforduğu’ aforizmaları bir öykü kahramanının düşünceleri olarak kabul etmek de mümkün, uzun uzun anlattığı olayları da. Haliyle kendisinin, içinde bulunduğu memleketin ve zamanın bir arada olduğu bir muhasebesini yaparken benim, onun, bir başkasının öyküsünü anlatıyor. Öyle değil midir gerçekten; bu ülkede 3 tane bira içip sarhoş olanlar ertesi gün sayıyı 13’e çıkarmaz mı? Kendinden büyük, çekici kadınları görüp yaşını söylerken bir iki yıl ilave etmez mi erkek milleti? Yıllarca evlenmekten köşe bucak kaçanların, daha sonra ulan yalnız öleceğiz bu dünyada diye sözde entelektüel özde arabesk buhrana bağlanmaz mı her cümlesi? Öyle bir olur ki... İşte sözünü ettiğim fırlama diliyle bunları anlatıyor gayet okkalı hikâyelerinde.
Okkalı dememin sebebi basit. Sadece Galip İşhanı değil, Kıpırdama Yazıyorum, O Gece, Hüzünlü Piç, Ahmet’i Öldüren Ağaç ve daha pek çok parça daha... Kimse onların birer öykü olmadığını söyletemez okuyana.
Hikâyem Paramparça’da Emrah Serbes, parçaları oldukça etkileyici bir şekilde bir araya getiriyor. Kendi hikâyesi kadar memleketin hikâyesini de anlatıyor. Dün olmuş olayları da, yıllardır kapanmayan yaraları da aktarırken kendi parçalanmış hikâyelerinden hareket ediyor. Tüme vardığımız noktada ise okuyanı mutlu eden bir sona bağlanıyor. Emrah Serbes’in hayatını merak edenler için, kendi yaşantısından bölümler de olabileceği gibi, kısalı uzunlu gerçekle kol kola öyküler toplamı da aynı zamanda.
Çağlayan Çevik
Hikâyem Paramparça
Emrah Serbes
İletişim Yayınları
2012, 176 sayfa, 14 TL.
*radikal kitap
YORUM YAZIN