Header Ads

Ragıp Duran: Erdoğan, Siyasi Bir Alex mi?


Türkler, en çok futbol ve siyasetle uğraşır. Aslında bu ilgi, bu iki alandaki başarısızlıklardan mı kaynaklanıyor acaba? Futbol çok siyasî bir oyun olduğu gibi, siyaset de Türkiye’de futbolun kalitesinde tezahür ediyor. İki alan birbirine çok yakın, birbirini çok etkiliyor. Daha çok menfî bir şekilde…

 Tenakuzlara devam.

Geçen hafta unutmuştum: FB Teknik Direktörü Aykut Kocaman, önce, “kafamdaki plana göre Alex’in kadroda yeri yok” dedi, 12 saat sonra Alex’i kadroya aldı ve İstanbul’daki Spartak Moskova maçında Alex’i ikinci yarı oyuna soktu. Ne oldu ki 12 saatte?

Bağlı olarak bir başka konu: Fenerbahçe, tüm direnişine rağmen Şampiyonlar Ligi’nden düştü. Türkiye için olumsuz yanı, ülke puanı azalacak. Galatasaray için olumlu yanı, Şampiyonlar Ligi’ndeki tek Türkiye takımı Cimbom olduğu için, yayın havuzundan birkaç milyon euro daha GS’nin kasasına girecek.

Futbolla devam edelim. Önce Eskişehirspor, ardından Bursaspor’un Avrupa kupalarından elenmesiyle, mevcut siyasî ortama da uygun olarak, aslında büyük ölçüde klostrofobik bir şekilde, kendi liglerimize kapandık. Televizyondan da İngiliz, Alman, İspanyol ligleri maçlarını izleyip “adamlar oynuyor kardeşim” diyeceğiz. Şimdi böyle bir ortamda, millî takımdan, hem de Hollanda karşısında başarı bekler misiniz?

Galatasaray, Avrupa’da başarılar sağladığı yıllarda, millî takımın da iskeletini oluşturduğu için, ayrıca hem sportif hem moral açısından olumlu bir rüzgâr yakalanmış olduğu için, millî takım da başarılı sonuçlar almıştı.

Şimdi millî takım Hollanda karşısında başarı kazansa tenakuz, çünkü millî liglerimizdeki takımlar sapır sapır döküldü Avrupa sınavlarında. Başarı kazanmasa da tenakuz, çünkü eski ve bugünkü millî takım, çoğunlukla, Avrupa’da oynayan oyunculardan kurulu. Üstelik de çoğu başarılı sonuçlar almış takımlar. Emre ile Arda, az buz değil, daha bu yıl UEFA kupası ve Süper Kupa kazanmış Atletico Madrid’de oynuyor.

Bir tenakuz da millî takımın oyuncu tercihlerinde. Bu takım millî takım mı, yoksa Avrupa’da oynayan Türk futbolcular karması mı?

Tenakuz sadece futbolda mı?

Son seçimlerde yüzde 50 oy almış iktidar partisi AKP medyada yüzde 90’lık bir egemenlik (buna da mı “alan hâkimiyeti” diyeceğiz?) kurmuş olmasına rağmen Başbakan Erdoğan’ın hâlâ medyadan şikayetçi olmasına ne demeli? “Biz bunların (buradaki ‘bunların’ sözcüğündeki aşağılama tonlamasına dikkat!) genel yayın yönetmenlerini topladık, söyledik ama…” mealinde bir şeyler söyledi. Erdoğan hâlâ gayrımemnun.

Ben o zamanlar Londra’da BBC Türkçe servisinde çalışırdım. Birkaç yıl önce rahmetli oldu. Şimdilerde internette ilginç işler yapıyorlar. Thatcher dönemiydi. Ve Demir Kadın IRA ile savaşırken, “teröre ilişkin haberler terör örgütlerinin oksijenidir” cevherini yumurtlamıştı. Yine o dönemde Britanya demokrasisi, kısıtlama olarak, getire getire, IRA ya da Sinn Fein yöneticilerinin televizyonda canlı yayına çıkmalarına yasak getirmiş, diğer TV programlarında da kendi sesleriyle konuşmamalarını buyurmuştu. O gün sesi kesilenlerden Adams’lar, McGuiness’ler bugün Kuzey İrlanda eyaletinde Meclis Başkan Yardımcısı, Millî Eğitim Bakanı filan oldular. Haberlerine önce sansür, sonra da ambargo konan IRA, taleplerinin yüzde 95’inin karşılanmasının ardından silahlı mücadeleyi bıraktı ve tarih defterine adını altın, platin, elmas harflerle yazdırdı.

Bu konuda arşivler fazlasıyla öğreticidir. Eskiden terörist olmakla suçlanıp sonra devlet başkanı olan da vardır. Bu nedenle her zaman her yerde ihtiyatlı olmakta aşırı yarar zuhur eder.

Tenakuz şu ki, Chomsky yıllar önce söylemişti: “Sansürle, bir bilgiyi, bir süreliğine bir kesimden gizleyebilirsiniz, ama ilelebet herkesten gizleyemezsiniz.” Chomsky bu saptamayı yaptığında internet bugünkü kadar popüler değildi, internet erişimi de bugünkü kadar yoğun ve yaygın değildi.

Erdoğan’ın çevresinde herhalde medyadan, sansürden, iletişimden anlayan birkaç danışman, uzman vardır. Eskiden önemli bir akademisyen de vardı, ama sonra onu Eskişehir milletvekili yaptılar. Gerçi mesele kaliteli, bilgili, sağduyulu danışman meselesi değil.

Benim en son duyduğum, Başbakan’ın en yakınındakileri bile dinlemediği… Hele prompter filan yoksa, canlı yayın ya da soru-cevap bölümündeysek, Erdoğan, dilin kemiği olmadığını kanıtlıyor her seferinde. Ee, Sultan’a söz de edilmez ki… “Nasıldı, iyi miydi?” diye sorunca Erdoğan, çevresindeki yağ küpleri hep bir ağızdan “müthiştiniz efendim”i patlatıyor hemen.

Yalnız son zamanlarda dikkatli okurun gözünden kaçmamıştır herhalde, Koru, Ilıcak, Baydar gibi iktidar yanlısı kalemler bile Erdoğan’ı hafif de olsa uyaran yazılar yazıyor. Yıkımdan sonra “ama ben onu uyarmıştım” demek için mi acaba? Öyleyse, bizim onları uyardığımız tarihi mi hatırlatalım şimdi burada?

Bu kesim içinde, koyu tenakuz düşmanları da var. Er olan sözünden dönmez derler, iktidar destekçiliğinden kolay kolay vazgeçmezler. Hasan Cemal’in iktibas ettiği Tan Oral karikatürü bir karede ne kadar çok şeyi ve ne güzel, ne sade anlatıyor, değil mi?

Hesap sormakla yargılamak arasında nasıl bir fark var? Eleştirmekle mahkûm etmek arasındaki farka benziyor mu? Mümtaz matbuatımızda asparagas yaptığı, iktidar dalkavukluğu icra ettiği, yalan haber uzmanı olduğu için teşhir edilen, cezalandırılan, meslekten men edilen bir gazeteci hatırlıyor musunuz? Bu etkinliği tabii ki Başbakan ya da özel yetkili mahkemeler yapmayacak. Meclis’in de işi değil bu süreç. Ama medya akademisyenleri yapacak, ama gazeteci sendikası, gazeteci meslek örgütü yapacak, daha da önemlisi, okur yapacak.

Teorik olarak durum budur.

Ragıp Duran

*birdirbir.org adresinden alınmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.