Header Ads

Ölüm ve Yas

- SİBEL KARADAĞ -


Emir Gönel’in anısına.. 


Gazetelerde çıktı ölüm ilanı. Çabucak derlenip özetlenmiş yaşamı.

‘Başarılı öğrenci canına kıydı’ başlığı atılmış.

Onlar başarıyla bitirdiği okulları sıralarken, benim gözümde o güzel gülüşü beliriveriyor. Bulunduğu ülkeler sıralanırken, ben oralardaki hikayelerimizi hatırlıyorum. ‘Eğitimini başarıyla tamamladıktan sonra’ diyor, ben onun hayallerini, umutlarını, düşündeki hayatı düşünüyorum.

‘Askerlik için birliğine teslim oldu’ diyor, ben boğazımda kocaman bir düğümle nasıl bir ruh haliyle dönmüş olabileceğini, ondan gidenleri hayal etmeye çalışıyorum.

‘Babasını kaybetti’ diyor, ben onun yaşadığı acıyı tasavvur etmeye çalışıyorum, beceremiyorum.

‘Henüz bilinmeyen bir nedenle evdeki eşyaları kırıp döken’ diyor, ben onun bilinmeyen kırıklıklarını, umutsuzluklarını, tamir edemediği parçalanmışlıklarını hissediyorum.

‘Başarılı bir insandı’ diyor, bense onun insanlığını hatırlıyorum, o güzel dostluğunu.

‘Babasını kaybedince bunalıma girdi’ diyor, bizim kendi bunalımımızı hatırlıyorum.

‘Kavga ettiği kız arkadaşı’ diyor, ben onun sevdiğiyle düşlediği şeyleri düşünüyorum.

‘Camı açtı, atladı’ diyor, gözümde o sakin, naif, derin sessizliği beliriveriyor.

Yazı, ‘polis olayla ilgili soruşturma başlattı’ diye bitiyor, ben susturamadığım zihnimle ‘gerçek’ hayata dönüyorum.

Kim bilir kaç kişi bu haberi 3 dakikada okudu ve sayfayı çevirdi? Kim bilir ben her gün kaç kişinin ölüm haberini 3 dakikada okuyup sayfa değiştiriyorum? Kim bilir her gün kaç kişinin ölüm haberini düzenin önemsediği iki satır sıfatla özetleyip geçiştiriyoruz ya da kaç kişininkini haber yapmaya bile değer görmüyoruz? Kim bilir her gün kaç kişinin hayatı hayat, ölümü ölüm sayılıyor?

Her gün kaç kişi daha, biz yok saydık, unuttuk, görmezden geldik diye ölmüş olmuyor? Kaç kişinin ölümü kafalarımızdaki duvarları aşıp yası tutulabilir hale gelemiyor da hayattaki sonsuz eşitsizliğimiz yas hiyerarşisiyle ruhsat kazanıyor?

Ölen kişiye ne olduğunu merak ederken, hangimiz 3 dakika da bize asıl ne olduğunu, nasıl bu hale geldiğimizi düşünüyoruz? Önü alınamaz hırslarla müstakil kişilikler yaratmaya heveslenirken, kaçımızın aklına geliyor aslında bir başkası için ya da bir başkası sayesinde var olduğumuz?

Kaçımız o ‘kutsal hassasiyetlerimize’ hakaret saydığımız ölümlerin yasını tutmuyoruz, tutulmasına dahi mani oluyoruz? Kim bilir her gün kaç kişinin daha yasını tutmayarak onları insanlıktan çıkarıyoruz? Ve kaçımız her gün rutinlerimizi yapıp ‘ödev’lerimizi yerine getirirken giderek azaldığımızı farkediyoruz?

Ölümün yasını kaybettiği, yaşamdan daha kutsal hale geldiği, hatta ‘adam gibi’ yapılan türevlerinin dahi cüretkarca sarfedildiği, birbirimize temasımızın salt şiddetten ibaret hale geldiği bir zamanda, kırılgan hayatlarımızın büyük çaresizliğini en iyi Judith Butler özetliyor:

“Çünkü eğer senin tarafından allak bullak edildiysem, demek ki sen zaten bendensin ve ben sensiz hiçbir yerdeyim. Önce tercüme etmeye çalışıp sonra seni tanıyabilmem için kendi dilimin kırılıp boyun eğmesi gerektiğini görerek ‘sana’ nasıl bir tarzda bağlı olduğumu bulmadan ‘biz’i bir araya getiremem.”

Olur da bir gün gelir, ölümlerimiz değil yaşamlarımız kutsanırsa; olur da bir gün gelir, insanlarımızın eşit yasını tutabilirsek, belki o zaman hepimize yetecek bir mavi gökyüzümüz olur. Eminim Emir de öyle bir dünyanın hayalini kurardı.


Sibel Karadağ

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.