Baudrillard'da Yabancılaşma ve Cinsel Kimlik
Baudrillard’a göre yabancılaşma, şeytanla anlaşmadır; ticarete dayalı (kapitalist) toplum yapısının ta kendisidir. Tüketim, kültürel sistemimizin üstüne temellendiği sistematik bir etkinlik biçimi; sadece eşyalarla değil, aynı zamanda toplum ve dünya ile ilişkimizde etkin bir biçimdir. Eşyanın birincil konumu, eşyanın kullanım değerleriyle değil, sembolik değişim değerleriyle ilgilidir.
Emeğimiz, işimiz ve eylemlerimiz yapıldıkları andan itibaren nesneleşiyor, bizim dışımıza çıkıyor; denetimimizden kurtuluyor ve bir bakıma şeytanın eline düşüyor. “Tüketimin öznesi göstergeler düzeni” olduğundan ve her yapıp etmemizin bir meta mantığı genellemesi içinde tüketilebilir bir göstergeye dönüşmesinden ötürü de şeytanla anlaşmak zorundayızdır. Çünkü kendi varoluşumuzu, kendimizin dışına attığımız bizden türeme bu göstergelerin konumuna göre, yani toplumsal aynadaki imgelerimize bakarak anlamlandırabiliriz. Artık tüketim toplumunda cinsellikten fantazmalarımıza kadar tüm insan etkinliklerinde ve ilişkilerde yabancılaşmadan kurtulmanın olanağı yoktur.
ŞEYTANIN KUYRUĞUNU ÇEKİVEREN ENTELEKTÜELHemen tüm yapıtları, özellikle Oğuz Adanır’ın olağanüstü gayretleriyle dilimize de çevrilmiş olan Baudrillard’ın sistematik sosyolojik yaklaşımlardan en farklı ve onu yaratıcı kılan yanı, objektiflik uğruna düşüncelerinden ödün vermemesi, yaşananın tanığı olarak uzanabildiği her yandan deklanşöre basmasıdır. Dolayısıyla onun saptadığı görünümlerin bir araya gelmesinden oluşan manzara çarpıcı ve edebi bir nitelik taşır; bilimsel söylemin kuru griliği bu manzaraya fon bile olamaz; manzaranın içinde tek tek bireyler de vardır, tüm bir toplum da. ‘Meta mübadelesi’ gibi insan ilişkilerinde belirleyici bir rolü olduğu sanılan ekonomik bir hücre aramaya kalkmaz Baudrillard. Teorik bir model içine ‘toplumsal olguları’ yerleştirme gibi büyücülük işlevleri yüklenmez kendine. Şiire yakın bir ifadeyle konuşur. Şiirin imgelerle hakikatin peşine düşmesi gibi düşer şeytanın peşine, yakaladığında da çekiverir kuyruğunu.
Teoriyle dünyanın değişmeyeceğini bildiği gibi, teoriyle dünyanın tanımlanamayacağını da bilir. Cinsel kimlik konusuna geçerek Baudrillard’tan söz etmeyi ve bu yazıyı yazmakla muradımıza ulaşma çabamızı sürdürelim.Önce “anormal”i keşfedip ardından bir yolunu bulup geçerli bir tanım geliştirmek, onun ardından tanımın objektifliğini sözümona sınamaktır ruh sağlığıyla ilgili bilimlerin yöntemi. Cinsel kimlik konusunda şöyle denir örneğin: “Cinsel kimlik, kişinin hangi cinse ait olduğunu bilme duyusudur;”Ben bir erkeğim” veya “Ben bir kadınım”ın fark edilmesidir.” Günümüzün egemen psikiyatri anlayışına göre cinsel kimlik, özel bir cinsel rol yaşantısı, cinsel rol ise cinsel kimliğin genel ifadesidir. Cinsel rol, birinin ne dereceye kadar erkek veya kadın olduğunu kendi kendisine veya başkalarına göstermek için söylediği ve yaptığı her şeydir.
Cinsel kimlikle ilgili rahatsızlıkların kimi biçimleri süreklilik gösterirken kimileri de farklıdır. Bu rahatsızlıklar hafif olduğunda kişi kadın ya da erkek olduğunun farkındadır ama böyle bir cinsiyeti yaşamaktan dolayı huzursuzdur ve bunu kendisine uygun bulmaz. Transseksüalizmde olduğu gibi şiddetli ise, taşıdığı cinsiyetten dolayı huzursuz olmakla kalmayıp, karşı cinse ait olduğu duygusunu da taşır. Hemen görüleceği gibi bu tanımlarda biyolojik varoluşa birincil düzeyde önem veren egemen kültürel bakışın etkisi belirleyici konumdadır ve tanımın işlevi, son tahlilde, olanca objektif olma çabasına rağmen kültürel bakışı hem haklı çıkarmakta hem de gizlemektedir. Homoseksüelliğe biyolojik bir kanıt arama girişimleri de bu nedenle egemen paradigmanın bütün belirtilerini taşımaktadır.
CİNSİYET FARKLILIKLARI ORTADAN KALKIYORBaşka türlü nasıl bakılabileceğini görmek için Baudrillard’tan uzun bir alıntı yapmama izin verin. 1986’da Amerika izlenimlerine şunları yazar düşünür:
“Cinsellik alanında yeni bir gelişme. Orji bitti; özgürlük bitti. Aranılan artık seks değil, insanlar artık cinsiyetlerinin peşindeler; hem ‘görüntü’ (look) hem de onun genetik yapısı anlamında. İnsanlar arzularıyla onların tatmini arasında gidip gelmiyorlar artık. Bu salınım şimdi onların genetik yapılarıyla (keşfedilecek) cinsel kimlikleri arasında. Bir zafer sarhoşluğu evresinden sonra kadın cinsiyetinin kendini göstermesi, erkek cinsiyetinde olduğu kadar kırılgan bir hale geldi. Şimdi yerlerini kimseler bilmiyor... Cinsiyet özelliklerinin tebarüz etmesindeki inişe bağlı olarak farklılığın ortadan kalkması daha genel bir problemdir. Görünür erkeklik işaretleri, sıfıra doğru yol alıyor; kadınlık işaretleri de öyle. İşte böyle bir konjonktürde yeni idollerin ortaya çıktıklarını görüyoruz; tanımlanamayanın meydan okuyuşunu kabul eden, karışık cinsel kimlik ve cinsel tutum gösteren yeni idollerin ortaya çıktıklarını. ‘cinsel kimlik şaşkalozları’. Ne erkeksi, ne kadınsı ama kesinlikle homoseksüel de değil. Boy George, Michael Jackson, David Bowie...
Önceki neslin idolleri abartılı seks ve zevk figürleri iken bu yeni idoller, onlardaki tanım eksikliğini ve farklılık numarası sorununu herkesin gündemine getiriyorlar. Acaba biz burada, şimdi geçip gitmiş olan cinsel özgürlüğün -ki bu özgürlük yalnızca bir modaydı- post-modern bir versiyonunu mu görüyoruz, yoksa, bu tüm modern döneme damgasını vuran bir önceliğin, cinselliğin daha evvelki önceliğinin yitirilmesi üzerine temellenen bizim kendimizi algılayışımızda biyososyolojik bir mutasyon mu? Cinsel kimlik araştırması: Yeni bir Sınır.”
Sürekli uyanık kalmak için hep kendi kendini iğneleyen bir düşünce tarzı var Baudrillard’ın. Dili de ona göre. Bir yıl sonra “Liberation”a yazdığı makalede cinsel kimlikle ilgili görüşleri daha yaygınlık ve belirginlik kazanıyor: “Biz hepimiz simgesel olarak transseksüeliz... Herkes kendine bir ‘görüntü’ arıyor. Kendi varlığımızı öne sürmek mümkün olmadığına göre (artık bakışmak yok, baştan çıkarma sona erdi!) geriye ne var olmak ne de hatta bakılmak kaygısından uzakta görüntü olarak davranmak kalıyor.”
Böyle diyor Baudrillard: “Biz hepimiz simgesel olarak transseksüeliz.” Böyle diyebilmek için kendisinin de dokunduğu kumaştan herkese aynı boyutlarda bir elbise dikmek amacıyla ölçüp biçmek yerine -ki o zaman elbisenin uymadığı kimseleri kolayca saf dışı etme hakkımız doğar- kumaşın niteliğini anlamaya cesaret edecek bir düşünce militanlığı gerekli.
EROL GÖKA
*star kitap

YORUM YAZIN