Header Ads

AKP’nin Hegemonya Savaşları ve Varolması İstenmeyen Şövalye


- GÖKSUN YAZICI -

Son dönemdeki gündem ve Meclis’in toplanıp toplanmayacağı tartışmaları, hegemonyanın kuruluşuna dair bildiklerimizi doğruladı. Hegemonik güç tartışma çerçevesini ve kavramları belirler, bu yönde çaba sarfeder. AKP Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik “birkaç Mehmet öldü diye Meclis’i açmayız” diyerek Meclis’in “söz” ufkunun bu hegemonya ile kurulduğunu söylüyor. 28 senedir bu hegemonyayı kırmak için sürdürülen direnişin sözlerinin batının anlam evrenine girmemesi için hegemonyanın çerçevesini sıkı tutuyor. Burjuva temsilî demokrasisinin, lafta olsa da farklı grupların müzakere alanı olmasını yadsıyor. Foucault’yu doğrulayarak, Meclis’in hegemonik bir güç alanından başka bir şey olmadığını beyan ediyor. Hüseyin Çelik bu sözleriyle ayrıca asker cenazeleriyle yükselen milliyetçi duyguların altını da oydu. Milliyetçi yükselme, ölen askerlerin yaşamları, öksüz kalmış çocukları ve ağlayan annelerine dayanıyor, ancak Çelik askerlerin araçsal olduğunu, yönetenlerin bu genç yoksul çocukları önemsemediğini neredeyse anti-militaristlerin ifade ettiği kadar açıkça dile getirdi. AKP Başkan Yardımcısı Çelik daha sonra yanlış anlaşıldığını ifade etti, ancak anlaşılması gereken anlaşılmıştı.

Hegemonyanın sözler ve semboller üzerinden kurulduğunu uzun zamandır gösteren en önemli sembol ise elbette “AK Parti” yazımının dayatılması. Sütten çıkmış ak kaşık parti mesajıyla birlikte pompalanan bu yazıma karşı çıkanlara Erdoğan “terbiyesizler” demişti. Son olarak Bülent Arınç ise “AK partiye AKP diyenlerin başına AK Parti kadar taş düşsün” dedi. Bu hegemonya savaşında başımıza AKP kadar taşın çoktan düştüğünü söyleyebiliriz.

Bildiklerimize eklediğimiz bir şey de oldu. Teori ve pratik arasında yüzyıllardır kurulmaya çalışılan “birlik” hegemonik gücün gözünde kurulmuştu: Söz ederseniz gerçek olur. “Terör örgütü”nün propagandasını yapmamak için Şemdinli’de olanlar konusunda güçlü bir sansür mekanizması çalıştı, Hüseyin Aygün’ün kaçırılması ve bırakılmasının ardından söylenmek istenen barış sözleri susturuldu. Yani egemenler şunu söylüyor: Barış derseniz barış gelir ve barış dersek diğer tarafı da dinlemek zorunda kalırız, maazallah. O yüzden “söz”ler konusunda çok hassas hegemon güç. “Şemdinli’de bomba neyse Ankara’da kalem odur” diyen İçişleri Bakanı Şahin teori ve pratiğin “birliğini” kuruyor: Konuşan yapar, yazan eylemiştir, söz gerçektir, dünyayı değiştirir. Kavramların içini boşaltan, örneğin özgürlük kavramını “tüketim özgürlüğü”ne indiren neoliberal taktiği bile kullanmıyorlar; babaya hayır demenin isyan olduğunu bilen eski despotluğun “bilgeliğiyle” hareket ediyorlar. Sözün eylem olduğu ender tarihsel anlardan birindeyiz; Marx’ın “praksis” hayalindeki söz ve eylem birliği, teori ve pratik birliğini hegemonun despotluğu kurdu.  Evinde 19 çakmak bulunan öğrenci davasında, çakmakların “terör örgütü üyeliğine delil” sayıldığı “garip” bir pratik bu. Ütopyadan çok, distopya.

AKP hegemonluk savaşını tartışmanın çerçevesini, sözlerin sınırını belirleyerek çiziyor. Yıldırım Türker’in editörle anlaşmazlığını “karşılıklı olarak çözememesi” üzerine Radikal’den ayrılması, “sansür” kavramının da dile getirilemeyeceğini anlattı. Eyüp Can, Türker’in dolaylı anlatımına hemen sahip çıkarak “anlaşmazlığı karşılıklı olarak çözemedik” dedi. “Sansürledim, başım belaya girecekti, ben zaten AKP eleştirisi istemiyorum” demedi. Eski despotluğun ütülü pantolonlar ve işadamı nezaketiyle yer değiştirdiği bir andı. Dışişleri Bakanı’nın Myanmar’a gidişini eleştirdikten sonra Başbakan’dan azarı yiyen ve hemen “Türkiye’de güzel şeyler oluyor” frekansına bağlanan Cüneyt Özdemir de Eyüp Can ile aynı jilet gibi ütülü pantolonu giyiyor. “Medya analizi” her zaman hegemonya analizidir; Meclis’te toplanmayan hükümete karşı devletle devlete isyan edeni aynı potada eritip “totalitarizm” – “otoriter” eleştirisini devlete değil, isyan edene yönelterek hem paçayı kurtarıyor hem de hegemonyanın kavram çerçevesini pekiştiriyor.

Gündem ve karşı gündem
“Terör örgütü”nün propagandasını yapmamak uğruna ne Şemdinli’den ne de çatışmalardan söz açan, “terör örgütü istedi diye Meclis’i toplamayız” diyerek burjuva temsilî demokrasisinin bile çok altına düşen mevcut hegemonya, kendi gündeminden başka bir söze tahammül edemiyor. İşte bu noktada, sesi kısılan tarafta ne olup bittiğine kulak kesilmekte fayda var.

Kamuoyu yoklamaları mevcut hegemonik çerçeve içinde yapıldığı zaman, hâkim iktidar ilişkilerini görünmezleştirip yeniden üretmekten başka bir şey yapmaz. “Kanaatler sosyolojisi” denilen bu türde, “vatandaşların” konuyla ilgili kanaatleri toplanarak yaratılmak istenen ortalama düşünce oluşturulur. Egemen düşüncenin sosyolojisidir, olanı tasvir et, kanaatleri topla, alt alta diz, sonradan “saha çalışması” yaptım de; ne başın ağrır, ne elin yorulur.  Mevcut iktidar ilişkilerinin kabulünün kışkırttığı sorular ise evlere şenliktir; kamuoyu yoklanacaktır, ama ters kavramlar ve sorularla değil, bildiğiniz dümdüz beton kavramlarla yoklanacaktır. Kamuoyu yoklaması yapmak iktidar ilişkilerini en rahatsız etmeyen sosyolojik metoddur, egemenlerin gözünde pek muteberdir.

Fakat varlığı kabul edilmeyen bir kamuda kamuoyu yoklaması ne demektir? Her şeyden önce böyle bir yoklama, kabul edilmeyen kamunun varlığını açığa çıkardığı için mevcut iktidar ilişkileri sarsıcıdır. Sorular ve kavramlar egemenlik ilişkilerini ters çevirir niteliktedir ve en önemlisi, gündem savaşında susturulmaya çalışılan kesimin sözünü dillendirir. Dolayısıyla “kamuoyu yoklaması” gibi egemenlerin aracı olmuş bir metodun tersine işlediği bir andır.

Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (SAMER), böyle bir araştırma yapmış. Kavramlar “tersine” gidiyor: “Kürt Sorununun çözümünde rol sahibi kişi ve kurumların güvenilirliğini ölçmek; kişi ve kurumların Kürt Sorununun barışçıl çözümüne dönük yaklaşım, söylem ve politikalarının nasıl algılandığını belirlemek ve gündemdeki önemli konulara ilişkin halkın görüş ve algısını öğrenmek” amacıyla yapılmış. Varolduğu kabul edilmeyen bir halkın varolduğu kabul edilmeyen sorununun çözümü için yapılan bir kamuoyu araştırması, egemenin aletleriyle söz üzerindeki baskının kırılmasını sağlıyor. Araştırma, 10-11 Ağustos 2012 tarihlerinde Diyarbakır il merkezinde yapılmış. Başlık: “Kürt Sorununun Çözümünde Kişi ve Kurum Değerlendirmesi”.

Örneklem oluşturulmuş, araştırma demografik bilgiler, örneklemde yer alan kişilerin meslekleri, yaşları, cinsiyetleri gibi grafiklerle dolu. Nicel saha araştırmasının tüm kriterlerini yerine getiriyor, egemenlerin kendileri için sığındıkları “bilimsel yöntemler”i kullanıyor. AKP’nin yüzde 51 oranında oy almasından sonra egemenlerin en değer verdiği şey, nicelik. Başbakan Erdoğan, tüm muhalif seslere “siz kaç kişiniz, kaç oyunuz var” diye seslenirken “nicelik”i kendine bilimsel sığınak yaptı. Bu yüzden bu araştırmaya “karşı nicelik” demek daha doğru olur. Araştırmanın sonuçları şöyle:

Türkiye Siyasî Gündem Araştırması’nın sonuçları

- Diyarbakır halkının % 43’üne göre Temmuz-Ağustos ayının en önemli siyasî gündem konusu Suriye’de yaşanan çatışmalardır. Bunu % 24 ile Kürt Sorunu ve % 15 ile Şemdinli ve Eruh’ta yaşanan çatışmalar izlemektedir.
- Diyarbakır halkının % 90’ına göre son iki ay içinde Kürt Sorununun barışçıl çözümü yönünde herhangi olumlu bir gelişme yaşanmamıştır. Olumlu gelişme yaşandığını düşünenlerin oranı % 6’dır ve bu gelişmeler arasında 3. Yargı Paketi, Kürtçenin seçmeli ders olması ve Başbakan R.T. Erdoğan ile Leyla Zana’nın görüşmesi sayılmaktadır.
- Kürtlerin yasal statüsü olarak Diyarbakır halkının % 48’i Demokratik Özerklik, % 18’i bağımsızlık, % 2’si federasyon, % 9’u belediyelerin yetkilerinin artırıldığı adem-i merkezî yönetim derken, mevcut statünün devam etmesini isteyenlerin oranı % 11 ve hiçbir statü olmamalıdır diyenlerin oranı % 5’tir. Seçmen dağılımına göre bu taleplerin farklılaştığı görülmekte ve BDP seçmeninin % 66’sı Demokratik Özerklik ve % 21’i bağımsızlık, AKP seçmeninin % 37’si mevcut statü korunsun ve % 19’u Demokratik Özerklik, CHP seçmeninin % 50’si belediyelerin geniş yetkilere sahip olduğu adem-i merkezî yönetim ve Demokratik Özerklik ve de MHP seçmeninin büyük çoğunluğu fikrim yok demiştir.
- Diyarbakır halkının % 49’u, Ahmet Türk’ün hükümetin Suriye’deki Kürtlerin kazanımlarına ilişkin açıklamalarından sonra “AKP’ye destek verenleri Kürt halkı ihanetçi olarak görür” açıklamasına  katılmaktadır.”
Diyarbakır halkına göre Temmuz-Ağustos ayları içinde Kürt Sorununun çözümüne dönük katkı, çaba ve girişimleri bakımından performansı en iyi olan kurumlar BDP ve BDP’li belediyeler iken, performansları en kötü kurumlar arasında ise MHP, medya, AKP, CHP ve MİT gelmektedir.
Kürt Sorununun çözümünde söz sahibi kurum ve kişilerin güvenilirliği konusunda Diyarbakır halkının en çok BDP’li belediyelere (% 48) ve BDP’ye güvendiği görülmektedir. Diyarbakır halkı en çok MHP (% 90) ve MİT’e (% 81) güvenmemektedir. AKP’ye % 68 oranında güvenmemektedir.

Araştırmanın sonuçları kadar, bu araştırmanın yapılması çok önemli. Egemenlerin konuşmayı yasakladıkları yerde “karşı kamuoyu” çalışmaları, varlığı kabul edilmeyen insanların seslerini duyurduğu için karşı güç olarak çalışıyor. Diyarbakır halkı egemenlerin “varolmasın” dedikleri “şövalye”dir. Ama eğer bu “topraklarda” konuşması yasaklanırsa, “varolması istenmeyen şövalye” de Calvino’nun öyküsündeki gibi ağaca çıkar, öyle konuşur.

Göksun Yazıcı

*birdirbir.org adresinden alınmıştır.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.