Hamza Aktan: Bir Kitap Öyküsü; Bildiğiniz Gibi Değil
![]() |
- HAMZA AKTAN - |
Bundan beş yıl önce, benim de dahil olduğum, çocukluk ve ilkgençlikleri PKK’li yılların en çatışmalı dönemlerinde geçmiş genç Kürt kuşağını tanımayı/anlatmayı dert edinen bir kitap çalışmasına başladım. Amacım 20’li yaşlarındaki Kürt gençlerinin düşünce ve duygu dünyalarını anlamak, dolayısıyla Türkiye’de nasıl bir vatandaşlık pratiği içinde olduklarını anlatmaktı.
Bunun için de her biri farklı bir Kürt kentinden gelmiş gençleri bulup söyleşiler yapmaya başladım. Mardin, Siirt, Hakkari, Iğdır, Muş, Bingöl, Diyarbakır, Dersim, Van, Şırnak, Batman gibi kentlerden gençlerle “derinlemesine” sayılabilecek söyleşiler gerçekleştirdim. Bu söyleşilerde gençlerle çocukluk yıllarından başlamak üzere, neler yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını ve tüm bunların hayatlarında nasıl izler bıraktığını, sosyal yaşantılarında nasıl etkileri olduğunu, Türk-Kürt akranlarıyla olan iletişimleri, Türk bürokrasisi, toplumsal hayatıyla ilişkilerini konuşuyor, tartışıyordum.
Söyleşiler birçok yönüyle Kürt toplumunun en azından genç kesiminin düşünce ve duygu dünyasını anlamak açısından önemli veriler sunuyordu. (Bu söyleşilerden bazı bölümlere daha sonra Kürt Vatandaş isimli kitabımın “Kürt Genci Olmak” başlığında yer verdim.)
Söyleşi yaptığım gençler arasında gazeteci arkadaşım Gülşen İşeri’nin tavsiyesiyle tanıştığım Batmanlı bir genç kadın da vardı. Bu kişiyle de yaptığım uzun söyleşileri, askere gitmeye karar verdiğim 2008’in Ağustos ayında, deşifrelerini de yaparak bir taslak halinde İletişim Yayınları’na gönderdim. Askerlik 2009’un Ocak ayında bitti, iki ay sonra, bu defa iki yıllığına kalmak üzere Londra’ya gittim. Londra’da kaldığım süre boyunca da kitap üzerine çalışmaya/kafa yormaya devam ettim. Niyetim Türkiye’ye döndükten sonra söyleşilerle hakkıyla ilgilenmek ve kitabı tamamlamaktı.
Fikirden ‘esinlenme’Ancak Türkiye’ye geldikten kısa süre sonra, sanırım 2011’in Haziran ayında, söyleşi yaptığım gençlerden birinin çalışmamla birebir aynı bir kitap hazırladığını, bu çalışmanın bir-iki hafta sonra Metis Yayınları’ndan çıkacağını öğrendim. Söz konusu kitap, çocukluğu 90’lı yıllarda geçmiş Kürt gençleriyle yapılmış söyleşilerden oluşuyordu. Kitabın ismi için de Bildiğin Gibi Değil başlığı uygun görülmüştü.
Belki bir şekilde çalışmamla ilgili haber almış birinin, örneğin sık yaşandığı gibi bir gazeteci meslektaşın fikirden “esinlenip” böyle bir kitap hazırlaması veya hiç tanımadığım birinin benzer bir düşünceden hareketle böyle bir çalışma yapması, bu derece rahatsız edici olmayacaktı. Ancak benim hikâyesini yazacağım, bunun için kendisiyle söyleşi yaptığım, yapılan söyleşinin nerede ve hangi bağlamda kullanılacağını her yönüyle bilen bir kişi, benim yokluğumda, bu çalışmanın aynısını kotarmıştı bile. Bir anlamda kitabın karakterlerinden biri, yazarı olmuştu. (Bu kişiyle 2008’de yaptığım söyleşi, ardından kendisiyle konuyla ilgili bir yazışmamız da mevcut. 2009’daki bir e-mailleşmede kendisine kitabın taslağını yayınevine gönderdiğimi aktardıktan sonra, kendisi kitap için bir sponsor arayışında olup olmadığımı soruyor. Öte yandan kitapta tercih edilen sorunlu dil ve kullanılan vurgulara dair eleştirilerimi de saklı tutuyorum.)
Bu her yönüyle can sıkıcı olay karşısında başvurulacak herhalde bir-iki yol vardı. Biri fikir-telif hakları çerçevesinde dava açmak olabilirdi. Ancak Kürt meselesinde taraf olan Türk mahkemelerine böyle bir kapsamda başvurmak ahlaki açıdan doğru değildi.
İkinci yol, belki şimdiki olabilirdi, insanlara anlatmak. Ancak yine konu Kürt meselesi gibi psikolojik ağırlığı fazla bir konu olduğu için genel manzara içinde tali sayılabilecek böyle bir meseleyi öne çıkarmak da bana ahlaki gelmedi.
Kitap projesini “düşünüp” hayata geçiren kişiye telefonda söylediğim gibi, konu Kürt meselesi olmasaydı, bu iki yola da vakit kaybetmeden başvuracaktım. Yine de başta Metis Yayınları’nın editörü Semih Sökmen olmak üzere bu çalışmaya destek veren bazı isimlerle şikâyetimi paylaştım.
Bir süre sonra kitabın ikinci yazarı Funda Danışman aradı, arkasında böyle bir hikâye olduğunu bilmeden projeye dahil olduğunu, ancak öğrendikten sonra üzüldüğünü belirterek kendi adına özür diledi. Diğeriyse benim çalışmamla kendisi arasında farklar olduğunu savunmakla yetindi. Ben ise yukarıda bahsettiğim nedenlerle meseleyi daha fazla büyütmemeyi tercih ettim, konu böylece bir süreliğine de olsa kapandı.
‘Kişisel bir mesele mi?’Ancak kitap ve hikâyesi medyadaki görünürlüğünün dışında çeşitli vesilelerle beni takip etti ve rahatsızlık vermeyi sürdürdü. Meselenin paylaştığım birkaç kişinin ötesinde bilinir ve tartışılır hale geldiğini, bir süre sonra arayıp “bunu yazmalısın” diyen arkadaşlardan öğrendim.
Ardından Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin Kürt gençleriyle ilgili bir paneline yönelik daveti, programlarında bu kitabı yazan kişiler de olduğu için kabul etmedim. Kitabı hazırlayanların kendileriyle yapılan söyleşilerde “kitap fikri nasıl doğdu” sorularına verdikleri yanıtlar da bir hayli can sıkıcıydı.
Son olarak Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü ile Heinrich Böll Stiftung Derneği, 7-8 Aralık’ta düzenledikleri bir panel için davet ettiğinde karşıma yine bu kitap ve konuşmacı olarak hazırlayıcısı çıktı. Bu panele de aynı gerekçeyle katılmadım. Ancak panel davetlerini geri çevirirken hem arkasındaki kitap hikâyesini uzun uzun anlatma imkanı yoktu, hem de buna gerek görmedim. Fakat bu imtinanın da yanlış anlamalara yol açabileceğini “kişisel bir mesele mi?” sorularıyla karşılaştığımda anladım.
Dolayısıyla ileride bu tür yanlış anlamaları da engelleme niyetiyle, aslında bir buçuk yıl gecikmeyle yazılmış bu yazıyla kişisel bir rahatsızlığı paylaşmak kadar, Kürt meselesindeki üretim alanlarının dahi kapkaçlarla karşılaşabildiğini bir örnek olayla anlatmayı gerekli görüyorum. Bu hikâyenin de “medyalaşmanın” toplumsal fenomene dönüştüğü, birçok şeyin gerçekten de bildiğimiz gibi olmayabileceği bir dönemde en azından fikir haklarına yönelik zayıf duyarlılığa güç katmasını umalım.
Hamza Aktan
* ilk olarak Radikal Kitap'ta yayımlanmıştır.
YORUM YAZIN