Neoliberalizmi Ciddiye Almak
![]() |
- yazı: FERHAT TAYLAN - |
Kitabın temel niyeti ve çağrısı, düşmanını iyi tanımak anlamında neoliberalizmi ciddiye almak, kuramsal temellerini ve ekonomi alanını çok aşan güncel biçimlerini ortaya koymak – dünya solunun ortak sorunu olarak neoliberal aklın haritasını çizmek.
Bu tür bir yaklaşımın en büyük faydası, bir dizi yanlış anlamayı ortadan kaldırması. İlk olarak, neoliberalizmin “bırakınız yapsınlar” demek olduğu sanıldığı sürece, onda “neo” ya da yeni olanın tam da bir piyasa ve norm inşacılığı stratejisi olduğunu gözden kaçırılır.
Dardot ve Laval, öncelikle bu yaygın kanının yanlışlığını ortaya koyuyorlar: Smith ya da Ferguson’daki haliyle birinci liberalizmin savunduğu doğalcılık, yani piyasanın doğal akışı içinde kendi kendini gerçekleştirdiği inancı, tam da neoliberalizmin karşı çıktığı şeydir. 1920’lerden sonra yerleşen neoliberalizm, bu doğalcılığın tam tersi olan bir tür inşacılığa inanır, yani ona göre piyasa, inşa edilmesi, kurulması gereken bir alandır. Neoliberal devlet, piyasa sahnesinden çekilmek şöyle dursun, kendisi de bir spekülatör gibi davranan bir aktöre dönüşür.
Neoliberal yönetimin temel sorusu
İkinci olarak bu inşa süreci, yalnızca ekonomik alanla sınırlı kalmaz –başka bir deyişle, neoliberalizm sanıldığı gibi ekonomik bir ideoloji değil, hayatlarımızın bütün alanlarını yönetme eğilimindeki bir akılsallık, bir pratikler ve söylemler bütünüdür.
Dardot ve Laval, bu neoliberal akılsallığı, Foucault’nun yenilemeyi önerdiği “yönetim” kavramından yola çıkarak okuyorlar: Bu anlamda neoliberal yönetim, bazı normlara kendiliğinden uyum sağlamaları için bireylere bırakılan özgürlük alanı üzerinde aktif olarak etkide bulunmaktır. Bireyin kendi kendisiyle kurduğu ilişki içinde yönetilmesinin biçimi, bu alan üzerinde etkide bulunmanın teknikleri nedir? Neoliberal yönetimin temel sorusu budur. Bu tür bir yönetim, “özgürlük ya da tahakküm” alternatifinin dışında, disiplin ve kapatma mekanizmalarının ötesinde, bireylerin öz-yönetimlerini, kendileriyle kurdukları ilişkiyi, kendi davranışlarına karar verme biçimlerini hedef alır.
Böylece, “piyasa, insanları yönetmenin olduğu kadar kendini yönetmenin de ilkesi haline nasıl getirilebilir?” sorusu etrafında şekillenen neoliberalizm, yalnızca yönetici elitlerin değil, biz yönetilenlerin de “aklı” haline gelme çabası içindedir.
Dardot ve Laval’e göre bu inşacı akıl, aynı zamanda bir “neoliberal özne” üretmektedir: Şirket figürü etrafında homojenleşen yeni management söylemi, çalışan kişiyi, yerine getirilmesi gereken faaliyete bütün öznelliğiyle katılan bir varlığa dönüştürür. Şirket, neoliberal öznenin kendisini ve arzusunu gerçekleştirme “yeri” haline gelirken, şirket odağından yayılan rekabet normları da (yaşam boyu gelişim, sürekli eğitim, kendini aşma, vb.) eğitim ve psikoloji gibi alanlara sirayet eder. Öyleyse mesele, piyasanın kendisi dışındaki tüm alanları fiili olarak işgal etmesinden ziyade, piyasa normlarının piyasanın ötesinde kendini dayatmasıdır.
Bugün küresel olarak yaygınlaşmış bulunan management söyleminin desteklediği bu norm yayılımı, Dardot ve Laval’in “girişimci benlik yönetimi” adını verdikleri yeni bir öznellik meydana getirir: Birey de tıpkı bir şirket gibi, riskler almak, yatırımlar yapmak, verimli olmak, yetkinliklerini geliştirmek ve bunları pazarlamak, kısaca kendi kendisinin girişimcisi olmak durumundadır.
Çare bir araya gelmekte
Neoliberalizmin, ekonomiden yayılan normlarla öznelliği dönüştürme isteğini Margaret Thatcher 1988’de açıkça ortaya koyuyordu: Bu öznellik değişimi projesi, finansal spekülasyonların doğrudan yarattığı krizleri, çalışanlara ahlaki sorumluluklar olarak yüklemek ister: kriz ne kadar büyürse, işten çıkarılma düzenlemeleri de o kadar esnekleşir, bu sürekli risk ortamındaki bireyler ise kendilerini sürekli artan performans normlarına göre yönetmeye sevk edilir.
Türkiye’de, işletme mantığına ve ondan beslenen neoliberal öznellik biçimlerine doğrudan maruz kalan beyaz yakalıların direniş hareketi Plaza Eylem Platformu, geçtiğimiz 1 Mayıs’a şu sloganlarla çıkmıştı: “Turnikeler ayırır meydanlar birleştirir”; “Takım çalışması değil dayanışma istiyoruz”; “Çare antidepresanlar değil biraraya gelmek”. Plaza çalışanlarının maruz kaldıkları normlar ve yönetim teknolojileri, hızla plaza dışı alanlara yayılırken, Dardot ve Laval dünya solunun ortak sorunu ve rakibi olarak neoliberalizme karşı geliştirilmesi gereken ortaklık mantığıyla ilgili ipuçları da veriyorlar.
Piyasa doğal bir durum, mümkün olan tek gerçeklik değil, tarihsel bir inşadır - fakat tarihsel olması, “kendi mantığı içinde kendiliğinden çökecek bir şey” olduğu anlamına gelmez. Dünyanın Yeni Aklı, neoliberalizme karşı direnişi kendiliğinden gelişecek doğal bir özelliğe indirgemeden, yani örneğin Negri’nin düştüğü hataya düşmeden düşünüyor: piyasa normları ve dünyanın yeni aklı nasıl inşa edilmiş iseler, ortaklık pratikleri de inşa edilmesi gereken şeylerdir.
Solun, özgürlük kısıtlamalarına ve kazanılmış sosyal hakların geri alınmasına karşı sürekli tepki vermekten çıkıp, etkide bulunabilen olumlu bir güce dönüşmesi, ancak bu ortaklık aklını üretebilmesiyle mümkündür. Geçtiğimiz sene sekiz yüz sayfalık bir Marx okuması yayımlayan Dardot ve Laval, Kasım 2012’de bir dizi konferans için İstanbul’a geldiklerinde, bu meseleleri düşünenlerle tartışacakları çok şey var.
DÜNYANIN YENİ AKLI
Pierre Dardot,
Christian Laval
Çeviren: Işık Ergüden
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
2012, 476 sayfa, 38 TL.
YORUM YAZIN